“Son Yolculuğuna Uğurlandı” Cümlesi Ne Anlama Geliyor? (196)
Medya organlarının çoğunluğunun bilmeden ya da maksatlı olarak
kullandıkları ifadelerden birisi de vefat eden kimsenin cenaze töreniyle ilgili
yapılan haberlerde kullanılan “son yolculuğuna uğurlandı” cümlesidir. Bu ifade
bize göre problemli olup bunu düşünmeksizin kullananlar derhal bu hatadan
dönmeli ve kasıtlı olarak bu tür ifadeleri yaymak isteyenlerin oyunlarına alet
olmamalıdır.
Ahiret hayatına inanmayanların “son yolculuk” yakıştırmaları/palavraları
kendi sorunlarıdır. Zira bir mü’min, ahirete intikal ettiğinde onun için “son
yolculuk” tabirinin kullanılması uygun değildir.
Çünkü bir mü’min için ölüm, “son
yolculuk” değil bir başlangıçtır. Kendisi için görevlendirilmiş ölüm meleğinin
eşliğinde berzah engelini aşıp gayb âlemine geçiştir.[1]
Ebedî âlem öncesi konaklanan geçici bir
duraktır; manevî bekleme istasyonudur.
Oysa literatüre sokulmak istenen bu
“son yolculuk” kavramında “biten bir şeyler” vardır ve son yolculuğun devamı da
yoktur. En azından zihinlere yerleştirilen algı bu yöndedir ve bu algı da sakattır.
Kıyametin kopması ve yeniden
dirilmenin gerçekleşmesiyle başlayacak sonsuz hayatın varlığını kabul etmeyen,
bu konuda aklını yeterince ve doğru dürüst çalıştırmayanların ölümü bir “son
yolculuk” olarak adlandırmaları kendi dar, eksik, sakat, önyargılı ve problemli
bakış açılarının bir ürünü veya sonucudur.
Şurası bir gerçektir ki, müslümanların algı dünyalarını bozarak
düşüncelerinin ve davranışlarının olumsuz anlamda şekillenmesi ve ahiret
inançlarının zayıflatılması için bilinçli olarak çalışan “şeytanlaşmış insanlar”
vardır. Zira böyle bir dili kullananların asıl amacı, “bu dünya hayatından
başka bir hayatın olmadığı düşüncesini” genç nesillere empoze ederek beyin
yıkama faaliyeti gerçekleştirmektir.
Nitekim özellikle bazı yayın organları, bir takım diziler ve programlar
vasıtasıyla Allah, melek, kader, mucize, kabir hayatı, ahiret, ilahi adalet ve
uhrevi müeyyide gibi dinî
kavramları yanlış kullanarak müslümanların din tasavvurlarını çarpıtmaya ve
dine bakışı olumsuz anlamda şekillendirmeye gayret etmektedirler. Bütün
bunların bilincinde ve farkında olması gereken bir mü’minin ise sadece belli
bazı ibadetleri yaparak İslam’ı yaşadığını zannetmesi, gelecek nesillere doğru,
sağlam ve güvenilir bir din anlayışı devretme düşüncesini aklına dahi getirememiş
olması, her duyduğuna hemen inanması ve ona uygun davranması bize göre esef
verici ve düşündürücü bir durumdur.
Zira İslam’a göre ölen insan “son yolculuğuna” çıkmaz. İnsanoğlu için
ahiret hayatı öncesi yaşanılması kaçınılmaz “kabir hayatı” aşaması/safhası
vardır. Burası bir duraktır. Tekrar dirilmenin gerçekleşeceği zamana kadar
ceset bu dünyada kalırken, bedenden ayrılan ruh, “ruhlar âlemindeki” yerini
alacaktır. Dünya hayatında Allah’a inanıp yararlı işler yapanlar iyi ruhların
bulunduğu yerde bekletilirken, Allah’ı inkâr edip kötülükte sınır tanımayan tüm
kafir, müşrik, münafık vs. kimselerin ruhları ise kötü ruhların bulunduğu yerde
hesap gününü bekleyeceklerdir.
Yeniden dirilişin gerçekleşmesiyle her ruh dünyadaki kendi cesedine
tekrar dönecektir.[2] Kabirlerinden
kalkarak bir davetçinin peşinden mahşer meydanına doğru seller misali akan bu
kalabalıklar için[3] “cennete veya cehenneme son
yolculuk” işte o zaman başlayacaktır.[4]
Cenneti elde edenler “sonsuzluk yurdu cennete” uğurlanırken, kendi yapıp
ettikleri sonucu cehennemi hak edenler ise cehennemi boylayacak ve oraya son yolculuklarına
başlayacaklardır.[5] İşte bu “son yolculuk” ancak mahşer meydanından sonra olacaktır. Bir
başka ifadeyle cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme girmesiyle
bu “son yolculuk” tamamlanacak ve ebedî olan ahiret hayatı başlayacaktır.
Buna bir türlü inanmak istemeyenlerin “ölümü” bir son olarak gösterip
kendilerini rahatlatmaları/avutmaları büyük bir hayalden/kuruntudan başkası
değildir. Zira ölüm bir son değil ahiret
hayatına açılan kapıdır; bir başka başlangıçtır; sonsuz olan ahiret hayatı
öncesi yaşanması kaçınılmaz bir geçiş aşamasıdır/merhalesidir.
Bu itibarla, dünyadan ayrılan kişinin ruhu, “zamanın olmadığı ruhlar âleminde”
yaşamaya ve hissetmeye devam edecektir. Nitekim Hz. Peygamber’in kabir hayatını
cennet bahçelerinden bir bahçeye ya da cehennem çukurlarından bir çukura
benzetmesinin anlamı da budur. (Dikkat edelim “kabir azabı (ruha) vardır” ama
“kabirde (bedene) azap yoktur”; ikisi arasındaki farkı doğru anlamayanlar sadece
kendilerine yazık edenlerdir.)
Yani bu geçiş evresinde iyi ve kötü ruhlar için “hesap ve esas azap”
henüz başlamamış olsa bile onlar gidecekleri yeri çok iyi bildikleri için tıpkı
rüyalarda olduğu gibi o acıyı ya da sevinci ruhlarında hissedeceklerdir. Bu
nedenle bazı gerçekleri iyi idrak etmek için “kabir azabı” tabirini bir de bu
açıdan değerlendirmekte fayda vardır.
Öte yandan, İslam’ın bu konudaki uyarılarını dikkate almayanların bilinçli
ve maksatlı olarak uydurdukları bir takım söylemlere karşı dikkatli olunması
gerekmektedir. Bu tür kalıpları ve ifade tarzlarını sorgulamadan alıp kabul
etmek, hemen alıp benimsemek doğru değildir. İslam’ın bu konuda ne dediğine
bakmaksızın her duyduğuna inanan ve eleştirel aklı devre dışı bırakanların pek
çok konuda yanıldıklarını söylememiz yanlış olmayacaktır.
Medyanın sürekli kullandığı bu problemli anlatım tarzının yanlışlığına bu
şekilde işaret ettikten sonra konuyla ilgili tekliflerimizi ortaya koyalım.
Bize göre art niyetli birileri tarafından üretilen “Son yolculuğuna uğurlandı” ya da “Ebedi istirahatgahına defnedildi” cümleleri yerine mü’minlerin
ahiret inançlarının pekişmesine imkân sağlayacak tarzda cümleler kurulmalıdır.
Mesela, “Ebedî hayata intikal etti”, “Ebedi
âleme göç etti”, “Dünya hayatını
tamamladı”, “Ahiret yolculuğuna başladı”, “Rabbine kavuştu” ve benzeri ifadelerin kullanılması çok daha doğru
olacaktır.
Ayrıca belirtelim ki, kabir bir istirahat yeri değildir. Zira burada
kafirler için dinlenmek/rahatlamak söz konusu değildir. Cesed kabirde kalırken
ruh ise ruhlar âlemindeki yerini alacak; iyi ruhlar sevinci ve mutluluğu
hissederken kötü ruhlar ise tam tersini yaşayacak, adeta kâbus görüyormuş gibi korkacaklardır.
Dolayısıyla kabir hayatı kötü ruhlar için bir ıstırahatgâh değil acı ve
ızdırabın ruhta derinden hissedildiği elem ve sıkıntı dolu bekleme salonudur.
Bu nedenle bir ölüm haberi topluma aktarılırken teklif ettiğimiz şekilde
ifadelerin kullanılması doğru olacaktır.
Zira bu şekilde ifade etmek, hem Kur’ân’a hem de sahih sünnete daha
uygundur.
Özetle, medyanın kullandığı dil konusunda gerekli tedbir, dikkat ve özeni
göstermeyenlerin, her duyduklarına hemen inanıp kabullenenlerin, algı
dünyalarının ağır şekilde tahrip edilmesine göz yumanların, gelecek nesillere
sağlıklı din anlayışı devretme endişesi taşımayanların ve “son yolculuk” vb.
ifade tarzlarını kanıksayarak ahiret inançlarını problemli hale getirenlerin
çok ama çok dikkatli olmaları gerekmektedir.
Diğer taraftan bu ve benzeri konularda her şeyden habersiz olan müslüman
halkı bilinçlendirmeyen ve bu konuları gündemlerine dahi almayan din görevlileri
de sorumlu olacaklarını bilmelidirler. Zira halkımızı din konusunda aydınlatma
görevini üstlenenlere (emekli ya da halen görevde olanlara) bu ve benzeri
hususlarda büyük bir sorumluluk düşmektedir. Vaaz ve sohbetlerinde hikâye, mitoloji,
masal ve uydurma haberlerle milleti uyutan, dinin özünü anlatma yerine şekle ve
görünüşe daha fazla önem veren, Kur’ân’ın ilkelerini özümseyerek asıl işlerini
doğru dürüst yapmayan, yapanları ise insafsızca ve acımasızca suçlayan, onlara
pervasızca saldıran bu tür din anlatıcılarının derhal kendilerine gelmeleri,
asıl işlerine odaklanmaları ve yapılan yanlışlara cesur şekilde karşı çıkıp
seslerini yükseltmeleri gerekmektedir.[6]
Sonuç olarak, kendilerini derin, kapsamlı, kuşatıcı ve uzun soluklu
düşünmeye ve sorumluluklarının gereğini hakkıyla yerine getirmeye davet
edenlere delilsiz ve mesnetsiz şekilde karşı çıkarak “Biz atalarımızdan böyle gördük!”[7], “Değişmeyiz ve
değiştirtmeyiz!” diyenlerin Kur’ân’ı da Hz. Muhammed’in sahih sünnetini de doğru
anlamaları kendi yararlarına olacaktır. (22.07.2011)
Yorumlar
Yorum Gönder