Yoksa Sen Her Şeyin Bittiğini mi Sanıyorsun? (237)
İslâm’ı bir bütün olarak öğrenmeyen, kendilerini çok iyi yetiştirmeyen ve
doğru bir bakış açısına sahip olmayan bazı kimseler irşâd hizmetine soyunmakta
ve farkında olmadan çok büyük bir vebali omuzlamaktadır. Gerek geçmişte gerekse
günümüzde halkı dinî konularda aydınlatma görevini üstlenen böyle din
anlatıcılarının çok dikkatli olmaları gerekirken hâlâ hakkında bilgi sahibi
olmadıkları konularda konuşmaları, hem kendilerine hem de başkalarına büyük zararlar
vermektedir.
Oysa irşada/tebliğe soyunan bu kimselerin öncelikle İslâm’ı çok iyi öğrenmeleri,
uygulamaları, sonra da başkalarına anlatmaya başlamaları gerekirdi. Özetle, yarım
yamalak dinî bilgiyle İslâmî konularda ahkâm kesenler yanlış yoldadır. Böyle
tiplere inananlar ise gerçeği araştırmadıkları için sorumludur. Sahasında uzman
ve ihlaslı âlimleri dinlemek, onlara ittibâ etmek yerine, “yanlış bilgileri din
diye anlatanların” peşine takılmak doğru değildir. Dolayısıyla zora talip olmaktan,
gerçeklerin peşinde koşmaktan ve sorumluluk almaktan kaçan müslümanlar da
sorumludur.
Bu bakımdan camiler, Kur’ân Kursları, tv kanalları, radyolar, sosyal
medya veya farklı mecralarda İslâm’ı anlatanların dikkat etmeleri gereken çok önemli
noktalar vardır. Kanaatimizce onlar dinî konuları anlatırken sadece işin “ibadet
yönüne” takılıp kalmakta, “ubudiyetin diğer unsurlarını” ihmal etmekte ve müslümanlara
büyük ufuk ve hedefler gösterememektedir.
Bu itibarla dini anlatan ve öğretenlerin üzerinde çok daha fazla
durmaları gereken bazı önemli hususların altını çizelim.
Din anlatıcıları, insanların sağlam
ve sarsılmaz bir imana sahip olmaları için çok daha fazla çaba sarf
etmeli ve bu konuyu sürekli gündemlerine almalıdır.
İbadetlerin önemine vurgu yaparken “gösterişten uzak, ihlasla yapılan ibadet” üzerinde çok daha
fazla durmalıdır.
İman ve ibadet konularından sonra mutlaka “güzel ahlâka” değinmeli ve bu konuyu asla ihmal etmemelidir. Kur’ân’ın
ahlâkı ile ahlâklanmayanların kâmil mü’minler olamayacaklarını ve İslâm’ı
temsil ve tebliğ edemeyeceklerini ifade etmelidir. Zira tutarlı, ilkeli ve
kararlı olmayan bir mü’min asla örnek mü’min olamaz. Kaldı ki böyle olmayan
müminleri kimse ciddiye almaz.
Yaşadıkları ülkede “hukukun
üstünlüğü, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri, hesapverebilirlik, şeffaflık, ileri
demokrasi, şura vb. temel konulara” da temas etmeli, bilinçli ve duyarlı
bir İslâm toplumunun inşasında bunların da çok mühim olduğuna vurgu yapmalı ve
bu kavramların müslümanların zihin dünyalarına yerleşmesine gayret etmelidir.
Müslümanların yaşadıkları coğrafyaların mutlaka huzur, güven ve emniyet içinde olması gerektiği hususunu
sürekli gündemde tutmalıdır.
Sadece bunlarla da işin bitmediğini ve İslâm toplumunun her yönden
gelişmek zorunda olduğunu ifade etmelidir. Ekonomik yönden gelişmek, öncelikle “küresel ve bölgesel güç”, sonra ise
“süper güç” olmak, dünya markası ürünler üretmek, yeni buluşlar ve icatlar
yapmak, teknoloji geliştirmek, kaliteli mal ve hizmet ortaya koymak, imanlı ve
ahlâklı nesiller yetiştirmek gerektiğinin altını devamlı çizmelidir.
İslâm’ı tüm dünyada temsil ve tebliğ etmek, îla-i kelimetullah uğrunda
mücadele etmek, her ülkenin dilini
konuşacak, İslâmî değerleri oralara taşıyacak/anlatacak, oralarda görev yapacak
genç ve dinamik kadrolar yetiştirmek gerektiğini her fırsatta cemaate ve
izleyicilere anlatmalıdır.
Yeryüzünde adaleti kâim kılmanın
ve barışı tesis etmenin tüm mü’minlerin/ümmetin görevi olduğunu sürekli hatırlatmalıdır.
Yeryüzündeki tüm haksızlıkları engellemenin mü’minlerin birinci vazifesi
olduğu üzerinde daha sık durmalıdır.
Dünyanın her yerinde tüm insanların din, vicdan ve ifade özgürlüğünü elde etmeleri için mü’minlerin
yapması gereken çok büyük sorumluluklar olduğuna vurgu yapmalıdır.
Dünyanın her köşesinde her insana
sağlık hizmeti sunacak, açları
doyuracak, zulüm altında inleyenlerin imdadına koşacak, onları eğitecek ve
oralarda devamlı kalacak imanlı ve ehliyetli kadrolar yetiştirmenin önemli
bir vazife olduğunu ifade etmelidir.
Dünyadaki sorunların çözümüne yönelik öneriler sunmak, açlık, fakirlik, cehalet, geri kalmışlık ve
çevresel problemleri halletmek gibi hususlarda diğer milletlerle işbirliği
yapmanın da tüm mü’minlerin bir
ödevi olduğunu anlatmalıdır.
Hayırlı işlerde, takvada, erdemde
yarış etmenin, düşmanlığı ve kötülükleri engelleme hususunda da yardımlaşma ve dayanışma
içinde olmanın önemine vurgu yapmalıdır.
Tüm bunları anlatmayarak sadece belli bazı ibadetleri yapmayı tavsiye
eden, kulluğu geri plana iten, sürekli “yanlış anlaşılan ve aktarılan kaza
namazına” üzerinde duran, “nikâh tazeleme seansları” yaptırtan, “belli bazı
zikirleri yapmayı” yeterli gören ve “İslâm’ı bir bütün olarak tanıtıp
öğretmeyenlerin” ciddi veballe karşı karşıya olduklarını bilmeleri
gerekmektedir.
Sonuç olarak, yapılacak olanlar bellidir. İşin doğrusunu öğrenmek ve
sonra da bunları topluma anlatmak isteyenlerin bakması gereken Kur’ân-ı Kerîm
ve sahih sünnetin temel ilkeleridir. Bu iki kaynağı esas alarak kaliteli hizmetler
yapmaktır. Hakikate kulak vermek, sahasında uzman, muhakeme yeteneği sağlam,
ihlaslı, ehil İslâm âlimi olmaya çalışmaktır. Böyle olmayanların yanlış
yaptıkları ve kendilerine yazık ettikleri ise bir gerçektir. (11.01.2013)
Yorumlar
Yorum Gönder