İslâm’da Mezhep Var mıdır? (216)
Mezhep sözlükte, “gidilecek yer, gidilecek yol, görüş, doktrin, ekol ve
akım” gibi manalara gelir. Terim olarak ise “kendi içinde tutarlı bir düşünce
sistemine sahip olduğu kabul edilen itikâdî ve fıkhî doktrini” ifade eder.
Mezhebin çoğulu “mezâhib”dir.
Mezhep kurucusu kabul edilen imam veya müctehid, “yeni bir din” ortaya
koymuş değildir. O, temel kaynaklara dayanarak yeni bir içtihat/yorum yapmıştır.
Dolayısıyla din ayrı, dinin yorumu ayrıdır.
Yüce Allah tarafından vaz edilen ve Hz. Muhammed vasıtasıyla tebliğ edilen
İslâm dininin gerek inanç gerekse fıkıh (ibadet ve hukuk) alanına giren
meselelerini delilleriyle birlikte ele alıp bunlara ilişkin yorum ve çözümler
getirme ihtiyacı karşısında “delillerden hüküm çıkarma yeterliliğine sahip İslâm
bilginleri” yaşadıkları coğrafya, kültür, zaman ve şartları da dikkate alarak “birbirlerinden
farklı görüşler ve çözüm önerileri” ortaya koymuşlardır. İşte bu şekilde belli
görüşler etrafında oluşan ve yeni katılımlarla giderek zenginleşen fikrî
kümeleşmeye de “mezhep” denilmiştir.
Genellikle fıkıh mezhepleri olan Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri,
kurucularının isimleriyle anılmıştır. Akaid mezhepleri ise Şia, Mu’tezile,
Havaric gibi belli topluluklara nispet edildiği gibi, Maturidî ve Eş’ârî
şeklinde kurucularının isimlerine de izafe edilmiştir.
İslâm’ın “anlaşılması”, “değişmezliği” ve “uygulamaya yansıyan farklı
tezahürleriyle”, iç içe “üç halkadan” söz edilebilir. Böyle bir ayrım aynı
zamanda İslâm’ın doğrudan ve dolaylı olarak “ilgi alanını ve kapsamını” da
tanıtır.
1. En içte nasslardan yani; Kur’ân ve hadis metninden doğrudan ve açık
bir şekilde anlaşılan öz, yani; İslâm’ın “ana ve değişmez unsurları” yer alır.
2. İkinciyi halkayı “nassların dolaylı şekilde yorumlandığı alan”
oluşturur. Yani; bu halkayı “nassların izdüşüm alanı” teşkil eder. Bu alanda
izlenen aklî istidlâle, muhakemelere ve bakış açılarına göre nasslara farklı
yorumlar getirmek ve onlardan farklı sonuçlar çıkarmak mümkün olduğundan kısmî
bir değişkenlik ve farklılıklar gözlemlenir.
3. En dışta ise, müslüman fert ve toplumların dinin rehberliği ve
yönlendirmesi sonucu belli bir kıvama gelmiş kendi öz inisiyatif, bilgi ve
tecrübelerinden, örf, adet, kültür ve geleneklerinden kaynaklanan tercihleriyle
dolduracakları, fakat ilk iki alanla da çelişmemeye özen gösterecekleri üçüncü
halka yer alır.
İslâm’ın ilgi alanını ve kapsamını, “değişmezlik/değişkenlik”, “yoruma
açık veya kapalı oluş”, “doğrudan ve dolaylı oluş” itibarıyla böyle üçlü ayrıma
tabi tutmak mümkün ve doğru ise de hangi hükmün hangi halkada yer aldığı
konusunda belli ölçüde izâfiliğin bulunması ve bir takım farklı görüşlerin
olması da kaçınılmazdır.
Özetle bu kategorik tasvir ve genelleme, Hz. Peygamber’in vefatını takip
eden ilk birkaç asır içinde nassların (âyet ve hadislerin) anlaşılması,
yorumlanması ve günlük hayatın bu istikâmette düzenlenmesi çabalarının “tek bir
çizgide seyretmeyip” İslâm’ın yayılış alanıyla ve hızıyla da bağlantılı olarak
farklı birçok anlayış, ekol ve temayülün ortaya çıkmış olmasına “önemli bir
açıklama” getirir.
İslâm’ın yayılış sürecinde İslâm’la tanışan ve müslüman olan toplumların
kendi geleneklerini, örf ve adetlerini İslâm döneminde de bir ölçüde devam
ettirmiş olmaları, komşu kültürlerin İslâm medeniyeti içinde kendini ifade imkânı
bulması, İslâm’ın bölgesel ve sosyal şartlara kolayca uyum sağlayabilmesi de
yine aynı alan ayırımının sağladığı “esneklikle ve uyum kabiliyetiyle” yakından
bağlantılıdır.
Bununla birlikte tarihî süreç içerisinde, İslâm dünyasında dinin anlaşılması,
yorumu ve gündelik hayata geçirilmesi konusunda müsaade edilen farklılıkları,
sadece müslüman fert ve toplumlar arasındaki anlayış, yorum, kültür ve gelenek
farkıyla açıklamanın yetersiz kalacağını, bunun dışında birçok âmilin de söz
konusu olabileceğini ayrıca belirtmek gerekir.
Nitekim mezheplerin oluşumunda başlıca şu amillerin bulunduğu
görülmektedir:
1. İslâm’ın getirdiği fikir ve vicdan hürriyeti,
2. Fertlerin birbirinden farklı zekâ, duygu, düşünce ve karakterde
yaratılmış olmaları,
3. Âyet ve hadislerin bir kısmı ifade ve kapsam yönünden kolay
anlaşılırken bir kısmının manalarının müteşabih (kapalı) olması,
4. Âyet ve hadisleri değerlendiren bilginlerin değişik zihniyet, metod ve
ölçülere sahip olmaları,
5. Hilafet tartışmaları,
6. Müslümanlar arasında cereyan eden iç savaşlar,
7. Müslümanların çeşitli kültürlere sahip milletlerle temasa geçmeleri,
8. Bir takım felsefî eserlerin tercüme edilerek İslâm dünyasında
yayılması,
9. Değişen akımlar ve gelişen toplum hayatının doğurduğu ihtiyaçlar
karşısında âyet ve hadislerden hüküm çıkarma zorunluluğunun hissedilmesi,
10. Değişik siyasî düşünceler,
İşte bahsedilen bu ve benzeri âmiller/etkenler sebebiyle zamanla fıkhî ve
itikâdî ekoller ve gruplaşmalar ortaya çıkmıştır. Kitap ve sünnetten
hüküm çıkarma gücüne sahip olmayanlar bu güçteki âlimlerin görüş ve düşünceleri
etrafında toplanarak mezheplerin oluşum sürecini etkilemişlerdir.
Selefiyye, Eş’ariyye, Mâturidiyye, Mu’tezile, Cebriyye, Hâricilik ve Şia gibi
itikâdî fırkaların yanında Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Câ’feriyye vb. fıkıh
mezhepleri ortaya çıkmıştır.
İslâm dünyasında ilk dönemden itibaren yoğun bir ictihad ve re’y
faaliyeti sürdürülmüştür. Günümüzde de aynı faaliyetlerin hızlı bir şekilde
devam etmesi kaçınılmazdır. Konunun uzmanlarının bir araya gelerek İslâm
toplumlarının sıkıntılarına çözüm bulmaları ve bu hususta ilmî faaliyetlerine
en üst seviyede devam etmeleri bir zorunluluktur. Aksi takdirde geçmişi
taklitle hiçbir yere varılamaz. İslâm dünyasının her zamankinden daha çok bugün
bunları gerçekleştirmeye ihtiyacı vardır.
Bununla beraber şu hususun belirtilmesinde de yarar vardır ki, ictihad
kapısı kesinlikle kapanmamıştır ve kıyamete kadar da kapanması mümkün değildir.
Yeter ki ana kaynaklarımız doğru anlaşılıp yorumlanabilsin. İşte o zaman İslâm’ın
“evrensel ve kıyamete kadar geçerli bir din olduğu” tüm dünyaya çok daha rahat
bir şekilde anlatılıp gösterilebilir. Bunu başarmak için ümmetin her bir ferdi üzerine düşen vazîfeyi
en güzel şekilde yapmaya mecburdur.
Sonuç olarak, insanın olduğu yerde mezhepler vardır, olacaktır ve
olmalıdır. Her mezheb bir diğerinin görüşünden faydalanabilir. Bağnazlık terk
edilip din kardeşleri arasında sevgi, saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik ve
dayanışma sağlanmalıdır. Hiçbir kimse diğerini dışlayarak, küçümseyerek, yok
sayarak ve sadece kendinin haklı olduğunu düşünerek hiçbir sonuç elde
edemeyeceğini, nihayetinde durgun su gibi içine kapanacağını, zamanla bazı
özelliklerini yitireceğini artık bilmek ve anlamak zorundadır. (09.05.2012)
Yorumlar
Yorum Gönder