Uydurma Rivâyetler ve Mehmet Akif Ersoy’un Uyarısı (236)
İstiklal Marşı’nın şairi büyük İslâm âlimi Mehmet Akif Ersoy ömrü boyunca
İslâm’ı anlama, anlatma ve yaşama çabası içinde olmuştur. O, toplumla sürekli
iç içe olması nedeniyle yaşanan sorunları birebir gözlemlemiş, insanları
dinlemiş, gördüğü yanlışlara itiraz etmiş, bilgisi olduğu konularda
kanaatlerini söylemiş ve çözüm önerileri sunmuştur.
Mehmet Akif, mücadeleden yılmamış ve ümitsizliğe de kapılmamıştır. O, Kur’ân’ı
çok iyi anladığı ve yorumladığı için din adına konuşup insanlara yalan yanlış
bilgileri aktaranları iyi tanımış ve onları uyarmıştır. Ancak onun bu uyarıları
o gün de gereken ilgiyi görmemiştir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, onun
yaptığı ikazlar bugün de halen geçerliliğini korumakta ve maalesef gereken
ilgiyi hâlâ görememektedir.
Mehmet Akif Ersoy, Peygamber Efendimizin adını kullanarak hadis uyduran,
uydurma rivâyetleri hadis diye anlatan kimselere karşı tepkisini sert bir dille
ortaya koymuştur. Dolayısıyla bugün de anlatılan uydurma hadisleri ve mitolojileri
dinleyen bu hususta gereken titizliği sergilemeyen müslümanlar ciddi bir
veballe karşı karşıyadırlar.
Bu itibarla, herkesin üzerine düşen bazı sorumluluklar vardır. Hiçbir
kimsenin Hz. Peygamber’e yalan isnad ederek onu yanlış tanıtma, onun
otoritesini yıpratma ve sarsma hakkı yoktur.
Büyük İslâm mütefekkiri Mehmet Akif Ersoy, hadis uyduranları ve bunları
araştırmadan insanlara nakledenleri şöyle eleştirmiş ve uyarmıştır:
“Bakın ne hâle getirmiş ki cehlimiz dini:
Hurâfeler bürümüş en temiz menâbi’ini.
Değil hakâikı Şer’in, bugün, bedîhiyyât
Bilâ-münâkaşa ikrar olunmuyor… Heyhât!
Kitâb’ı Sünneti, İcmâ’ı kaldırıp attık;
Havâssı maskara yaptık, avâmı aldattık.
Yıkıp Şerîat’i, bambaşka bir binâ kurduk;
Nebî’ye atf ile binlerce herze uydurduk!
O hâli buldu ki cür’et: “Yecûzu fi’t-tergîb…”
Karâr-ı erzeli fetva kesildi!... Hem ne garîb,
Hadîsi vaz’ ediyorken sevâb uman bile var!
Sevâbı var mı imiş, bir zaman gelir, anlar!
Cihân-ı titretiyorken nidâ-yı “Men kezebe…”
İşitmiyor mu, nedir, bir bakın şu bî-edebe:
Lisân-ı pâk-i Nebî’den yalanlar uyduruyor:
Sıkılmadan da “sevâb işledim” deyip duruyor!
Düşünmedin mi girerken Şerîatin kanına?
Cinâyetin kalacak zanneder misin yanına?
Sevâb ümîd ediyor ha! Deyin ki nâmerde:
“Sevâbı sen göreceksin huzûr-ı mahşerde!
Tepende gezdirecek ra’d-ı intikamını Hak,
Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak.
Yakandan inmeyecek dest-i kahrı hüsrânın…
Nasıl iner ki, önünden kaçıp da nîrânın,
Civâr-ı nûr-ı nübüvvette mültecâ bulsan;
Bu türlü kurtuluş imkânı yok ya… Kurtulsan;
Şu izdihâmın elinden -ki belki bir milyar
Nüfûs-ı hâsiredir- kaçmak ihtimali mi var?
Bugün fesâdına kurban olan zavallıların
Vebâli boynuna yüklenmesin mi yoksa yarın?
Kolay mı ümmeti ıdlâl edip sefîl etmek?
Kolay mı dîni hurâfât içinde inletmek?
Niçin Kitâb-ı İlâhî’yi pâyimâl ettin?
Niçin Şerîat’i murdâr elinle kirlettin?
Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir sâha?
Nedir bu salladığın çifte, Kâ’betullâh’a?
Herif! Şu millet-i ma’sûmeden ne isterdin,
Ki doğru yol diye tuttun, dalâli gösterdin!”[1]
Sonuç olarak, bu kadar açık uyarılara rağmen hâlâ aynı yanlışların
günümüzde de tekrarlanıyor olması gerçekten üzüntü vericidir. Geçmişten ders
alınmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kaynağı meçhul, asılsız, Kur’ân-ı Kerîm
ve sahih sünnetin ilkeleriyle çelişen rivâyetleri sağlam dinî bilgilermiş gibi
cemaate anlatmanın vebali/sorumluluğu büyüktür. Herkesin Mehmet Akif’in yukarıdaki
sözlerinden alacağı dersler vardır. Gerçeğe kulak tıkamak ve aynı yanlışları
tekrarlamak doğru değildir. Zira iki günü eşit olanın aldandığını söyleyen Hz.
Peygamber’in sünnetini (yaşam tarzını) ihya etmek isteyenler işe önce buradan
başlamalı, artık İslâm’ı ve Hz. Muhammed’i yanlış tanıtmaktan vazgeçmelidir.
(28.12.2012)
[1] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Haz. A. Vahap Akbaş, (İstanbul: Beyan Yayınları, 2009), Vâiz Kürsüde, s.
512-514.
Yorumlar
Yorum Gönder