Eleştiri ile Hakaret Arasındaki Farkı Anlamayan Sefihtir! (299)
“Her insan hata edebilir”, “Hatasız kul olmaz”, “Beşerdir şaşar”
gibi atasözleri bir gerçeğin ifadesidir. Yani; Âdemoğlu hata ile maluldür ve
her zaman hata yapma ihtimali vardır. Nitekim peygamberler de “görevleri haricindeki konularda”
hatalar yapmışlardır. Ancak onlar, derhal hatalarını anlamış, pişman olmuş ve
yanlışlarından dönmesini de bilmişlerdir. Mesela Hz. Âdem, Hz. Mûsâ ve Hz.
Yûnus buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu itibarla geçmişte yaşamış ve bizlerin “büyük insanlar olduğunu
düşündüğümüz” kimseler de hata edebilir. Maalesef onların hata
yapabileceklerini bir türlü kabul edemeyen “sefihler” her dönemde çıkmıştır ve
görünen o ki, bundan sonra da çıkmaya devam edecektir.
Mesela Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 234/848), Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909), Ebû
Bekir eş-Şiblî (ö. 334/946), Ebu’l-Hasan el-Harakânî (ö. 425/1033), Aynülkudât
el-Hemedânî (ö. 525/1131), Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140), Ahmet Yesevî (ö. 562/1166),
Ferîdüddin Attâr (ö. 618/1221), Muhyiddin
İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240), Şems-i Tebrîzî (ö. 645/1247), Necmeddîn-i
Dâye (ö. 654/1256), Celâleddin el-Konevî (ö. 670/1271) Hacı Bektâşi Velî (ö.
670/1271) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1429) de birer insandır. Onlar da hata
edebilir, yanılabilir ve yanlış kararlar alabilir. Ancak bu durum, onların hiçbir doğru söz, iş, tutum ve davranışları
olmadığı anlamına da gelmez. Onları
doğruları ve yanlışlarıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Önemli olan,
toptancı/genellemeci değil, “seçici bir bakışla” meseleye yaklaşmaktır.
Nitekim sahâbe de Hz. Peygamber’in ölümünden sonra bazı yanlışlar
yapmıştır. Mesela Cemel ve Sıffin Savaşları, Harre vakası, Kâbe’nin
mancınıklarla yerle bir edilmesi, on binlerce insanın öldürülmesi buna örnektir.
Bu savaşlar “uzaydan gelen başka
varlıklar (!)” tarafından değil o dönemde yaşayan “sahâbe ve tabiîn nesli”
tarafından yapılmıştır. Yani; kimse tamamen masum değildir.
Dolayısıyla bu insanları hatalarıyla kabul edip aynı yanlışlara düşmemek bir
erdemdir. İnsanları kutsamayı bırakıp Rabbe hakiki kul olmak izzettir. Ataların
gittiği yanlış yoldan dönmek şereftir.
Çünkü büyük bildiğimiz İslam âlimlerinin, mutasavvıfların, meşâyihin ve
günümüzde de onların izinden giden bazı kimselerin hiç hata yapmayacaklarını
iddia etmek, böyle bir düşünceyi savunmak kesinlikle Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü
bu gibi kimselere bazı kutsallıklar atfederek onların günahsız ve masum
olduklarını söylemek çok büyük bir yanlıştır.
Dolayısıyla bu ve benzeri büyük bildiğimiz insanlar da söylemleri, yapıp
ettikleri, kararları, içtihatları ve kitaplarındaki fikirleri nedeniyle
eleştirilebilir. Bu gayet normaldir. Bunları
dokunulmaz kabul edip kutsamak her dediklerini “âyet zannedip” savunmaya
kalkışmak böyle yapanları çok tehlikeli sulara/mayın tarlalarına götürür ve bu
sularda/mayın tarlalarında dolaşanlar ise boğulmaktan/mayına basıp ölmekten asla
kurtulamaz.
Bu nedenle Kur’ân ve sünnetin
ilkeleri ışığında ve ahlak kurallarına bağlı kalınarak her insanın tenkit
edilmesi mümkündür. Şahısları değil fikirleri eleştirmek gelişmeyi ve
ilerlemeyi tetikler. Körü körüne bir liderin/şeyhin/hocanın peşinden
gitmek ise son derece yanlıştır ve bu tutum insanı felakete ve zillete
sürükler.
Sonuç olarak, “hakaret etmeden bir insanın fikrini eleştirmek,
yanlışlarını söylemek, bunları onaylamadığını ifade etmek ve yeni tekliflerde
bulunmak” doğru olandır. Böyle yapmak o
insanları küçümsemek veya kötü göstermek değildir. Onların da hata edebileceğini
belirterek ümmeti düştüğü vahim yanlışlardan kurtarmaya çalışmak ve korumaktır.
Bu itibarla, hakaret ve tenkit arasındaki farkı anlamayarak ya da
anlamamakta ısrar ederek yanlış yapanları savunmak zulme ortak olmaktır.
Zalimlerin ise tövbe etmeden, kendilerini düzeltmeden, dürüst ve erdemli
davranışlar ortaya koymadan “hidayete erişebilmeleri yahut hidayet üzere
kalabilmeleri” Kur’ân’a göre kesinlikle mümkün değildir.[1]
(03.10.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder