Müfterinin Şahitliğine Asla İtibar Edilmez! (322)
Kur’ân-ı Kerîm, şahitliği ebediyen kabul
edilmeyecek kimselerin özelliklerini ve onlara karşı mü’minlerin takınması
gereken tavrı şöyle haber vermektedir:
“İffetli kadınları [zinayla] suçlayıp
sonra da [bu suçlamayı doğrulayıcı yönde güvenilir] dört şahit getiremeyen
kimselere gelince, böylelerine seksen değnek vurun; bundan böyle hiçbir zaman
onların şahitliğini kabul etmeyin; çünkü bunlar gerçekten yoldan çıkmış
kimselerdir! Ancak, bundan sonra (yaptığından ötürü) tövbe edip kendini
düzeltenler [bu kısıtlamanın dışındadır]; çünkü Allah çok acıyıp
esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.”[1]
Görüldüğü üzere bu âyete göre birisini suçladıktan
sonra sağlam delil/kanıt/şahit getiremeyen kimselere kamuya açık alanda 80 sopa
vurulur, bunları toplumun tanıması sağlanır ve bir daha da bu adamların/kadınların
şahitliğine asla itibar edilmez/güvenilmez.
Bu arada şu iki hatırlatmayı yapmamız uygun
olacaktır:
Birincisi; “Bu âyette iffetli kadınlardan
bahsediliyor öyleyse iffetsiz kadınlara iftira atılabilir” diyen adam/kadın
süfehâdandır ve böyle bir sefihin sözüne de asla itibar edilmez. Zira bu âyet,
iffetli kadınlar üzerinden bir misal vermekte, hiçbir kimseye iftira
atılmamasını salık vermekte ve iftira atmayı tamamen yasaklamaktadır.
İkincisi; “Bu âyette iffetli kadınlardan
bahsediliyor, bir İslam âlimi denilmiyor ki, öyleyse İslam âlimlerine iftira
atılabilir” diyen adam/kadın da ahmağın tekidir. Nitekim böyle bir
beyinsize sadece acınır; çünkü böyle konuşan zaten Kur’ân’ın maksadını/ruhunu/amacını
anlayamamıştır. Dolayısıyla bu tür seviyesiz/densiz/cahil adamların peşinden
gitmek insanı felakete sürükler. Bu sefihlerin peşinden giden her zaman
kaybetmeye mahkûmdur.
Bu açıklamalardan sonra artık şunu rahatlıkla
ifade edilebiliriz:
Günümüzde bazı yarım hoca/sahte âlim/sahte şeyh/din
tüccarları hiç Yüce Allah’tan korkmadan başka “din kardeşlerine/gerçek İslâm âlimlerine/samimi siyasetçilere” rahatlıkla
iftira atabilmektedir.
Mesela onlardan bazıları bir İslâm âlimini
eleştirirken onun yazdığı tefsirde Hz. Muhammed’e “kibirli adam” dediğini iddia
etmekte, beyinlerini uyuşturduğu müritleri de bu adamın iftiralarına hiç araştırmadan
inanmakta ve mezkûr âlime düşman kesilmektedir. Daha sonra da o âlimi
itibarsızlaştırmak için ellerinden gelen her türlü karalama kampanyasını
başlatmakta ve yürütmektedir.
Oysa o âlimin yazdığı tefsiri açıp baktığınızda
“kibirli adam” ile kast ettiği kişinin “Mekkeli zengin müşriklerden Velid b.
Muğire ve/veya Ubey b. Ka’b olduğunu” kendisi orada açıkça yazmaktadır. O âlim,
hiçbir şekilde Hz. Muhammed’i kast etmediği gibi onu ima dahi etmemektedir. Hal
böyleyken hiç araştırmadan bu kadar rahatlıkla iftira atan bir adamın
peşinden gitmek ve hâlâ onun sözünü sohbetini dinlemek ne kadar doğrudur?
Nitekim böyle fâsıkları (yoldan çıkmış kimseleri) Kur’ân-ı Kerîm haber vermekte
ve onların peşinden gidenleri şu şekilde uyarmaktadır:
“Siz ey imana ermiş olanlar! Yoldan çıkmışın biri size
[yalan] bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın (her duyduğunuza hemen
inanmayın); yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık
duyarsınız.”[2]
Bu kadar açık ve net uyarıya rağmen, hâlâ böyle
yalan haberlere veya çıkartılan söylentilere inanan ve gerçeği araştırmayan müslümanlar
büyük bir hata ve yanılgı içindedir. Çünkü başkalarının itibarını etkileyecek
asılsız söylentiler çıkartan ve bunları toplumda yayan sahte hoca/din
bezirgânı/şeyh müsveddelerine inanmak ve onların peşinden gitmek apaçık bir suç
ortaklığıdır. Kaldı ki, böyle yapmak, yukarıdaki her iki âyete de karşı gelmek
ve Yüce Allah’ın uyarısını ciddiye almamaktır. Bu ise büyük bir terbiyesizlikten
başkası değildir.
Bu nedenle, mü’minlerin sorgulamaksızın hemen
her duydukları şeye inanmaları ve hiç bir araştırmadan, güvenilir kaynaklara
başvurmadan tercihlerde bulunmaları veya acele kararlar vermeleri doğru
değildir. Zira böyle yapmak masum insanları lekelemektir; iftiralarla onurlu
insanlara kara çalmaktır; onları toplum nezdinde değersizleştirmek ve
itibarsızlaştırmaktır. Bu bakımdan aklı başında, düşünen ve sorgulayan bir mü’minin
bütün bu âyetleri göz ardı ederek adaletten ve hakkaniyetten uzaklaşması ve
şahitliğine güvenilmeyecek sahte hocaların verdikleri bilgilere ve yaptıkları
değerlendirmelere göre hareket etmesi son derece yanlıştır.
Sonuç olarak, her dönemde yalan ve yanlış haberler getiren, utanmadan,
sıkılmadan ve araştırmadan rahatlıkla insanlara iftira atan, şahitlik
ehliyetini kaybeden, yoldan çıkmış yarım hocalar bulunmuştur ve bulunacaktır. Mü’minlere
düşen görev; bunları iyi tanımak, çok dikkatli olmak ve bu tür
vesvâsi’l-hannâs’ları yokluğa/yalnızlığa terk etmektir. Bu sinsi şeytanın
yandaşlarına inanarak ahirette kendilerini savunamayacak sözler söylememek ve
zalimlere destek olmamaktır. Hakk’ın ve
adaletin yanında yer almak ve dünyadayken söylediği ve savunduğu her söz ve
düşünceden bir gün mutlaka hesaba çekileceğini unutmamaktır. (20.03.2015)
Yorumlar
Yorum Gönder