Zalime ve Mazluma Aynı Mesafede Durmak İslâm’a Aykırıdır (268)
Peygamber efendimiz ashâbına “Zalime de mazluma da yardım etmelerini”
emredince sahabe; “Mazluma yardım etmeyi anladık, ama zalime nasıl yardım
edelim?” diye sormuş, Hz. Peygamber de; “Kötülük yapmasına engel olarak”
cevabını vermiştir. Görüldüğü üzere müslümanca
tavır haktan ve adaletten yana olmak, zalime dur demek, gücü ve güçlüyü değil,
hakkı ve haklıyı savunmak, evrensel hukuk ve ahlak ilkelerinin yanında yer
almaktır.
Zalime de mazluma da; “Sen de haklısın kardeşim!” demek doğru
değildir. Bu, müslümanca tavır hiç değildir. Bu itibarla, İslâm’ın iki temel
kaynağı çok iyi bilinmeli ve hassas bir şekilde olaylar gözlemlenerek
gerçeklerden yana tavır konulmalıdır.
Elindeki imkânları kaybetmekten korkan, bu yüzden de gerçeklerin üzerini
örten, zalime dolaylı destek olan, zulme hiçbir tepki göstermeyen, omurgasız
bir duruş sergileyen kişi iyi bir insan veya mü’min değildir ve olamaz. Zira
zulme rıza zulümdür; müslüman, zalimle işbirliği yapamaz ona destek olamaz; olursa
da kamil mü’min kalamaz. Çünkü kendisine yapılan tüm uyarılara rağmen Kur’ân ve
sünnetin ilkelerini çiğnemiş ve yanlışından vazgeçmemiş, hatada ısrar etmiş ve
dininin emirlerini hafife almıştır. Dilsiz şeytan olmayı kabullenmiş ve
çıkarını/menfaatini öncelemiştir.
Sırtını gerçeklere dönen, belden
aşağı vurmayı alışkanlık haline getiren, meşru olmayan hedefine varmak için her
yolu mübah gören ve iftira atmaktan utanmayan bir insan uzun vadede mutlaka
kaybeder. Dolayısıyla bir mü’min için her zaman belirleyici olan, Yüce
Allah’ın koyduğu kurallar ve Hz. Peygamber’in sahih sünnetidir. Değilse o
kişinin fâcir, fasık, kâfir veya münafık olması söz konusu olabilir. Zira Kur’ân
ve sünnet bu gibi kimselerin özelliklerinden bahseden örneklerle doludur. Bir
başka ifadeyle, temel iki kaynağımız bunların davranışlarından ve sözlerinden
örnekler verir bu tipleri bizlere tanıtır ve onlara karşı dikkatli olmamızı
öğütler.
Mesela birilerinin kalkıp “radikal İslâm”, “modernist İslâm”, “köktenci
İslâm”, “ılımlı İslâm”, “siyasal İslâm”, “sivil İslâm”, “sol İslâm”, “resmi
İslâm”, “devlet İslâmı”, “İslâmi terör”, “İslâmcı terörist” diyerek Yüce
dinimizi yanlış tanıtmaya, dinin imajını kirletmeye, gayr-i müslimleri
İslâm’dan soğutmaya ve sürekli bunun kara propagandasını yapmaya hakları
yoktur. Eğer yapıyorlarsa, burada tüm mü’minlere
düşen görev, İslâm’ın bu sıfatlarla anılmayı hak etmediğini tüm dünyaya
haykırmak, işin doğrusunu söylemek, yanlış yapanlara karşı onurlu ve ilkeli bir
tutum sergilemek ve dinleri en güzel şekilde savunmak olmalıdır.
Zalimlerle birlikte kara propagandaya alet olan kişi dinine büyük bir
ihaneti ve kötülüğü yaptığını fark etmeli ve yanlışından derhal vazgeçmelidir.
Zira mü’minlerin “dinlerini”,
“akıllarını”, “canlarını”, “mallarını” ve “nesillerini” korumak
gibi asli görevleri vardır. Bu görevlerini ihmal eden ve savsaklayan, bir kavme
duydukları kin ve öfke nedeniyle hakikatten ayrılanlar yanlış yoldadır.
Dolayısıyla zalimleri uyarmak ve yanlışlarına dikkat çekmek, Hz. Peygamber’in müslümanlara
yüklediği bir ödevdir ve bu da sahih bir sünnettir. Bu bakımdan dinini doğru
kaynaktan öğrenmeyerek yanlış yapan sorumlu olacağını bilmelidir.
Sonuç olarak, zalim ve mazlumun aynı anda haklı olmaları mümkün değildir.
Bir taraf kesinlikle haksızdır, haddi aşmıştır ve zalimdir. Diğer taraf ise
zayıf ve güçsüz olduğundan zulme uğramıştır, kendini savunma çabasındadır ve
mazlumdur. Burada yapılması gereken
ilkenin yanında yer almak, zalimin zulmüne engel olmak, adaletin tesisi için
bütün gücüyle çalışmaktır. Bunu yapmayanların kâmil mü’min
olamayacaklarını söylemek ise yanlış olmayacaktır. Zira Kur’ân ve sünnetin
ilkeleri ortadadır ve başka hiçbir söze ihtiyaç bırakmayacak kadar da açık,
seçik ve berraktır. (28.02.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder