Özgürlük, Sorumluluk ve Kanser Hücresi (295)
Modernizm’in sunduğu özgürlük tanımında “Canının istediğini yap!
Zincirleri kır! Duvarları yık! Özgür ol! Çünkü sen özgür bir bireysin! Kimse
sana sınır koyamaz! Kimse sana karışamaz! Hayatını yaşa! Keyfine bak!”
anlayışının hâkim olduğu görülmektedir. Bu sakat anlayış, özgürlük kılıfı
altında şehevânî arzuların ve şeytânî dürtülerin yerine getirilmesini tavsiye
etmekte ve söz konusu sloganik
cümlelerle insanların bilinçaltlarına yanlış mesajlar verilmektedir. Bu
sözlerin sahte cazibesi kapılanlar ise sorumluluklarını rafa kaldırdıkları için
manevî anlamda felaket üstüne felaket yaşamaktadır.
Oysa çocuğun veya gencin her istediğini yapmak, ona sınırsız özgürlük
tanımak onu “kural tanımaz bir kişiliğe” büründürür. Sürekli kendisine hizmet
edilmesini bekleyen ve başkalarının dikkatini çekmeyi amaç edinen böyle bencil
birey, ailesiyle ve toplumla sosyal ilişki kuramaz, sorumluluk bilinci
geliştiremez, problem üstüne problem yaşar.
Sağlıklı birey sınırsız
özgürlükle değil “dengeli bir disiplinle” yetiştirilir. Bu nedenle
“özgürlük ve sorumluluk” arasında mutlaka denge şarttır. Bu denge günümüzde
fazlasıyla bozulmuştur. Çünkü Hümanizm (insanı tanrı yerine koyan ideoloji/batıl
din); “Eğlenmek senin hakkındır, eğer canının istediğini şeyleri yapamıyor,
zevklerini tatmin edemiyorsan özgür değilsin!” anlayışını gençlerin zihinlerine
sürekli empoze etmektedir. “Zevklerini
kısıtlayan her şeyi özgürlüğünü kısıtlayan unsur” olarak algılayan gençler
ise sağlıklı düşünememekte, gelecek planları yapamamakta ve çok yanlış kararlar
alabilmektedir.
Mesela yeni yetişmekte olan genç kendisine söylenen “Hayır! Olmaz” sözcüğünü “özgürlüğüne
vurulmuş bir darbe” olarak görmekte, ailesiyle ve toplumla çatışmakta,
öğretmenlerinin sözlerini dinlememekte, böylece giderek yalnızlaşmakta,
özgürleşmek isterken mutsuz olmakta, sonra da huzuru yanlış yerlerde, sanal âlemde veya sentetik uyuşturucularda
(bonzai vs.) aramaktadır. Dolayısıyla bu tür sorunları çözmek isteyenler
meselenin kökenine inmek zorundadır. Kanaatimizce bu gerçeği anlamak istemeyen,
söz konusu “sakat özgürlük anlayışının” toplumu getirdiği noktayı görmemekte
ısrar eden ve gereken tedbirlerin alınmasını geciktirenler/engelleyenler çok
büyük bir yanlış yapmaktadır.
Konuyla ilgili Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın şu çarpıcı tespitleri iyi
niyetle çözüm arayanlara yol ve ufuk gösterici niteliktedir:
“Vücuttaki en özgür hücre hangisidir?” diye sorsak cevabımız; “kanser
hücresi” olur. Çünkü kanser hücresi yanındaki hücreyi yutar, vücuda giren kan
şekerini diğer hücrelerin üç beş misli daha fazla tüketir. Hızla büyür. Çünkü
özgürdür. Ama burada sorumsuz ve şeytânî bir özgürlük vardır. O derece özgürdür
ki büyür de büyür, bütün dokuları yok eder ve vücutla birlikte en sonunda
kendisi de ölür. İşte bu, sınırsız, narsistik bir özgürlüktür.
Bencil insan da böyledir. Hep kendini önemser, kendini merkeze alır.
Özgürlükleri kendine göre yorumlar. Hak duygusunda da kendine öncelik verir.
Kendini birinci planda tutar. Eşiyle problem yaşadığı zaman; “Dünyaya bir defa
geldim” der ve evliliği bitirir.
İşyerinde kendi çıkarına uymayan bir şey olduğunda “Benim özgürlüğümü
kısıtlıyor” der ve onu reddeder. İşte bu, narsistik kişilik yapılanmasıdır.
Bunlar sosyal dokudaki kanser hücresi gibidir. Eğer bunlara sınır koymazsak;
“Yanlış yapıyorsun!” demezsek gittikçe büyürler.
Aynı şekilde “Özgürlüğü var!” diyerek çocuğun her dediğini yaparsanız,
onu küçük bir hükümdara dönüştürürsünüz. Küçük bir “canavar” olur. Çocuğun her
istediğini yapmak ona özgürlüğünü vermek demek değildir. Anne-babanın amacı, çocuğu o an mutlu etmek değil, onu geleceğe
hazırlamaktır. Çocuğun orta ve uzun vadeli mutluluğunu düşünmektir.
İnsan bencilce bir özgürlüğü yücelttiği zaman “anlık mutluluğu”
düşünür. Ama üç sene, beş sene sonraki mutluluğu hesaba katmaz. Tıpkı kanser
hücresi gibi o anki isteklerini tatmin etme peşindedir. Altı ay, bir sene sona
kendi vücudunu öldüreceğini düşünmez bile.” [1]
Görüldüğü üzere kurallara uymak, sorumluluk sahibi olmak ve uzun vadeli
planlar yapmak özgürlüğe engel değildir. Şurası unutulmamalıdır ki özgürlüğün
de bir sınırı vardır. Sağlıklı insan, kurallara uyduğu zaman özgürlüğünün
kısıtlandığını düşünmez ve düşünmemelidir. Aksi halde canının her istediğini yapan kişi tıpkı kanser hücresi gibi
davranır; orta ve uzun vadede maddî ve manevî olarak kendini tüketir/bitirir.
Şeytânî sese kulak vermek ve onun her dediğini yapmak, kanser hücresini
özgür bırakmak ve onun hoşuna giden şekerli gıdaları ona vermek gibidir. Böyle
yapan kimse, kendi sonunu kendisi hazırlar ve kendine yazık eder. Dolayısıyla sınırsız özgürlük ile kanser
hücresi arasındaki bu paralelliği anlamak ve akl-ı selim ile hareket etmek
gerekir. Bu büyük mücadelede ümitsizliğe kapılan ve vesvâsi’l-hannâs’ın
etkisine giren kaybeder.
Bir başka ifadeyle, özgür iradesini “sadrındaki/göğsündeki şeytanın
çağrıları” istikametinde kullanarak nefsin kötülük yapma potansiyelini harekete
geçiren kendine yazık eder. Çünkü
şeytan, her insanın içinde bir tanedir ve “kanın damarlarda dolaştığı gibi”
sürekli dolaşır ve vesvese verir. Nitekim Nas Sûresi’nde hem görünmeyen “şeytana/İblis’e”
hem de görünen “insan şeytanlarına” dikkat çekilmekte ve bu sinsi ayartıcılara/düşmanlara
karşı müteyakkız olunması tavsiye edilmektedir:
“De ki: (Gerek görünen varlık olan şeytanlaşmış) insanlardan ve
(gerekse) görünmeyen varlıklardan (olup da) insanların sadırlarında/göğüslerinde
(sürekli) onlara (kötü düşünceler) fısıldayan sinsi ayartıcının (insanın
nefsine kodlanmış takvâ programına değil de, fucûr yazılımına göre hareket
etmesini isteyen çok iyi gizlenmiş şeytânî sesin) şerrinden (bitip tükenmek
bilmeyen tuzaklarından, hile ve desiselerinden, süslü yalanlarından, yanlış
yönlendirmelerinden, dürtüklemelerinden ve kışkırtmalarından) insanların
Rabbine, insanların Melikine, insanların İlâhına sığınırım.”[2]
Görüldüğü üzere insanı kandırmaya ve ayartmaya çalışan, bunun için de
sürekli ilginç öneri ve tekliflerde bulunan, yanlışlarını doğru, yerinde,
isabetli, uygun ve haklı gösteren ve insanın apaçık düşmanı olduğu Kur’ân’da
haber verilen şeytan/vesvâsi’l-hannâs/garûr/İblis,
insanın dışında başka bir yerde değil bizzat her insanın kendi sadrında/göğsündedir.
Onu düşman bellemeyip özgür bırakan ve her dediğini yapan insan kaybetmeye
mahkûmdur.
Sonuç olarak, “zevkleri kısıtlayan her şeyi özgürlüğü kısıtlayan bir
unsur” olarak algılamak son derece yanlıştır. Modernizmin ve Hümanizmin bu
sakat anlayışını “hayat prensibi” haline getirenler büyük hata yapar. Sağlıklı
nesiller yetiştirmek için özgürlüğü ve sorumluluğu doğru tanımlamak ve bunu
gençlere doğru öğretmek gerekir. Bu konuda başta aileler olmak üzere, tüm
eğitimcilere, medyaya ve yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Bu vazifelerini
ihmal edenler içki, uyuşturucu ve kumar gibi kötü alışkanlıklara kapılan genç
nesiller için kıllarını kıpırdatmayanlar sorumsuz insanlardır. Bu gibilerin vurdumduymazlıklarının
olumsuz sonuçlarıyla karşılaştıklarında gözyaşı dökmeye hakları yoktur. Dökseler
de sağlıklı tefekkür yapanlar nezdinde bunun hiçbir anlamı olmaz. Çünkü onlar
geçmişte kendilerine yapılan uyarılara “ukalaca kulak tıkamış”, sırıtmış ve
“küstahça tavırlar” takınmışlardır. Bunun bedelini hem bu dünyada hem de
ahirette er ya da geç ödediklerinde ise suçlamaları gereken sadece ve sadece kendileri
olacaktır. (05.09.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder