Takdire Evet Takdise Hayır! (317)

 

İnsanlara ancak ve ancak çalışmalarının karşılığı vardır ve elbette herkes çabalarının karşılığını bu dünyada da almalı ve gerektiğinde takdir edilmelidir. Lakin her zaman olduğu gibi burada da ölçü kaçırılır, liderler aşırı derecede kutsanır, onların yanlış yapmayacaklarına inanılır ve körü körüne peşlerinden gidilirse, o takdirde böyle yapan kişilerin “inanç noktasında büyük felaketler yaşaması” kaçınılmaz olur. Zira Kur’ân, Yüce Allah’a şirk koşan ve liderlerini ilah edinenleri şiddetle eleştirmiş ve şu uyarıyı yapmıştır:

Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! (Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”[1]

Burada rab edinme, elbette din adamlarına “secde etme, onların huzurunda yere kapanma” anlamında değil, tam tersine onların “haram ve helal kılma yetkilerinin olduğuna inanma, hatasız/masum/günahsız olduklarını kabul etme, körü körüne onlara itaat etme” anlamındadır.

Nitekim Hz. Peygamber bu âyeti; “Onlar, hahamlarına ve rahiplerine ibadet etmiyorlardı. Fakat hahamları ve rahipleri bir şeyi onlara helal kılınca helal sayıyor, haram kılınca da haram sayıyorlardı”[2] şeklinde açıklamaktadır.

Hz. Muhammed hayattayken müslümanların da aynı yanlışa düşebileceklerini, takdir etme ölçüsünü kaçırarak kendisini kutsallaştırabileceklerini fark etmiş ve ashâbını şu sözleriyle uyarmıştır: “Hıristiyanların Meryem oğlu Îsâ’yı aşırı derecede övdükleri gibi siz de beni aşırı bir şekilde övmeyin! Çünkü ben bir kulum. ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin!”[3]

Bir başka seferinde ise kendisinin Hz. Mûsâ’dan ve diğer bütün peygamberlerden üstün olduğunu söyleyen ashâbının konuşmalarını işitince şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır: “Beni Mûsâ’dan üstün tutmayın! İnsanlar kıyâmet günü bayılacaklar, ben de onlarla birlikte bayılacağım. Ayıldığımda Mûsâ’yı Arş’a sıkı sıkıya tutunmuş bir vaziyette göreceğim. Bilmiyorum, o da bayılıp benden önce mi ayılacak, yoksa Allah onu bundan istisna mı tutacak?”[4]

Görüldüğü üzere hem Yüce Allah hem de Hz. Peygamber, liderleri/şeyhleri/hocaları/ hahamları/azizleri/velileri vs. tanrılaştıran bu tür aşırı inanç ve davranışları şiddetle reddetmiş, Ehl-i kitab’ın içine düştüğü yanlışa düşmeme konusunda müslümanları uyarmıştır.

Ancak ne acıdır ki müslümanlardan bazıları, bu yanlışa düşmüş kendi önderlerini/ şeyhleri/hocalarını/liderlerini “takdir etmeyi bırakıp kutsamaya” başlamışlardır.

Öte yandan Yüce Allah, din adamları vasıtasıyla kutsal kitapları tahrif edilen,[5] içinde tevhid kırıntıları kalan bütün batıl din mensuplarını bu yanlıştan dönmeye davet etme görevini “müslümanların omuzlarına” yüklemiştir. Âyeti birlikte okuyalım.

De ki: “Ey Kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze/ilkeye gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız.”[6]

Muhammed Esed’in de ifade ettiği üzere bu çağrı, sadece Îsâ’ya tam ulûhiyet ve azizlerine de onun belli bazı özelliklerini atfeden hıristiyanları değil, aynı zamanda Üzeyr’e (Ezra) ve hatta bazı büyük Talmud bilginlerine “yarı tanrısal bir otorite” izafe eden yahudilerin tamamını kapsamaktadır.

Ancak bize göre bu çağrı günümüzde varlığını devam ettiren tüm tahrif edilmiş batıl din müntesiplerine yöneliktir. Zira yaşayan dünya dinlerinde tahrif ve tağyire uğramış olsa da “Tanrı, peygamber, ahiret, cennet, cehennem, sevap, günah vs. inançlar” hâlâ söz konusudur. Dolayısıyla bunların da Ehl-i kitap kapsamında değerlendirmesinde bir sakınca yoktur.

Bu bakımdan Yüce Allah, müslümanların da aynı yanlışa düşmemeleri istemektedir. Çünkü muharref dinlerin mensuplarını “şirkten uzaklaştırma ve tevhidi içselleştirmeye davet” vazifesini yapacak mü’minlerin aynı illetle malul olmamaları gerekir. Aksi halde böyle bir çağrının hiçbir inandırıcılığı ve anlamı kalmaz.

Bu itibarla her zaman söylediğimiz üzere “insanları takdire evet, takdise hayır!”, “Farklı görüşlere evet, tefrikaya hayır!”, “Mezhebe evet, mezhepçiliğe hayır!” “Cemaate evet, cemaatçiliğe hayır!”, “Tarikata evet, tarikatçılığa hayır!”, “Partiye evet, particiliğe hayır!”, “Geleneğe evet, gelenekçiliğe hayır!”, “Akla evet, akılcılığa hayır!”, “Bilime evet, bilimciliğe hayır!”, “Ahlaka evet, ahlakçılığa hayır!”, “Irka evet, ırkçılığa hayır!”, “Kavme evet, kavmiyetçiliğe hayır!”, “Aşirete evet, aşiretçiliğe hayır!”

Bir başka ifadeyle, iyi, güzel, faydalı şeyler yapan insanlar her zaman takdir edilmeli, desteklenmeli ve başarıları için de Yüce Allah’a dua edilmelidir. Ancak aynı kişiler büyük yanlışlar yaptığında, hırslarına yenik düştüğünde ve hatalarından dönmediklerinde yalnızlığa terk edilmeli, Hakk’ın ve haklının yanında yer alınmalı ve bu zalimlerle sonuna kadar mücadele edilmelidir. Çünkü Yüce Allah’ın koyduğu ilkeler devre dışı bırakılır, Allah yerine bu tür sahte liderlerden/hocalardan medet umulmaya başlanırsa burada şirke düşülmesi söz konusu olabilir. Oysa şirk en büyük zulümdür.[7] Müşriklerin tövbe etmeden ölmeleri halinde ise hiçbir şekilde affedilebilmeleri söz konusu değildir.[8] Bu bakımdan Yaratıcısı ile arasına başka “aracılar” koyanların, şirke düşenlerin son derece dikkatli olmaları gerekir.

Sonuç olarak, şeyhini/hocasını/liderini herkesin takdir etmesi, sevmesi ve övgüyle anması elbette mümkündür. Ancak ölçü kaçırılır, önderlere/hocalara/imamlara/hahamlara/ papazlara vs. “ulûhiyet/yarı tanrısallık/masumiyet” gibi hususlar izafe edilmeye kalkışılır, bunlar yanlış yaptıklarında da peşlerinden gidilmeye devam edilirse büyük bir tehlikenin kapıda olduğu da apaçık bir hakikattir. (13.02.2015)



[1] et-Tevbe 9/30-31.

[2] Tirmizî, 44/Tefsir, 9:10, (5/278).

[3] Buhârî, 60/Enbiyâ, 48 (IV, 142); Dârimî, 20/Rikâk, 68 (II, 626, 627); İbnHanbel, I, 23, 24, 55.

[4] Buhârî, 44/Husûmât, 1 (III, 88-89), 60/Enbiyâ, 25 (IV, 126); Müslim, 43/Fedâil, 42 (II, 1843-1845); Ebû Dâvud, 39/Sünne, 13 (V, 53); İbnHanbel, II, 264.

[5] el-Bakara 2/75-79; en-Nisâ 4/44-46; el-Mâide 5/13; et-Tevbe 9/34.

[6] Âl-i İmrân 3/64.

[7] Lokmân 31/13.

[8] en-Nisâ 4/48.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evlilik Kader midir? I (361)

Evlilik Kader midir? II (362)

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!