Kayıtlar

Mayıs, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Saygı İsteyen Sevgi Göstermeye Mecbur Değil Mahkûmdur!

Bazı kimseler kendilerinden yaş, unvan veya makam olarak küçük olanlardan kayıtsız şartsız saygı beklemekte, ama kendilerinin o saygıyı hak edip etmediklerine hiç bakmamakta ve hiçbir öz eleştiride de bulunmamaktadırlar. Oysa onların bu yaptığı son derece çirkin ve yanlış bir davranıştır. Misallerle ne demek istediğimizi açıklamaya çalışalım. Örneğin bir öğretmen, öğrencilerini mezun ettikten sonra da onlardan saygı bekliyorsa, öğrencilerine karşı her zaman adaletli olmaya, onlara sevgi, şefkat ve merhametle davranmaya, arayıp sorduklarında veya mesaj attıklarında geri dönüp cevap vermeye, taleplerini elinden geldiğince yerine getirmeye mahkûmdur. Böyle yapmayan bir öğretmenin öğrencilerinden saygı beklemeye hiçbir hakkı yoktur ve olamaz. Zira o öğretmen, yetkilerine güvenerek ve bulunduğu konumdan/ makamdan aldığı güçle öğrencilerine tepeden bakmış, onları adam yerine koymamış, öğrencileri de işleri bitinceye kadar ona zoraki saygı göstermiş, ancak mezun olduktan sonra da o öğ

Dua Kaderi Şekillendirir!

Bir kız öğrencimizin sorduğu “Dua kaderi değiştirir mi?” sorusu üzerine bu köşe yazısını yazmamız farz olmuştur. Bu soruyu soran öğrencimize teşekkür ederek şunu ifade edelim ki, “Dua kaderi değiştirir mi?” sorusu “yanlış kader anlayışının” ürettiği, toplumda yaygın olarak kullanılan, kendini hoca zanneden “adamların (!)” devamına neden olduğu, Kur’ân ve sünnete aykırı bir sorudur. Bu sorudan da anlaşılacağı üzere on dört asırdır müslümanların kader anlayışı “bütün suçu Yüce Allah’a atan cahiliye dönemi insanlarının kader anlayışının aynısıdır” ve son derece sakattır. Acilen bu köhne anlayışın/ zihniyetin yıkılması/ düzeltilmesi şarttır. Bu sorunun doğrusu şöyle olmalıdır: “Dua kaderi şekillendirir mi?” Zira insanlar her an yapıp ettikleriyle büyük oranda kaderlerini kendileri “an be an, saniye saniye, salise salise” şekillendirmektedirler. İnsanların sözleri, düşünceleri, karakterleri, kişilikleri, gidişatları, duaları, ibadetleri, başkalarından aldıkları hayır veya be

Müslümanların Hatalarına Bakıp İslâm’ı Suçlamak Zulümdür!

Günümüzde bazı kesimler bilerek ve isteyerek bir kısım müslümanın “hatalarını/ yanlışlarını/ kabahatlerini/ kusurlarını/ zulümlerini” ön plana çıkarmakta, buradan İslam’a saldırmakta ve gizli bir din düşmanlığı yapmaktadırlar. Oysa böyle bir yaklaşım tarzı ne ilmî ne mantıkî ne ahlâkî ve ne de insanîdir. Zira İslam’ı gerçek anlamda bilmeyen/ özümsemeyen/ içselleştirmeyen bazı sözde müslümanların “yanlışlarına/ hatalarına/ günahlarına/ yobazlıklarına” bakarak doğrudan İslâm’ı suçlamak insafsızlıktır. Müslümanların yanlış din anlayışlarına/ çarpık tasavvurlarına bakarak dini suçlu göstermek art niyetli bir yaklaşımdır. Zira ölçü, cahil müslümanların yapıp ettikleri haksızlıklar/ yanlışlıklar değil, dinin temel ilke ve esaslarıdır. İslam’ı eleştirecek olanların müslümanların davranışlarına bakarak değil “dinin temel prensipleri üzerinden bu tenkitlerini yapmaları” akla ve mantığa uygun olandır. Zira tutarlı, ilkeli, objektif ve ahlaklı olmak da bunu gerektirir. Bu itibarla, bilm

Ayrıntıları Dikkat Etmek Fark Yaratır!

Dik durmak ile diklenmek birbirine karıştırılmamalıdır. Cesaret ile kabadayılık birbirine karıştırılmamalıdır. Vakur olmak ile kibirli olmak birbirine karıştırılmamalıdır. Kararlı olmak ile inatçı olmak birbirine karıştırılmamalıdır. Tevazu sahibi olmak ile zillete düşmek birbirine karıştırılmamalıdır. Zarafet sahibi olmak ile zafiyet içinde olmak birbirine karıştırılmamalıdır. Şakacı/ esprili olmak ile laubali olmak birbirine karıştırılmamalıdır. Sevimli olmak ile sululuk birbirine karıştırılmamalıdır. Teenniyle hareket ile uyuşukluk birbirine karıştırılmamalıdır. Sakin olmak ile miskinlik birbirine karıştırılmamalıdır. Sessiz olmak ile suskunluk birbirine karıştırılmamalıdır. Sabırlı olmak ile vurdumduymazlık/ nemelazımcılık birbirine karıştırılmamalıdır. İlkeli olmak ile aşırıya kaçmak (fanatizm) birbirine karıştırılmamalıdır. Çalışkan ve gayretli olmak ile gösteriş yapmak birbirine karıştırılmamalıdır. Kendine güvenmek ile kendini beğenmek birbirine

Diyanet’in Acilen Yapması Gereken Bir Görev?

Günümüzde bir yandan hoca kılıklı merdiven altı din tüccarları, yazılı, görsel ve sosyal medya vasıtasıyla uydurma hadisleri yaymaya devam ederken diğer taraftan da zındıklar hâlâ hadis uydurmaya ve bunları dolaşıma sokmaya devam etmektedir. Öbür taraftan ateist, deist, nihilist, agnostik ve misyoner çevreler de Hz. Peygamber’e iftira atma, onu değersizleştirme ve itibarsızlaştırma çalışmalarını sürdürmektedir.   Dolayısıyla bütün bu mahfillere karşı harekete geçmesi, halkı doğru dini bilgilerle aydınlatması, üretilen sahih dini bilgileri halka en güzel şekilde sunması/ ulaştırması gereken kurum “gücünü Anayasa’dan alan Diyanet İşleri Başkanlığı ’dır. Elbette Başkanlık birçok konuda başarılı işlere imza atmış ve atmaya da devam etmektedir. Ancak ihmal ettiği bazı konular vardır ve bunlardan biri de halkın “ doğru bir hadis/ sünnet algısına” sahip olmasını sağlamak amacıyla sosyal medya imkânlarını yeterince aktif kullanamamış olmasıdır. Zira sosyal medyada hadis/ sünnet inkâ

Müslümanlar İslam’ı Temsil ve Tebliğ Edebiliyor mu?

Günümüz müslümanlarının dünya-ahiret dengesini yitirdiği, bazılarının sadece belli ibadetleri yaparak cennete gireceğini zannettiği, dünyayı ihmal ettiği, bazılarının ise dünyanın geçici zevklerine dalıp ahireti unuttuğu görülmektedir. Dolayısıyla her iki yaklaşım tarzının da sakat olduğu ve bu tür kimselerin asla İslam’ı temsil ve tebliğ edemeyecekleri söylenebilir. Nitekim dünyaya dalan bir takım tiplerin serbest piyasa mantığıyla fetva aradığı, bazı şarlatanların “müşteri memnuniyetine göre fetvalar” verdiği, dünyayı ihmal edenlerin ruhbanlığı din zannettiği, bu tembelleri ve fırsatçıları uyarması gereken İslam âlimlerinin onların “örgütlü güç olmalarından” korktuğu, çekindiği ve sustuğu bir toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir. Yüzyıllarca önce kendi dönemlerinin şartlarına göre üretilmiş içtihatların baş tacı edildiği, mezhep savaşlarının yaşandığı ve din kardeşliğinin ağır yaralar aldığı bir müslüman toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi m

Devlet Desteği Olmadan Olmaz

Siyasi partiler, devlet yardımı almazlar ise zengin kodamanlara veya uluslararası şirketlere gebe kalır ve hiçbir icraat yapamazlar. İcraat yapacak olurlarsa da zamanında kendilerinden maddi destek aldıkları şirketlere imtiyazlar tanımak, onların rant elde etmelerine göz yummak zorunda kalırlar. Aynı şekilde devlet, sendikalara maddi destek sağlamaz ve üyelerin aidatlarını karşılamaz ise sendikaları finanse edecek başka güç odaklarının/ vakıfların borusu öter ve onlar da sendikaları istedikleri gibi kullanırlar. Nitekim dış güçler sendikaları kullanma konusunda devreye girer ve onları kötü emellerine alet ederler. STK’lar da gereken maddi desteği devletten alamazlar ise arkasını zengin kodamanlara dayamış başka STK’lar öne geçer, bu STK’lar ülkeyi karıştırmak isteyenlerin maşası olur ve bu vazifelerini yaparlar. Sonuç olarak, günümüz Türkiye’sinde devlet desteği hem siyasi partilere hem sendikalara ve hem de STK’lara şarttır ve olmalıdır. Bunların yasal olarak yapılması gayet

İlahiyat Fakülteleri Tekke/ Dergâh/ Zaviye Değildir

Üniversitelerin bünyesinde yer alan İlahiyat Fakülteleri bir yüksek eğitim kurumudur. Buralarda görev yapan akademisyenler ve eğitim gören öğrenciler dinlerini doğru kaynaklardan öğrenme ve topluma öğretme derdindedir. Ancak İlahiyat Fakülteleri’nden rahatsız olan merdiven altı din tüccarları, bu kurumlarda görev yapan hocaların ve eğitim gören öğrencilerin imanlarını sorgulamakta, onları pervasızca suçlamakta ve sürekli onlar aleyhine dedikodu üretmektedir. Unutulmamalıdır ki, İlahiyat Fakülteleri tekke, dergâh, zaviye, dernek veya vakıf değildir ve olmamalıdır. Buralarda görev yapan akademisyenler şeyh, öğrencileri de mürit değildir ve olmamalıdır. Nitekim bu Fakültelere öğrenci alımı ÖSYM’nin yaptığı sınavlarla gerçekleşmekte, belirli puanları alanlar kayıt hakkı kazanmakta ve buralarda eğitim/ öğretim görmektedir. İlahiyat Fakülteleri’nde görev yapan hocalar, Üniversitelerde çalışma kriterlerini tamamlayanlar arasından seçilmektedir. Bu akademisyenler farklı görüşlere sah

Bu Saçmalıklar Dini Konularda Delil Olamaz!

Bazı kimseler “psikolojik sorunları olan insanların” başlarına gelen garâib ve acayip olayları/ halleri “cinlerin insanlara musallat olduklarının bir delili” olarak sunmakta ve topluma yanlış bir mesaj vermektedir. Oysa bu tür sağlık sorunları yaşayan insanların başına gelen hâdiseler asla “cinlerin insanlara musallat olduklarının bir delili” değildir ve bu konuda asla kanıt olarak gösterilemez. Cinler hakkındaki yanlış dini bilgiler, halk arasında anlatılanlar, roman, masal veya hikâye kitaplarında yazılanlar, çocukken öğretilenler, cinlerle korkutma seansları, din adamlarının verdikleri uyduruk malumatlar ve televizyonlarda gösterilen filmlerdeki yanlış cin tasavvurları nedeniyle kendisine cinlerin musallat olduğuna inanan bir insan kendi eliyle kendini tehlikeye atmıştır. Böyle birisi gerçeği araştırmadığı, bu saçmalıklara inanarak kendine zarar verdiği, ruhunu pis ve mikroplu bilgilerle kirlettiği ve psikolojik sorunlara davetiye çıkardığı için sorumludur. Aynı şekilde o

Üst Düzey Bürokratların Dikkat Etmesi Gereken Hususlar

Üst düzey göreve atanan bürokratlar, bürokratik yoğunluğu ve katıldıkları toplantıları bahane ederek temsil ettikleri kurumlarda çalışan personelden veya toplumdan kopuk bir hayat yaşamaya başlamışlarsa hatalı bir yola girdikleri ifade edilebilir. Bu bakımdan üst düzey göreve atanan bürokratların dikkat etmeleri gereken bazı hususlar vardır ve biz bu köşe yazımızda bunlara işaret edeceğiz. Üst düzey bürokratlar, koltuklarını kaybetme pahasına bile olsa her zaman gerçeği söylemeli ve ilkelerinden asla taviz vermemelidir. Üst düzey bürokratlar, öz kardeşi bile olsa torpil, iltimas veya adam kayırma hatasına/ adaletsizliğine düşmekten şiddetle kaçınmalı, ehliyet ve liyakatten asla ödün vermemelidir. Üst düzey bürokratlar, kamu malına el uzatmamalı, kamu malının hiçbirisini kendisi, yakınları veya akrabaları için kullanma gafletine düşmemelidir. Üst düzey bürokratlar, asla kula kulluk etmemeli, kendilerini o göreve getirenlerin hatalı davranışları karşısında suskun kalmamalı ve

Din Görevlilerinin Cin Anlayışı Üzerine Bir Hatıra

3 Haziran 2016 Cuma günü ikindi namazı sonrası İstanbul’un büyük bir ilçesinde, bir caminin altındaki toplantı salonunda (katılımcıların tamamının imamlar olduğunun bana ifade edildiği bir ortamda) ilçe müftüsünün de isteği ve ısrarı üzerine orada bulunanlara “Kur’ân ve hadislerde geçen cin” kavramını anlatmaya başladım. “Cin” kelimesinin “çok anlamlı” olduğunu, bazı âyet ve hadislerde “ateşten yaratılan ve imtihan edilen akıl sahibi varlık”, “melek”, “görünmeyen”, “yabancı”, “maharetli usta/ cin gibi adam”, “gözle görülmeyen mikrop/ virüs/ bakteri vs…” gibi   çok çeşitli anlamlara geldiğini, âyet ve hadislerde geçen “cin” terimini görür görmez, siyak ve sibaka dikkat etmeden hemen “başka bir âlemde imtihan edilen cinler” manasının verilmesinin ve bunda ısrar edilmesinin doğru olmadığını, aksi halde hatalı sonuçlara ulaşılacağını, tüm insanlara “cin”ler hakkında güvenilir dinî bilgiler verilemeyeceğini, câhiliyeden tevarüs eden mesnetsiz bilgilerle meselelere yaklaşılmaya devam e

Din Görevlilerinin Sünnet Anlayışı ve Bir Hatıra

2006 yılında Isparta’nın bir ilçesinde imamların ve ilçe müftüsünün katıldığı bir toplantıda “Hz. Peygamber’in daima misvak kullandığını, ağız ve diş sağlığına çok önem verdiğini, günde beş kez misvak kullanmayı ısrarla tavsiye ettiğini, ama müslümanları zorunlu tutmadığını, misvak kullanmaktan maksadın ağız ve diş sağlığı olduğunu, o dönemde bunun misvakla yapıldığını, bugün de misvakla yapılabileceği gibi fırça/ macunla veya başka aletlerle de yapılabileceğini, dolayısıyla misvakın bir “araç” olduğunu, misvakın bizzat kendisinin “sünnet” olmadığını söyledim. Toplantının sonunda tefsir alanında doktorasını da tamamlamış ilçe müftüsü söz aldı ve mikrofona gelerek; “Ben Ahmet hocamıza katılmıyorum, zira misvak kullanmakla ilgili bir sürü sahih hadis vardır ve misvak kullanmanın kendisi sünnettir” dedi ve konuşmasını tamamladı. İmamların çoğunluğu ona katılarak benim vermek istediğim mesajı zerre kadar anlamadıklarını gösterdiler. Oysa Hz. Peygamber’in konuşmasında kurduğu cüm

Yüce Allah’ın Rahmetini Hak Etmek İçin Yapılması Gerekenler

Din adamlarının çoğunluğu, Yüce Allah’ın rahmetinin çok geniş olduğunu, gazabını geçtiğini söylemekte, ancak “bu rahmetin nasıl elde edileceğine ilişkin Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan âyetleri” hiç gündeme getirmemekte, adeta bu âyetleri yok saymakta ve bunlarla hiç mi hiç ilgilenmemektedirler. Oysa bu yapılanlar doğru değildir; zira verilen eksik/ yanlış bilgiler insanların hatalı kararlar almalarına yol açmakta, eksik bilgi verenleri de vebal altında bırakmaktadır. Rahmeti kendisine ilke edinen Yüce Allah (En’âm, 6/54), “ rahmetini hak etmeyi” bir takım kurallara/ şartlara bağlamıştır. Dolayısıyla Yüce Allah’ın rahmetini elde edebilmek için insanların yapması gerekenler vardır. Bunlardan birisi de muhsinlerden olmaktır. (Kanaatimizce muhsin kelimesinin Türkçeye “iyilik edenler/ iyi davrananlar” şeklinde tercüme edilmesi kesinlikle isabetli değildir. “Muhsin” kelimesi “Yüce Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk eden ve işini mükemmel yapan mü’minler” şeklinde tercüme edilmelidir.)

Kara Kovan Balı mı Yoksa Sahte Bal mı?

Yüce Allah adili mutlaktır ve O’nun adaletinden şüphe duymak imkânsızdır. O’nun adaletinden şüphe duyanlar aklıselim ile hareket etmeyen, Kur’ân’da kendisini en güzel şekilde anlatan Yüce Allah’ı tanımak/ bilmek için çaba sarf etmeyen, dünyaya dalıp ahirette hesap vereceğini unutan ve tüm uyarılara kulak tıkayan zavallılardır. Yüce Allah, her dönemde imtihan ettiği insanlara karşı adil davranmıştır. Kimseye kaldıramayacağı yükü yüklememiştir. (Bakara, 2/286) Herkesi verdiği nimetler oranında sorumlu tutmuştur. Dolayısıyla insanların da bu hassas dengeyi gözeten Yüce Allah’a karşı nankör olmamaları, zamanlarını çok iyi değerlendirmeleri, çeldiriciler ve saptırıcılar konusunda doğru bilgi sahibi olmak için çabalamaları gerekir. Böyle yapmayarak boş işlerle meşgul olan, sahtekârların eteğine yapışarak cennete gideceğini zanneden ve hakikat arayışında olmayanlar kendilerine yazık eden sefihlerdir. Ne demek istediğimizi şu örnekle açıklayabiliriz: Örneğin asırlar önce (veya günümüz

Misafir Misafirliğini Unutmamalıdır

Ensâr ve Muhacir kardeşliğinin bir gereği olarak Türkiye, Ensâr vazifesini üstlenmekte, Suriyeli, Somalili, Afganistanlı veya Iraklı din kardeşlerine ev sahipliği yapmaktadır. Zira bu görevi bize veren Yüce Rabbimizdir. Elbette sonuna kadar mazlumların ve mağdurların yanında olmaya ve onları korumaya devam edeceğiz. Ancak mültecilerin bazıları misafir olduklarını unutur, ülkenin kanunlarına uymaz, hatalarını düzeltmez ve pervasızlaşırlar ise o takdirde bazı sıkıntılar yaşamaları kaçınılmaz olur. Zira ülkenin kanunlarına uymayanlar ve yanlış yapanlar geldikleri yere geri gönderilir. Sonra buraları arar hale gelebilirler. Dolayısıyla mültecilerin de davranışlarına dikkat etmeleri gerekir. Örneğin Özgür Suriye Ordusu’nun asker sıkıntısı yaşadığı günlerde sığındıkları şehirlerin kafelerinde nargile höpürdeten bazı genç Suriyelilerin yaptıklarını hiçbir Ensâr’ın hoş karşılaması, doğru bulması veya onaylaması mümkün değildir. Aynı şekilde gettolaşmaya başlayan, kendi işyerlerini, k

Mûsâ Cârullah’a Göre Kamil Mü’minin Dört Özelliği

Mûsâ Cârullah, kâmil bir mü’minin şu dört özelliğe sahip olması gerektiğini ifade etmiştir: 1. Haklarını ve vazifelerini bilecek kadar ilim ve marifet. 2. Başkalarının haklarına tecavüz etmekten alıkoyacak emanete riayet ve haysiyet. 3. Adalete dayalı hukuk ilkelerine itaat ve saygı. 4. Zillete tahammül etmeyecek ve batıl davetlere boyun eğmeyecek kadar izzet ve cesaret. Mûsâ Cârullah bu dört önemli özelliği Kur’ân’a, sünnete ve müslümanların haline bakarak ifade etmiş olmalıdır. Nitekim bunlar müttakîlerin özelliklerinin bir kısmıdır. Bütün bu vasıflara sahip bir mü’mini şeytanın ve şeytanlaşmış insanların yenebilmesi gerçekten zordur. Ancak bu özellikleri içselleştirmeyenlerin dünya hayatında savrulmaları ve kendilerine yazık etmeleri de kaçınılmazdır. Dolayısıyla inandığını söyleyen her müslümanın hem bu vasıflara hem de daha fazlasına sahip olmaları şarttır. (14.09.2018) Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN                       Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakülte