Kur’ân’da Adı Geçen Beş Put İle Kast Edilen Nedir? (325)
Kur’ân-ı Kerîm, dokuzlu çete mensuplarının sıkça başvurdukları bazı
yöntemlerden bahseder. Bu elitistler (seçkinler/jakobenler/mütrefler),
peygamberleri ilahlarına karşı gelmekle, vahiy uydurmakla, cinlenmiş/büyülenmiş
olmakla, halkı yerlerinden yurtlarından etmekle, atalarının dinini değiştirmeye
çalışmakla, ortalığı karıştırmakla, fitne çıkartmakla, insanları birbirine
düşürmekle vs. suçlamışlardır/itham etmişlerdir. Ayrıca bunlar, peygamberler
karşısında başarısız olacaklarını anlayınca halkı yanlarında tutabilmek için
putlardan ve yalanlardan da medet ummaya başlamışlardır.
Nitekim Nûh kavminin ileri gelenleri, halkı yanlarına çekebilmek ve Hz.
Nûh’a karşı kışkırtabilmek için bazı söylemler geliştirmişlerdir. Şu âyetler,
bu müşriklerin putları nasıl kullandıklarını ve insanların inanma duygularını
nasıl istismar ettiklerini haber vermektedir:
“(Nûh kavminin ileri
gelenleri) şöyle dediler: “Sakın ilâhlarınızı (tapındığınız putları)
bırakmayın! Hele (en büyükleri olan) Vedd'i, Suva'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u, Nesr'i
asla terk etmeyin! (Bunun üzerine Nûh da şöyle dua etti): (Rabbim!) Onlar
gerçekten birçoklarını saptırdılar. Madem öyle yaptılar, sen de bu zalimlerin
şaşkınlığını artır! (sapkınlığın/dalâletin artması uğruna kurdukları bu
tuzaklarını/entrikalarını boşa çıkar!)”[1]
Tefsirlerde “Vedd”, “Süvâ’”, “Yeğüs”, “Ye’ûk” ve “Nesr” adındaki bu
beş putun Nûh kavminin taptığı putlar olduğu ifade edilmektedir. Nitekim bu beş
puta tapınma âdeti müşrikler arasında yayılarak “kültürler arası etkileşimle”
Câhiliye dönemi Araplarına da sirayet etmiştir. Kaynaklarda ifade edildiği
üzere kutsallık atfedilen bu beş put, İslâm öncesi Arapların da taptıkları
putlar arasında yer almaktadır.
Şöyle ki; “Vedd”, Kudaa kabilesinin bir kolu olan Beni Kalüb b.
Vebure’nin ilahı idi. Onlar bu ilahları için Dûmetu’l-Cendel denilen yerde bir
tapınak inşa etmişlerdi ve bu put iri yarı bir “erkek” şeklindeydi.
“Süvâ’”, Huzeyl kabilesinin tanrıçasıydı ve bir “kadın” şeklindeydi. Yanbu’ya yakın
Ruhat denilen yerde bir tapınağı vardı.
“Yeğüs”, Tay kabilesinin ve bu kabilenin bir kolu olan Enum ve
Mezhic’in bazı kollarının putu idi. Mezhicliler Yemen ve Hicaz arasındaki Cürş
denilen bir yere put dikmişlerdi ve bu put “dişi bir aslan” biçimindeydi.
“Ye’ûk” ise Yemen’in Hemdân bölgesinde Hemdân kabilesinin bir kolu
olan Heyvan’ın ilahıydı ve “at”
şeklindeydi.
“Nesr”, Himyer bölgesinde Himyer kabilesinin bir kolu olan Âl-i
zu’l-Kula’nın putu idi. Bu put da bir “akbaba/kartal”
şeklindeydi.
Görüldüğü üzere Câhiliye dönemi Arap Yarımadasında yaşayan putperestler
“duyularla algılanamayan soyut bir varlığa doğrudan yönelmenin imkânsız
olduğuna inanmış, bu nedenle tanrıları adına taşlardan heykeller yapmış,
tanrılarının bu heykellere hulûl/tecelli ettiklerine inanmış, bu putlara
tapınmanın kendilerini tanrılarına yaklaştıracağını düşünmüş” ve nihayetinde de
şirke saplanmışlardır.
Bu bakımdan insanların geçmişte de bir takım putlara/heykellere
çok farklı anlamlar yükledikleri ve bu sahte ilahlardan medet umdukları
bilinmelidir. İşte Nûh kavminin imtiyazlı seçkinleri de yaptırdıkları putlar
vasıtasıyla insanları sömürmüş ve kurdukları düzeni yıkmaya çalışan
peygamberlere savaş ilan etmişlerdir.
Onlar, büyük bir erkek heykeli olan “Vedd” putuna, “sevgi ve aşk”
temasını yüklemiş ve insanların duygularını bu şekilde istismar etmişlerdir.
Kadın şeklinde olan “Süvâ’” adlı heykele ise “bolluk-bereket” temalarını
yüklemiş ve insanların hayallerini sömürmüşlerdir. Dişi aslan biçimindeki “Yeğüs”
adlı puta “yardımseverlik” temasını, at şeklindeki “Ye’ûk”a “mal ve mülk elde
arzusu, zenginlik” temalarını ve kartal şeklindeki “Nesr” heykeline ise “güç,
kuvvet, kudret” temalarını yüklemiş, böylece insanların her türlü duygularını
istismar etmekten çekinmemişlerdir.
Günümüzde de kurulu düzenlerinin bozulacağından korkan seçkinler ile
bunların yandaşları benzer kavramları istismara devam etmektedir. Bu zihniyetin
günümüzdeki temsilcileri de “sevgi, aşk, bolluk, bereket, yardımseverlik,
zenginlik, güç, kuvvet ve kudret” gibi kavramları kullanarak kitleleri
uyutmakta ve kokuşmuş düzenlerini sürdürmektedir. Elbette bu kavramlar kötü
değildir. Ancak bunların içlerinin nasıl doldurulduğu ve hangi amaçlar için
kullanıldıkları çok iyi tespit edilmelidir.
Bu itibarla, vesvâsi’l-hannâs olan şeytanın insanoğluna amellerini
süslü göstermeye çalıştığı unutulmamalıdır. “Şeytanın insana amellerini süslü
göstermesi” demek, yaptığı kötü bir davranışın haklı, doğru, mantıklı ve
yerinde olduğuna onu inandırması ve ikna etmesi; ortaya attığı ilginç öneri ve
tekliflerle onu baştan çıkartıp ayartması demektir. Dolayısıyla görünen ve
görünmeyen şeytanlarla mücadelede başarılı olmak isteyenlerin Kur’ân’ı doğru
anlamaktan, Hz. Peygamber’in sahih sünnetinin ilkelerine sarılmaktan başka
çareleri yoktur.
Nitekim günümüzde de bir takım güzel, büyüleyici ve etkileyici
kavramlarla insanlar yanlış yollara kanalize edilebilmektedir. Mesela “adalet,
eşitlik, özgürlük, barış, ulusal güvenlik, çevrecilik vs.” gibi insanların
hasret/özlem duyduğu olumlu manalar içeren kavramlar vardır ve bunları istismar
edenler mevcuttur. Bu nedenle mezkûr terimleri kimlerin, niçin ve hangi
maksatla kullandığı çok iyi bilinmelidir. Sahtekârların bu kavramları kendi
çıkarları için kullandıkları ve kitleleri peşlerinden sürükledikleri asla
unutulmamalıdır.
Dolayısıyla “sosyal adalet, hukukun üstünlüğü, kardeşlik, eşitlik,
hak, hukuk, adil paylaşım, gelir dağılımında adalet, ekonomik özgürlük” ve
benzeri kavramların büyüleyici ve etkileyici cazibesine kapılarak sahtekârların
peşinden gitmek insana her zaman kaybettirir.
Nasıl ki Hz. Nûh’un değil de Nûh kavminin seçkinlerinin peşinden
gidenler kaybetmişse, günümüzde de milletin dinî, ahlâkî ve manevî
değerlerinden kopuk hayat yaşayan dokuzlu çete mensuplarının peşinden gidenler
kaybetmeye mahkûmdur. Dolayısıyla burada önemli olan bu kavramların
kullanılması değil, bu kavramları kimlerin nasıl istismar ettiği ve milleti
nasıl aldattığıdır.
Sonuç olarak akıllı insan, kendini kullandırtmayan insandır. Görünen
ve görünmeyen şeytanlarla mücadeleyi en güzel şekilde yapan, sözün en güzelini
arayıp bulan ve ona tabi olandır.[2] Süslü
kavramların büyüleyici cazibesine kapılarak çetelerin/sahtekârların peşinden
gitmeyendir. Kutsalın kendisinde tecelli ettiğini iddia eden sahte velilerden/sahte
şeyhlerden/sahte hocalardan/sahte liderlerden uzaklaşan ve bunlarla arasına
mesafe koyandır. (10.04.2015)
Yorumlar
Yorum Gönder