Irkçılık Hiçbir Zaman Çare Değildir (239)
İslâm, insanların dünya ve ahiret hayatında nasıl mutlu olacaklarının
ilke ve esaslarını ortaya koyan son dindir. Hz. Peygamber, bu kuralların nasıl
uygulanacağını yaşayarak göstermiş son peygamberdir. Müslümanların
problemlerinin çözümü için bu iki kaynağa başvurmaları yeterlidir. Ancak her
zaman olduğu gibi bu iki kaynağın ne dediğine bakmak yerine şeytan ve
taraftarlarının peşinden giden ve kendi şahsi çıkarlarını ön plana çıkaranlar vardır.
Böyle kimseler ahiret günü kaybettiklerini anladıklarında iş işten geçmiş
olacaktır.
İslâm’a göre bir ülkenin yönetiminde belli bir kavmin/ırkın mensuplarının
egemen olması hiçbir zaman söz konusu değildir. İslâm her zaman liyakate önem
verir ve ehliyeti esas alır. Bir insanın işinin uzmanı, ahlâklı, becerikli ve
güvenilir olması mühimdir. Kadın veya erkek olması, şu veya bu ırktan gelmesi hiç
önemli değildir. Önemli olan, kişinin yaptığı işin hakkını vermesidir.
Müslümana düşen görev böyle birini seçmek ya da böyle bir kişinin hak ettiği
göreve gelmesine destek olmaktır. “Bizden
değil” veya “Tamam işte bu bizden” gibi
düşünler sakattır. Bir müslümanın ölçüsü bunlar değildir ve asla olamaz. Atanan
ya da seçilen kişi, eğer görevinin hakkını vermiyorsa, onun değiştirilmesinde de
hiçbir sakınca yoktur.
Diğer taraftan bir ülkede parayı ve silahı elinde bulunduranlar, hukukun
ilkelerini belirleyemez. Konunun uzmanı kimseler adaleti tesis edecek hukuk
ilkelerini “vahyin evrensel ilkelerinden” de faydalanarak, uzun istişareler
sonucu ortaya koyar, alınan kararlar o toplumda yaşayan insanlara tek tek
anlatılır. İnsanlar da bu kararları uzunca bir süre tartışır, varsa aksaklıklar
ve eksiklikler giderilir, daha güzeline ulaşılır ve nihayet kanun maddeleri halkın
oyuna sunulur. Çoğunluğun dediğine göre o kurallar kabul edilir ve herkes kabul
edilen o kurallara uyar/uymak zorundadır. Burada hiçbir etnik kökene ayrıcalık
ve üstünlük tanınmaz. Herkes dinini özgürce yaşar, dilini konuşur, kültürünü ve
geleneklerini yaşatır. Arap olmak veya Hz. Peygamber’in soyundan gelmek gibi
hususlar imtiyaz/üstünlük nedeni olarak gösterilemez.
Anayasaya ve ona uygun hazırlanan kanunlara herkes uymak durumundadır. Hukukun
üstünlüğü esastır. Kimse kimseye dayatmada bulunamaz. Şiddet içermeyen her
türlü düşünce ve fikir özgürce ifade edilir. Ancak nefret söylemi, hakaret ve
ayrımcılık yapmak yasaktır.
Nihayet din kardeşliğe dayanan bir birlik kurulur ve herkes belirlenen
esaslara harfiyen uyar. Birliği bozmaya kalkışan, fitne çıkartan, bölünmeyi ve
parçalanmayı savunan, ayrımcılık yapan, kendilerine özel imtiyazlar isteyen,
hukukun ilkelerine dışına çıkan, silaha sarılan ve terör örgütleri kuranlar suç
işlemiş sayılır. Hakların ve özgürlüklerin kullanılması, Anayasada belirlenen kardeşlik
ve birlik esasına aykırı olmaz. Yanlış yapan cezasını çeker.
Öte yandan farklı din ve inanç mensupları İslâm devleti sınırları içinde o
ülkenin bir vatandaşı da olarak özgürce din ve inançlarını ya da
inançsızlıklarını yaşar. Kimse onlara genel ahlâk kurallarına aykırı
davranmadıkça hiçbir zorlama ve dayatmada bulunamaz. Hukuk önünde herkes eşit
vatandaştır. Sebepsiz yere hakları kısıtlanamaz. Onlardan suç işleyenler olursa
hukuk kuralları içinde belirlenen cezalar onlar için de aynen geçerli olur.
Etnik milliyetçilik yaparak kendi kavmini üstün, diğer ırkları küçük görenler
kınanır ve ayıplanır. Çünkü insanların farklı ırk ve renklerde yaratılmaları,
farklı dilleri konuşuyor olmaları onların tercihi olmadığı gibi bu bir kusur/ayıp/eksiklik/suç
nedeni de değildir. Aksine bütün bunlar Yüce Allah’ın varlığının ve birliğinin
delillerindendir. Farklı ırka, renge veya dine mensup insanlarla oturup
konuşmak, tanışmak ve birlikte yaşamak yerine onları bu özelikleri nedeniyle hor
görmek, suçlamak, dışlamak ve ötekileştirmek yanlıştır.
Sonuç olarak, toplumun ve tüm insanlığın sorunlarının çözümü için Kur’ân
ve sünnetin ilke ve esaslarını doğru anlamak ve uygulamak yeterlidir. Bu iki
kaynağın tavsiyeleri yerine sürekli kavga etmek, ortak aklı devre dışı bırakmak,
tefrikaya düşmek, iç savaş çıkartmak veya ırkçılık yapmak yanlıştır. Dar
kalıplar içinde düşünmek ve toplumun sorunlarını daha da büyütmek doğru
değildir. Hakiki bir mü’mine düşen görev bu ilkeleri öğrenmek ve bu ilkeler
ışığında karar vermektir. Bu şaşmaz prensiplere bakarak, bunları ölçü/kıstas
alarak yanlış yapan, hatada ısrar eden, menfaatini önceleyenlere hak ettiği
dersi vermektir. Bu evrensel ilkeleri savunan, özü ve sözü bir, söylediğini
yapan, yaptığını söyleyen, tutarlı, onurlu ve ilkeli mü’minlere her zaman
destek olmaktır. (08.02.2013)
Yorumlar
Yorum Gönder