Bu Beyaz Elitler Hiç Değişmeyecek! (276)
Bu aziz millete hep tepeden bakan, kendini bir şey zanneden, soyu ve sopuyla
övünen, ülkenin balını ve kaymağını yiyen, zengin, şımarık, ukala, bencil,
jakoben, dayatmacı, baskıcı, seçkinci, totaliter beyaz elitler hiç değişmediler
ve görünen o ki bundan sonra da hiç değişmeyecekler. Zira bunlar, milleti
hiçbir zaman anlamadılar ve anlamayacaklar.
Bunlar, demokrasi sonucu halkın önüne gelen sandığı ve seçimi bir türlü
hazmedemediler. Bunlar, tepeden inmeye ya da kolay yoldan oturmaya alıştıkları
koltuklarını/ makamlarını bir bir kaybetmeye başlayınca, kendilerine sunulan
imkânlar ellerinden gidince, ucuz kredilerden/karşılıksız hibelerden mahrum
kalınca, haksız teşviklerden yararlanamayınca hep milleti aşağıladılar. Tüyü
bitmemiş yetimin hakkını kendilerine yedirmeyenlere hep düşman oldular. Onlara
iftira atarken yüzleri hiç kızarmadı. Zira yaptıklarını bir hak ve görev
bildiler.
Bunlar, merhum şehit Adnan Menderes’i de hazmedemediler. Onun döneminde “doğru
tercih yapamıyor” diyerek aziz millete; “Haso”,
“Memo”, “Köylü”, “Geri zekâlılar!” “Aptallar!” diye hakaret ettiler.
Milleti hiçbir zaman adam yerine koymadılar. Milletle dalga geçtiler ve daima
küçümsediler. Kendileri Batı kültürüyle yetiştikleri ve Batının değer
yargılarına hayran oldukları için milletin dinî ve ahlâkî değerleri, yeme,
içme, giyim ve kuşam tarzlarıyla sürekli alay ettiler.
Kendileriyle işbirliği yapanlara, aşağılık kompleksiyle hareket edenlere çıkarları
gereği seslerini çıkarmadılar. Kendilerine benzemeye çalışanlara menfaatleri gereği
katlandılar. Ama bir türlü onları bile kabullenmediler. Onlara da tavır
koydular. Onlara da ikinci sınıf insan muamelesi yaptılar. Onların da
arkalarından konuşmaya devam ettiler.
Bunlar, devletin tek sahiplerinin kendileri olduğuna inanmışlardı bir
kere. Kurtuluş savaşını veren şehitlerin ve gazilerin çocuklarına ve
torunlarına öz ülkelerinde “parya” muamelesi yaptılar. İpi/yetkiyi/gücü ellerine
geçirdikleri zaman her türlü zulmü reva gördüler. Sesini yükseltenleri susturdular. Susturamadıklarına kan kusturdular.
Zindanlarda çürüttüler. “Söyletmen vurun!
Asın!” mantığını dayattılar. Hak aramaya kalkanlara
zulmettiler. Kısaca bunlar, halkı kendilerine hizmet etmesi gereken teb’a/köleler/maraba
olarak gördüler. Millete hizmetkâr değil, efendi oldular.
Bu adamlar/kadınlar, merhum Turgut Özal zamanında da boş durmadılar.
İpleri/gücü tekrar ellerine almak için her türlü rezaleti ve ayak oyunlarını sergilediler.
Plan üstüne plan yaptılar. Kumpaslar kurdular. Hızlarını alamadılar, doğru
tercih yapan aziz milleti yine aşağıladılar. “Örümcek kafalı, mürteci, yobaz, geri kafalı, takunyacı bunlar!”
diyerek millete ve dinî değerlerine dil uzattılar. Kur’ân-ı Kerim’e “çöl
kanunu”, “dogma”; Hz. Muhammed’e ise “çöl bedevisi” ve “Arap’ın oğlu” diyecek
kadar alçaldılar. İslâm’a “Ortaçağ karanlığı” deme cüret, denaet, azgınlık,
şımarıklık, haysiyetsizlik ve ahlaksızlığını gösterdiler.
Bunlar Turgut Özal’ın da burnundan fitil fitil getirdiler. Ona da rahat
yüzü göstermediler. Hiç boş durmadılar; onunla da uğraştılar ve saldırdılar.
Her fırsatta ona dil uzattılar. Yaptıkları karikatürlerde, yazdıkları köşe
yazılarında, tv ve radyo programlarında onu hep küçümsediler. Onun şahsında
halka ve İslâmî değerlere saldırdılar. İçlerindeki kini ve öfkeyi kustular.
Maktul ve merhum, büyük devlet adamı şehit Turgut Özal, din ve vicdan
özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak, teşebbüs hürriyetini sağlamak ve
ülkenin önünü açmak için uğraştıkça ona cephe aldılar. Yalanlarla iftiralarla
halkın gözünden düşürmek ve itibarsızlaştırmak için bütün güçlerini
kullandılar. Hiç utanmadan her türlü pervasızlığı sergilediler. Uydurma
belgeler ihdas ettiler. Onun hakkında zırvalarla dolu kitaplar yazıp ücretsiz
dağıttılar.
Daha sonra gelen merhum Necmettin Erbakan’a da aynısı yaptılar. Onun da
burnundan fitil fitil getirdiler. Önüne her türlü engeli çıkarttılar. “İktidar oldunuz ama muktedir
olamayacaksınız!” diyerek tehdit ettiler. Plan üstüne plan, senaryo üstüne
senaryo ürettiler. Akıl almaz iftiralarda bulundular. İmtiyazlarını kaybetmemek
için ellerinden geleni arkalarına koymadılar. Onun dindar olması, dua etmesi,
namaz kılması ve hacca gitmesiyle alay ettiler. Eşinin ve kızının başörtüsüyle
dalgalarını geçtiler. “Dini siyasete alet
ediyor!” kampanyaları düzenlediler. “İrtica
geliyor” palavralarını yaydılar. “Ülkeye
Şeriat getirecekler, yaşam tarzımıza müdahale edecekler! Kadrolaşacak bunlaaaaar!”
yaygaralarını koparıp halkı tahrik ettiler. Böylece aziz milletin kafasını
karıştırmayı ve milletin gözünden onu da düşürmeyi başardılar.
Kendilerinin istediğini yapan, çıkarlarına hizmet eden sahte din, sahte bilim ve montajcı iş
adamlarını gözetip kolladılar. Çünkü onları kullanmak işlerine geldi.
Menfaatleri gereği bu tür adamlara her türlü imkânı sundular.
Bu adamlar hâlâ hızlarını alamadılar. Hâlâ İslam’la ve milletin
değerleriyle uğraşmaya devam ediyorlar. Bunlar aziz millete her fırsatta “Göbeğini kaşıyan adam!”, “Bidon kafalı!” ve
“Angut!” diye dil uzatıyorlar. “Dağdaki
çobanla benim oyum nasıl eşit olurmuş?” diyebiliyorlar. Başörtüsünden
nefret ediyorlar. Başörtülülere ve çarşaflılara “Karafatma!” diyerek onları “hamamböceğine” benzetiyor ve
aşağılıyorlar.
“Fahişe” ve “başörtüsü” kavramlarını aynı cümlede kullanmaktan tarifsiz
bir zevk/haz alıyorlar. “Bu milletin % 70’i
aptal, sadece % 30’u akıllı” diyerek öfkelerini kusmaktan çekinmiyorlar. “Bu makarnacılar bir simide ve su şişesine
yutkunarak bakıyor!” diyecek kadar küçülüyorlar. Kendileri, “olmayan” haysiyetlerini/vakarlarını/kişiliklerini
satmaya alışık olduklarından milleti de kendileri gibi sanıyor ve gariban halka;
“Bunlar bir kilo makarnaya, bulgura oyunu
satıyor!” diyecek kadar alçaklaşabiliyorlar. Onlar gibi çalmayan, elinin emeğiyle geçinen, varoşlarda
insanca yaşama mücadelesi veren, onurlu ve başı dik insanlara dil uzatmaktan
çekinmiyorlar. Utanma duygusuna sahip olmadıkları için her defasında
yanıldıkları halde hiç yüzleri kızarmadan pişkince kaldıkları yerden hakarete
ve tehdide devam ediyorlar.
Görüldüğü üzere yüz yılı aşkın bir süredir bu adamlar, çocukları, torunları
ve onların dalkavuk takımı hiç değişmedi. Bu gidişle de değişeceğe benzemiyor. Bunlar vesayet peşinde olduklarından “ileri
demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler, temel insan hakları, şeffaflık,
hesap verilebilirlik, meristokrasi, gelişme, kalkınma, küresel güç/süper güç
olma” gibi kavramları hiç ama hiç içlerine sindiremiyorlar. Hep
milletten üstün olmayı ve yattıkları yerden para kazanmayı istiyorlar. Aziz
millete tepeden bakmaktan mutlu oluyorlar. Sadece kendilerini ve çıkarlarını
düşünüyorlar.
Özetle, bu narsist seçkinler (egoist ve hedonist çapulcular) milletle
barışacağa benzemiyorlar. Meclisi ve demokrasiyi hâlâ kötü gösteriyorlar.
Siyaseti “yolsuzluk” yapma aracı olarak sunuyor, siyasetçileri milletin
gözünden düşürmeye ve ipleri yeniden ellerine almaya çalışıyorlar. Ülke için
çalışanlara destek olmak bir yana köstek oluyorlar. Sesleri çok çıkıyor ama
artık milleti eskisi kadar kolay kandıramıyorlar. O yüzden iyice kızıyor ve
kuduruyorlar. Öfkelerini kontrol edemiyorlar. Salyalı ağızlarıyla sağa sola saldırıyorlar.
Sonuç olarak, yetişen yeni
nesillerin bu hainler, işbirlikçileri ve yaptıkları alçaklıkları çok iyi
tanıması gerekiyor. Bir delikten iki defa ısırılmamak için bunları ve attıkları
kemiklerle beslenen köpeklerini iyi bilmeleri icap ediyor. Aksi
takdirde tarih yine tekerrür ederse hiçbir kimsenin de ağlamaya ve sızlanmaya
hakkı olmayacaktır. Çünkü hatalar tekerrür edince tarihin de tekerrür edeceği
değişmez bir kural olarak ortada durmaktadır. (25.04.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder