Farklı Mezhebe Mensup Müslümanlar Savaşırlarsa Ne Yapmalıdır? (255)
Müslümanlar da zaman zaman içlerindeki şeytanî
sese kulak vererek zulüm yapabilir, yanlış kararlar alabilir, hak ve adalet
sınırlarını ihlal edebilir. Nitekim Kur’ân, müslümanların da böyle bir yanlışa
düşebileceklerini haber vermektedir. Bu tür durumlarda bir tarafın haksız ve
azgın olduğu, keyfi kararlar aldığı ve diğer tarafı ezmeye kalkıştığı açıktır.
Zira her iki tarafında sonuna kadar haklı oldukları durumlar ya yoktur ya da
yok denecek kadar azdır. Genellikle bir taraf aşırı saldırgan, haksız ve
zalimdir. Diğer taraf ise zulme maruz kalmış, zayıf ve çaresizdir, hakkını
arama ve kendini savunma çabasındadır ve yardıma ihtiyaç duymaktadır.
Pekiyi böyle bir durumda dünyadaki diğer müslümanlara
düşen vazife nedir? Kur’ân-ı Kerîm böyle bir durumda onlara hangi sorumluluğu
yüklemektedir?
Kur’ân’a bakıldığında, çoğunluğunu
müslümanların oluşturduğu iki devlet, grup veya mezhep mensubu kendi aralarında
savaşa tutuşurlarsa diğer müslümanların yapması gereken çok önemli görevler olduğu
görülür.
Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’in emri açıktır.
Ayet-i kerimeyi birlikte okuyalım.
“O halde, mü’minler içinden iki grup
çatışırsa/savaşırsa onlar arasında barışı sağlayın; ama sonra, iki [grup]tan
biri diğerine haksız şekilde davranırsa, [davranışı]nı Allah'ın buyruğuna uygun
hale getirinceye kadar, haksızlık yapan taraf ile mücadele edin. Eğer (onlar
yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını bulun ve [onlara] eşit
davranın: çünkü Allah, eşit davrananları sever! Bütün mü’minler kardeştir. O
halde, [her ne zaman araları açılırsa] iki kardeşinizin arasını düzeltin ve
Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki O'nun rahmetine nail
olasınız.”[1]
Görüldüğü üzere iki müslüman grup veya iki farklı mezhep kavgaya
tutuşursa yapılması gerekenler bellidir. Tüm mü’minler bu iki grup arasında
barışı sağlamak ve adaleti yeniden tesis etmekle görevlidir. Nitekim bu ayette
barışın tesis edilmesine ve özellikle İslâm kardeşliğine vurgu yapılmaktadır.
Öte yandan bize göre
savaşı durdurmak için müslümanlarının çoğunun yaptığı gibi sadece “sözlü dua”
etmek yeterli değildir. “Fiilî duayı” göz ardı
etmek büyük bir eksiklik, kusur, tembellik, korkaklık ve sorumsuzluktur.
Bununla birlikte her kim “Dua etmekten başka yapılacak bir şeyimiz yok!” veya “Elimizde duamızdan başka bir şeyimiz yok”
diyorsa bunu söyleyen kimse ya Kur’ân’ı bilmiyordur ya da zalimlerle işbirliği
içindedir. Zira bir mü’min mutlaka doğru ve haklı olanın yanında “sadece
diliyle değil” canıyla ve malıyla yer almak ve adaletin gereğini yerine
getirmek için sonuna kadar çırpınmak zorundadır.
“Bana ne! Bana dokunmayan yılın bin yıl yaşasın”, “Ben karışmam, onlar
zaten bizim gruptan, bizim mezhepten, bizim aşiretten, bizim tarikattan
değiller”, “Oh oldu; onlar da bunu hak ettiydi zaten? Size ne demokrasiden,
özgürlüklerden, hak ve eşitlikten? Otursalardı oturdukları yerde!” gibi
sözleri söyleme hakkına kâmil bir mü’min asla sahip değildir. Zira haksızlık yapana karşı ortak tavır
takınmak, bunu sonuna kadar savunmak ve alınan kararlara uymak İslâm’ın
emridir.
Öte yandan saldırgan tarafa zaman kazandırmak amaçlı oyalama taktiklerine
başvurmak, el altından gizlice zalime destek vermek, silah ve cephane göndermek
de son derece yanlış olup, bunlar olgun bir mü’mine yakışmayacak davranışlardır.
Böyle yapanların ahirette çok büyük bir azapla karşılaşacakları aşikârdır.
Şurası bir gerçektir ki Yüce Allah, koyduğu evrensel hukuk ilkelerine
uyuncaya kadar haksızlık yapan zalim
tarafla gerektiğinde savaş bile yapılmasını emretmiştir. Demek ki mü’minler
haksızlıklar karşısında susmayacak, hatada ısrar eden ve zulüm yapan tarafı
etkisiz hale getirinceye kadar en güzel mücadele metodunu sergileyecektir. Eğer
saldırgan taraf barışa yanaşmıyorsa, gerektiğinde o zalimlere diz çöktürünceye
kadar savaşacaktır. Ama bugün yapılan sadece “hamaset dolu sözler söylemek,
edebiyat parçalamak, duygu sömürüsü yapmak, taraflara itidal çağrısında
bulunmak” gibi komik ve çocuksu şeylerdir.
Diğer taraftan Suriye’deki iç savaşı “sanki mezhep savaşıymış gibi
göstermeye kalkışmak” da doğru değildir. Ortada öncelikle bir mezhep savaşı yoktur; tam aksine “güçlünün zayıfı
ezmesi; hak ve özgürlük mücadelesi; insanca yaşam talebi ve gelir dağıtımının
adaletle yapılması isteği” vardır. Dolayısıyla meseleye tek taraflı bakmak ve müslümanları
eksik bilgilendirmek yanlıştır. Kur’ân’ın yukarıda bahsettiğimiz âyetini görmezlikten
gelmek ve çözüm önerileri ortaya koymamak ciddi vebaldir.
Bu ayetten anlaşıldığına göre müslümanlar arasında da zaman zaman
anlaşmazlıklar yaşanabilir, kavgalar olabilir. Yapılması gereken bu kavgaları
seyretmek değil, tedbir alıp itiş kakışa, saldırıya, iç savaşa son vermektir.
Aksi takdirde mü’minler birbirleriyle uğraştıkları için güçleri zayıflayacak,
zamanları ve enerjileri boşa harcanmış olacaktır.[2]
Konuyu bir misalle açıklamaya
çalışalım. Herhangi bir ülkede zalim bir diktatör kendi koltuğu veya mezhebinin/ırkının
çıkarı için aynı toplumda birlikte yaşadığı diğer mezhep mensuplarına/ırklara
şiddet uyguluyor, haklarını ellerinden alıyor, üzerlerine bombalar yağdırıyor,
füzeler atıyor, kimyasal silah kullanıyor, toplu katliamlara girişiyor ve
acımasızca insanları öldürüyorsa, bu “savaş suçu” da ciddi delillerle tespit
edilmişse, dünyadaki diğer tüm müslümanlara düşen görev, “mazlum olan tarafın
yanında yer almak” ve gerekirse bu zalimle savaşmaktır.
Eğer müslümanların çoğunluğu
korkularından evrensel ilkelerin değil de, gücün, paranın ve silahın yanında
yer alır, mazlum insanların öldürülmesini seyreder, üstelik “yanlış bir dua
anlayışının” arkasına sığınarak “pasif bir tutum” sergiler, zalim tarafa zımnen
destek olurlarsa bu mü’mince bir tavır olamayacaktır. Elbette “kavlî dua”
olmalıdır; buna kimsenin diyeceği yoktur. Ancak “sözlü dua” asla tek başına yeterli
değildir ve “fiilî duanın” da artık devreye girmesinin zamanı gelmiş hatta
geçmektedir.
Öte yandan sadece bu ayette değil başka ayetlerde de haksızlıklara engel
olma tavsiyesi söz konusudur. Mesela şu ayeti birlikte okuyalım ve düşünelim.
“Erkek ve kadın mü’minlere
gelince onlar birbirlerinin yakınlarıdırlar: [hep] iyi ve doğru olanın
yapılmasını tavsiye eder, kötü ve zararlı olanın yapılmasına ise engel
olurlar…”[3]
Görüldüğü üzere erkek ve kadın mü’minlere düşen
vazife gördükleri münkerâtı engelleme çabası içine girmeleridir. Yüce Allah’ın
rahmetine nail olmak isteyenlerin yapması gereken budur. Zira ayet-i kerime
bunu emretmektedir.
İyiliklerin yayılması için çabalamayan,
zalimlerin yaptığı zulmü utanmadan seyreden, üstüne üstlük bir de zalime destek
olan, evrensel hukuk ve ahlâk ilkelerinin değil ulusal çıkarın, gücün, paranın
ve silahın yanında yer alan, mazluma
bir tekme de kendisi vuran, garibi kendi haline terk eden bir müslüman, bu
görevlerini ihmal etmesi nedeniyle Allah Teâlâ’nın rahmetinden kesinlikle uzak
kalacağını bilmelidir. Kimyasal silahlarla öldürülmüş bebeklerin son
çırpınışları karşısında içi sızlamayan, onların cansız bedenlerini seyrederken
gözyaşı dökmeyen, bir şey yapamadığı için üzülerek hıçkırıklara boğulmayan kimse
kâmil bir mü’min olamamıştır ve olamaz.
Çünkü Yüce Allah’ın rahmetine nail olmanın
ölçüsü, din kardeşliğini tesis edip onu devam ettirmektir. İyiliği emredip
kötülükten sakındırmaktır. Namazında devamlı ve duyarlı olmaktır. İçindeki
sürekli kötülükler fısıldayan şeytanî sesi/İblis’i etkisiz hale getirmektir. Şeytanlaşmış
insanlardan uzak kalmaktır. Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetin ilkelerine tam
teslimiyet ve derin bir bağlılık göstermektir.
İşte sayılan tüm bu özellikleri kişiliğinin ve
karakterinin bir parçası haline getiren mü’minler Yüce Allah’ın rahmetiyle
karşılaşacak ve cenneti hak edeceklerdir. Dolayısıyla Allah’ın rahmetine nail
olmak isteyenlerin yapması gerekenler bellidir. Mezkûr ayette verilen mesajları
görmezlikten gelmek asla doğru değildir.
Sonuç olarak, iki müslüman kabile, grup, mezhep
veya devlet kendi aralarında savaşa tutuşurlarsa yapılması gereken, daima barış
ve adaletin tesisi için çalışmaktır. Haklının yanında yer almaktır. Barışa
yanaşmayan tarafa gerektiğinde haddini bildirmektir. Bu uğurda gerekirse savaşı göze almaktır. Zira böyle bir savaş Allah
yolunda yapılacak bir savaştır. Çünkü bu emri Kur’ân’da veren bizzat Yüce
Allah’ın kendisidir. Bu ayet sanki hiç inmemiş gibi davranmak, zulmü seyretmek,
zalimi savunmak ve çıkarı gereği onunla işbirliği yapmak İslam’ı zerre kadar
bilmemektir. (13.09.2013)
Yorumlar
Yorum Gönder