Ruh Nedir? II (360/2)
Ruhun nasıl bir varlık olduğunu daha iyi anlamak için şu misali
verebiliriz: Nasıl makinaya enerji
verilince makine harekete geçiyor, kendisi için belirlenen programa uygun
çalışıyor, enerjisi kesilince çalışması duruyorsa, ruhun bedene girmesiyle
beden canlanır, ayrılmasıyla da ölüm gerçekleşir ve bedenin çalışması durur.
Nitekim ruhun bedenden ayrılmasıyla ölümün gerçekleştiği herkesin malumudur.
Bununla birlikte o ruh, Yüce Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket etmiş ve
Hz. Peygamber’e ittiba etmişse yeniden diriliş gününde gireceği yeni veya misli
bedende dünyada iken yaptıklarını hatırlar ve mükâfatını alır. Lakin o beşerî
ruh kendinde mündemiç söz konusu boyutları/cüzleri doğru, etkin ve yerinde
kullanmamış, şeytan ve taraftarlarının izinden gitmiş, Yüce Allah’ın emir ve
yasaklarını umursamamışsa yaptıklarının sorumlusu olur, diriliş gününde (mahşer)
gireceği yeni bedende dünyada iken yaptıklarını hatırlar ve bunların cezasını da
sonsuza dek çeker.
Öte yandan beşerî ruh bedene ait bir araz (varlığın özüne iliştirilen
nitelik/cevhere iliştirilen sıfat) değildir. Çünkü araz sürekli yok olup
yeniden yaratılır. Dolayısıyla ruh araz olsaydı insanın her an farklı bir ruha,
kimlik ve kişiliğe sahip olması gerekirdi. Bu itibarla dünyada iken yaptıklarının bilincinde olan ve yapıp
ettiklerinin sorumluluğunu taşıyan “beşerî ruhtur.” Bu beşerî ruh
bakidir, ölmesi veya yok olması söz konusu değildir. Kur’ân’da yer alan
“kişinin elleri ve ayaklarının şahitlik edeceği ve yanan derilerin yenileriyle
değiştirileceği şeklindeki ifadeler”[1]
insanın dünyada iken yaptıklarından mutlaka sorumlu tutulacağını vurgulayan ve
insanların anlamasını kolaylaştıran “sembolik
anlatımlardır.”
Bu nedenle insanoğlu ikinci sur üfürüldüğünde, yeni veya misli bedeniyle
yeniden yaratıldığında “dünyada iken
yaptıklarının farkında olan ve geçmişi hatırlayan, bu “yeniden yaratılan beden”
değil “ölümsüz olan o beşerî ruh”tur.
Çünkü çocukluktan ölüme kadar insan bedeni sürekli değişime uğramakta ve
yaşlanmaktadır. Ancak “benlik şuuru”
diye de adlandırılan “beşerî ruh”
ise hiçbir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürmeye devam etmekte ve tüm
bilgileri boyutlarından biri olan “hafızasında” depolamaktadır. Bu
da insanın bedeninde farklı bir unsurun bulunduğunun apaçık bir delilidir ki o
da biyolojik canlılığı sağlayan, “akıl,
irade, bilinç, vicdan, idrak, hafıza, his, duygu ve sezgi gibi boyutları/buutu/yönü”
olan “beşerî ruhtan” başkası değildir.
Dolayısıyla yeniden dirilme
esnasında bedenlere iade edilen beşerî ruh -gerek cenneti gerekse cehennemi hak
etmiş olsun- yaptıklarını çok iyi hatırlayacaktır. Çünkü ölümsüz olan ve değişmeden kalan “beyin/beden/kalp” değil “beşerî
ruh”tur; bu nedenle de geçmişte
yaptıklarını hatırlayacak olan o beşerî ruhtur. Nitekim insanoğluna hesap günü yaptığı ve yapması
gerekirken yapmadığı şeyler haber verildiğinde bir sürü mazeretler öne sürse de
kendi yaptıklarına bizzat kendisi şahitlik edecektir.[2] Bu da “beşerî ruhun” yaptıklarını hatırladığının en açık delilidir.
Diğer taraftan varlıkları algılama, bilgi üretme, Yüce Allah’a inanıp
itaat etme kabiliyetinin sadece insanoğlunda bulunması onu diğer canlılardan
ayıran en temel özelliklerden biridir ki bu da “beşerî ruh” vasıtasıyla
gerçekleşmektedir. Nitekim tüm bu özellikler, insanoğluna imtihan edilmesi
nedeniyle verilmiştir. Benzer şekilde kendileri için yaratılmış “paralel
evrende” imtihan edilen “cinlerin de ruhları ve bedenleri” vardır ve onlar da
aynı özelliklere sahiptir. Cinler, “bedensiz varlıklar” değillerdir. Yani; onların da “ateşten yaratılmış
bedenleriyle” buluşan “ruhları” vardır ve bu ruhlar tıpkı insanlarda olduğu
gibi “akıl, irade, bilinç, vicdan, idrak, hafıza, his, duygu ve sezgi gibi
boyutlar/buutlar” içermektedir. Onlar da görevli ölüm melekleri
geldiğinde ruhlarını teslim etmekte ve ateşten yaratılmış bedenleri kendi
evrenlerinde kalakalmakta, cesetleri çürümekte, ruhları ise ruhların bulunduğu
âleme götürülmektedir. İkinci surun üfürülmesiyle onların da ruhları
bedenleriyle birleşecek ve mahşer meydanında hak ettikleri yerde
toplanacaklardır.[3]
Diğer taraftan beşerî ruh ölümsüzdür. Çünkü en yüksek iyinin/adaletin
gerçekleşmesi için bu dünya hayatının süre ve koşulları hiçbir biçimde yeterli
olamayacağına göre “sonsuz bir hayatın varlığı ve ruhun bu hayatta yaşamını
sonsuza dek sürdüreceği fikri” kabul edilmek zorundadır; zira bu, aklın ve
mantığın gereğidir. Nitekim Hz. Âdem ve eşini yasak meyveden yemeye sevk eden
ve kandırılmalarında en etkili olan âmil hiç kuşkusuz onların “melekler gibi olma (zaman ve mekân
kısıtlaması olmaksızın hareket edebilme, çok güçlü ve kuvvetli olma, hızlı bir
şekilde suret/şekil değiştirebilme, bütün dilleri konuşabilme) ve sonsuza dek yaşama”[4]
arzusudur.
Beşerî ruhun nasıl bir varlık olduğunu şöyle bir misalle de
açıklayabiliriz: Bir insanın “beyni”
bilgisayarın donanımı yani; onun manyetik parçaları ise “beşerî ruh” da onun yazılımıdır. Yani; beynin
çalışmasını sağlayan program “beşerî ruh”tur. Nasıl bir bilgisayarın programı olmadığında o bilgisayar hiçbir
işe yaramıyorsa beyin de tek başına bir işe yaramaz; çünkü ruh olmadan beyin
hiçbir anlam ifade etmez. Ruh, insani niteliklerin kaynağını teşkil eder. Beden
ve duyu organları ise “ruhun vasıtaları” konumundadır.
Nitekim insandan insana beyin nakli olabilir ancak bu nakil
gerçekleştiğinde değişen hiçbir şey olmaz. Yani; zeki bir insanın beyni aptal
bir insana nakledilse o insan yine aptal kalmaya devam eder. Çünkü beyin, onu kullanan ruha göre
şekillenir. Dolayısıyla zeki
olmak isteyenin yapması gereken, “beyin nakli olmak” değil “beşerî ruhunu doğru yönetmesini ve onun vasıtasıyla
beynini iyi çalıştırmasını ve beynin kapasitesini artırmasını” bilmektir. Yani;
beyin aktiviteleri üzerinde metafizik etki yapabilme gücüne sahip olan şey “sadece
beşerî ruhtur.” Bu
nedenledir ki psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların etkisi
kalıcı değil geçicidir, sınırlıdır ve yan etkileri de oldukça fazladır.
Nasıl bir yazılım korunamadığı
veya doğru işletilmediğinde bilgisayarın çalışması bozuluyor ve hiçbir işe
yaramıyorsa, aynı şekilde beynin çalışmasını sağlayan “ruh programı” da “şeytan
virüsünün bulaşması” veya “şeytanlaşmış insanların etkilerine açık hale
getirilmesi durumunda” doğru çalışamaz, böylece insan, iradesini hayır değil
şer yönünde kullanır, doğru kararlar alamaz ve kendi sonunu kendisi hazırlar.
Bu bakımdan nasıl virüslerden kurtulmak için bilgisayara format atmak
gerekiyorsa, şeytan virüslerinin yanlış yönlendirmelerinden kurtulmak için de
“Kur’ân ve sünnetin ilkeleri ışığında düşünmek, sağlam ve sarsılmaz bir imana
sahip olmak, taklidi imanı tahkiki hale getirmek, bulaşmış virüsleri güvenilir
dinî bilgilerle temizlemek, her gün imanını tazelemek/güncellemek ve bu imanı
“takvâ ve salih amellerle” korumak/desteklemek şarttır.
Beynin çalışmasını sağlayan ruh programı tabir caizse “fabrika ayarlarına
uygun” işletilmezse, kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerle, ön yargılarla,
mitolojilerle ve uydurma kıssalarla vesvâsi’l-hannâs’ın (İblis)
yönlendirmelerine açık hâle getirilirse böyle bir insanın Yüce Allah’tan
uzaklaşması, sanal ve sahte varlıkların peşine takılması, onları kendine dost
edinmesi, ömrünü boşa harcayarak kendine zulmetmesi ve ahiretini kaybetmesi
kaçınılmazdır.
Örneğin bir insan, imanını tahkiki hâle getirmemiş ve Yüce Allah’a tam
anlamıyla teslim olmamışsa böyle bir kulun bunalıma/strese/depresyona girmesi
ve beynin sol ön bölgesinin deforme olması söz konusu olabilir. Her ne kadar mezkûr bölge ilaçla geçici
olarak tedavi edilebilse de sağlam/sahih bilgiyle desteklenmeyen ve şeytanın
ayartmalarına açık hale getirilen ruh programı doğru işletilemediği için insan,
“gerçek anlamda ruh ve beden sağlığına kavuşamaz” ve tam olarak huzuru
yakalayamaz. Her ne kadar kullanılan ilaçlar kişide geçici
rahatlama sağlasa, sanal mutluluklar verse de böyle birisi gerçek anlamda
itminana kavuşamaz, her iki dünyasını da kaybedeceği o yolda ilerlemeye devam
eder. Yapılması gereken, girilen o yanlış yoldan bir an önce dönmektir. Aksi
halde geçici rahatlamalar sağlayan o ilaçların intiharları ve cinnetleri
tetiklemesi kaçınılmazdır. Çünkü beşerî ruh, ancak Yüce Allah’ın ilkeleri
(Zikr) ışığında çalıştırılırsa gerçek manada insanı huzur ve itminana
kavuşturabilir.[5]
Diğer taraftan insanın canlı kalmasını sağlayan o ruhu “insanoğluna şah
damarından daha yakın olan Yüce Allah’tan” uzaklaştırmak ve kendi yanına çekmek
için uğraşan vesvâsi’l-hannâs (çok sinsi ayartıcı/şeytanî ses/İblis) vardır. Bu
vesvâsi’l-hannâs iki türlüdür. Bunlardan birisi insanın içinde, görmediği lakin sesini (savt)
işittiği, bütün gücüyle ve sahte vaatlerle onu aldatmaya çalışan “şeytan/İblis”
iken,[6] diğeri ise insanlardan olan ve Yüce
Allah’tan başka varlıklara ilahlık yakıştıran “müşrik, kâfir, atesit, deist,
agnostik, nihilist, münâfık, fasık, mücrim, zalim, vs.” kimselerdir.
Nitekim dünyaya imtihan maksadıyla gönderilen insanoğlu ömrü boyunca
sağlam bir mücadele ortaya koyarak bu sinsi ayartıcıları yenmeyi ve Yüce
Allah’a yakın olmayı başarırsa, O’nun rızasını kazanır ve cenneti elde eder. Çünkü dünya hayatında insanların sinsi
şeytanlara kanarak kötülük yapma imkânları olmasaydı, Kur’ân’a ve Hz.
Peygamber’e ittiba/itaat ederek iyilik yaptıklarında mükâfatlandırılmayı
istemeye hakları olmazdı. Dolayısıyla burada belirleyici olan kişinin
kendi tercihleridir. Bu bakımdan ruhun boyutları olan “akıl, irade, bilinç,
vicdan, idrak, hafıza, his, duygu ve sezgi” doğru bilinir, doğru işletilir,
virüs bulaştırılmaz, bulaşan virüsler güvenilir dinî bilgilerle temizlenirse o
insanın güzel kararlar alabilmesi ve düşmanları olan şeytanları alt edebilmesi
söz konusu olabilir. Zira mezkûr
boyutların tamamını doğru tanımak, tanımlamak, anlamak, anlamlandırmak ve
hepsini yerli yerinde kullanmak gerekir.
Mesela “akıl”, “öğrenme yeteneği
olan zekâ” ve “doğru düşünme
melekesi olan mantık” içerir. Hem öğrenme yeteneği olan “zekâsını” hem
de doğru düşünme melekesi olan “mantığını” yerinde kullanmayarak
körelten/karbonlaştıran/mühürlettiren sonra da hakikate karşı “kör, sağır ve
dilsiz kesilen”[7] insanoğlu kendisine yazık
eder. Çünkü “zekâ” ve “mantık” vahyin
ışığında doğru bilgiyle ve güzel eğitimle geliştirilmezse ve sağlıklı bir
şekilde çalıştırılmazsa “aklın” doğru analizler yapabilmesi ve doğru sonuçlara
ulaşabilmesi imkânsız hâle gelir. Zira insana bahşedilen akıl nimeti,
farklılıklara ve benzerliklere bakarak, parçaları birleştirip ayırarak bir
sonuca varır. Eğer akıl, tüm verileri
sağlıklı bir şekilde toplamaz, gereği şekilde analiz yapmaz, konuyu tüm
yönleriyle incelemez, doğru teraziyle ölçüp tartmaz ve meseleye odaklanmazsa
böyle bir akıl sahibi hiçbir zaman doğru neticelere ulaşamaz ve doğru hükümler
veremez. Bu durumda onu sahte vaatlerle aldatmak isteyen
şeytanın/şeytanlaşmış insanların oyuncağı olmaktan da kurtulamaz. Çünkü akıl bir paraşüt gibidir, açılırsa ve
doğru çalıştırılırsa bir işe yarar. Nasıl paraşütü açılmayanın
yere çakılıp ölmesi mukadder ise aklını kullanmayanın da manen ölmesi,
aptallaşması, birilerinin elinde oyun ve eğlence aracı olması kaçınılmazdır. Bu
bakımdan “vahyin ışığında çalıştırılmayan bir aklın” hakikate ulaşması ve
şeytanı ve şeytanlaşmış kimseleri alt edebilmesi imkânsızdır. Nitekim Kur’an,
aklını kullanmayanların, köreltenlerin ve uyuşturanların üzerlerine rics’in (pisliklerin, adı duyulmamış bulaşıcı
hastalıkların, acıların, streslerin, depresyonların, felaketlerin, musibetlerin
vs.) yağacağını ifade etmektedir.[8]
Ayrıca Mahşer günü bunların; “Keşke
söz dinlemiş veya aklımızı kullanmış olsaydık”[9] mazeretlerinin/bahanelerinin
onlara hiçbir faydasının olamayacağını haber vermektedir.
Aynı şekilde “şuur düzeyini artırmayan, vicdanının sesini
dinlemeyip onu bastıran/kapkara hâle getiren, Yüce Allah’ın kendisine
bahşettiği duygu ve sezgi gibi özelliklerini yerli yerinde kullanmayan”
kimse de kendine zarar verecektir.
Bu nedenle her insanın kendi ruhunda bulunan bu “psikonları” (madde
olmayan zihinleri, foton özellikli kütlesiz enerjileri, ışık hızından daha
hızlı enerji parçacıklarını) geliştirmesi, iyi yolda kullanması ve sağlam bir
iradeyle doğru kararlar alması şarttır. Aksi halde yaratılış gayesinden
uzaklaşması ve şeytanların elince oyuncak olması kaçınılmazdır.
Görüldüğü üzere herkes özgür
iradesiyle yaptığı tercihler sonucu geleceğini/kaderini kendisi belirlemektedir/şekillendirmektedir.
Dolayısıyla ruh, şeytan, cin, nefis, akıl, mantık, muhakeme, şuur, vicdan, his
ve sezgi gibi kavramların ne manaya geldiğini öğrenmeyen, bu konudaki kafa
karışıklıklarını gidermek için beyin fırtınası yapmayan, işin doğrusunu öğrenmek
için zaman/çaba/emek harcamayan, bu dünyada niçin bulunduğunu sorgulamayan,
hayvanlar gibi yiyip, içen, çiftleşen, eğlenen ve uyuyan bir insanın Hakk’ı
tanıması ve O’na gereği şekilde kul olması hiçbir şekilde mümkün değildir.
Böyle birisinin gideceği yer şeytanın ve şeytanlaşmış insanların yanıdır.
Onların da taraftarlarını götürecekleri yer Kur’ân’da şimdiden haber verildiği
üzere hiç kuşkusuz cehennemdir.[10]
Sonuç olarak, Kur’an ve sahih sünnetin ilkeleri ışığında “ruhunda
mündemiç” öğrenme kapasitelerini (zekâlarını)
geliştirmeyen, doğru düşünme melekelerini (mantık kurallarını) göz ardı eden, bilinçlerini (şuurlarını) körelten, vicdanlarının sesini (rahmânî ve
melekânî ses) bastıran, hafızasını
lehve’l-hadisle dolduran, duygularını
ve sezgilerini yerinde kullanmayarak heder eden kimseler
kendilerine bahşedilen tüm bu potansiyelleri verimli kullanmadıkları için başta
kendilerine, daha sonra da diğer insanlara büyük zararlar verecek, ömürlerini
boşa geçirecek ve ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaklardır. (18.12.2015)
[1] el-Fussilet 41/20-22; en-Nisâ
4/56.
[2] el-Kıyâme 75/13-15.
[3] Cinlerle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Ahmet
Emin Seyhan, "Envâru'l-Âşikîn'de Bulunan Bazı Hadislerin Müslümanların
Dinî Anlayışlarına Etkileri Üzerine", Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum,
2013, Sayı: 39, (s. 167-172).
[4] el-A’râf 7/20.
[5] er-Ra’d 13/28.
[6] el-İsra 17/64.
[7] el-Bakara 2/18, 171.
[8] Yûnus, 10/100.
[9] el-Mülk 67/10.
[10] el-Bakara 2/257; en-Nisâ
4/76; İbrahim 14/22; Fâtır 35/6; el-Cin 72/23.
Začala jsem si všímat podivného chování svého manžela a o několik týdnů později jsem zjistila, že můj manžel se s někým vídá na svém pracovišti. Začal se vracet domů pozdě z práce a se mnou nebo dětmi skoro netráví čas navíc. Někdy jde ven a asi týden se ani nevrátí domů. Začal jsem mít velké obavy a potřeboval jsem naléhavou pomoc, abych zachránil své manželství. Když jsem jednoho dne procházel internet, narazil jsem na webovou stránku, která naznačovala, že doktor Ilekhojie může pomoci vyřešit manželské problémy a obnovit vztahy. Kontaktoval jsem ho, řekl mi, že někdo jiný přerušil spojení mezi mnou a mým manželem, a rozhodl se provést rituál smíření, aby to napravil. Poskytla jsem vše, o co požádal, a během 3 dnů začal můj manžel trávit tolik času doma a dokonce mě vzal ven na noc jen my dva. Od té doby se vše vrátilo do normálu a moje rodina je opět šťastná. To vše díky doktoru Ilekhojie. Kontaktujte ho s žádostí o pomoc. Jeho e-mail/ gethelp05@gmail.com a Whatsapp: +2348147400259
YanıtlaSil