Emaneti Ehline Vermek Konusuna Farklı Bir Bakış (226)
Günümüzde bazı müslümanların Kur’ân’ın şu âyetinden habersiz oldukları ve
yanlış kıyaslar yaparak hataları sonuçlara ulaştıkları görülmektedir.
Örneğin bu kimseler “eşitlik” kılıfının arkasına gizlenerek, bilerek ya
da art niyetle bir savaş zamanında öncelikle farklı alanlarda uzmanlaşmış
değişik meslek mensuplarının gidip en ön safta savaşmalarını ve şehit
olmalarını istemekte, bilgiye, tecrübeye, ihtisaslaşmaya yeterince önem/değer
vermediklerini ortaya koymaktadırlar. Oysa böyle yaparak hakkı ve adaleti
savunduğunu zanneden bu cahiller kanaatimizce şu âyetten habersiz gibidirler:
“Bütün bunlarla birlikte, [savaş zamanı] mü’minlerin
hepsinin toptan yola çıkması doğru olmaz; onların arasında her gruptan
bazılarının seferden geri kalmaları, [bunun yerine] din hakkında derin ve
sağlam bir bilgi elde etmek yolunda çaba göstermeleri ve [böylece] seferden
dönen kardeşlerini aydınlatmaya çalışmaları daha yerinde olacaktır; böylece
belki, onlar [da] kötülüğe karşı kendilerini (daha iyi) korumuş olacaklardır.”[1]
Görüldüğü üzere âyet çok açıktır. Savaş anında gereken mücadeleyi
sahasında uzman profesyonel ordunun yapması tavsiye edilmekte, toptan herkesin
savaşa çıkması uygun görülmemektedir.
Geride kalan uzman kimselerin ise her alanda eğitim ve öğretim faaliyetine
devam etmelerinin, nitelikli insan yetiştirmelerinin, dinî ilimlerle uğraşanların
da sağlam dinî bilgi elde etme konusunda derinleşmelerinin uygun olacağı ifade
edilmektedir.
Diğer taraftan bu âyette sadece dinî ilimlerle uğraşanlara vurgu yapılmış
olması diğer mesleklerin değersiz olduğu anlamına kesinlikle gelmemekte, tam
tersine her mesleği icra edecekleri yetiştirenlerin en güzel şekilde eğitim
öğretim faaliyetine aralıksız devam etmelerine zımnen/dolaylı olarak işaret
edilmektedir.
Dolayısıyla savaşa katılmayan tüm meslek mensuplarının yaptıkları
işlerine aynen devam etmeleri ve kesintisiz eğitim ve öğretim faaliyetlerini
sürdürmeleri İslâm’ın bir emridir. Zira İslâm ilme, teknolojiye, gelişmeye, keşif
yapmaya, yenilikleri takip etmeye, kaliteli bilgi, mal, ürün ve hizmet üretmeye
büyük önem vermekte ve bu konuda müslümanlara büyük sorumluluklar
yüklemektedir.
Örneğin bir gazeteci sağlam ve güvenilir haber yapmakla görevlidir. Onun
öncelikli görevi gidip en ön safta asker gibi savaşmak değildir. Zorunlu
hallerde elbette o da gidip savaşa katılabilir. Ancak onun esas görevi bellidir,
uzmanlık alanı farklıdır. Savaşmak bu konuda eğitilmiş askerlerin ve
profesyonel ordunun işidir.
Aynı şekilde bir akademisyen bilgi üretir, öğrenci yetiştirir ve ürettiği
bilgiyi toplumla paylaşır. Onun öncelikli görevi, gidip en ön safta savaşmak
değildir.
Bir doktor hastalarını en güzel şekilde tedavi eder. Onun öncelikli
görevi gidip ilk saflarda asker gibi savaşmak değildir; ancak cephede savaşa
katılan “subay doktorların” görevi de yaralanan askerleri tedavi etmektir ki
onlar da zaten bu görevlerini yaparlar.
İnşaat mühendisleri, mütaahhitler ve işçiler sağlam binalar yaparlar.
Onların öncelikli görevi gidip en ön safta savaşmak değildir.
İş adamı kaliteli mal üretir, uluslararası ithâlât ve ihracat yapar,
istihdamı artırır. Onun öncelikli görevi gidip cephede en ön safta savaşmak
değildir.
Bir diplomat bulunduğu yabancı ülkede, devletinin hak ve çıkarlarını en
üst düzeyde savunur ve ülkesini doğru tanıtır. Onun öncelikli görevi gidip en
ön saflarda düşmanla savaşmak değildir. Onun diplomatik yollardan ülkesine
yapacağı katkı belki cephede savaşan askerlerin yapacağından çok daha fazla
olabilir.
Siyasetçi ülke yönetiminde doğru ve adil kararlar almakla yükümlüdür. İyi
idareci hakkın ve haklının yanında yer alır, işi ehline verir, meritokrasiyi
savunur, ayrımcılık yapmaz, hukuk devletini inşa eder. Onun öncelikli görevi
gidip cephede en ön safta savaşmak değildir.
Ordunun komuta kademesi savaşı sevk ve idare eder. Onların öncelikli
görevi gidip en ön safta askerlerle birlikte savaşmak değildir. Onu yapacak
başka komutan ve askerler vardır ve onlar da zaten görevlerini en iyi şekilde
yapacaklardır.
Dolayısıyla her zaman olduğu gibi burada da emanet ehline vermek gerekir.[2] Herkes
görevini en iyi şekilde yapmalı ve öncelikler ve hedefler doğru belirlenmelidir.
Kanaatimizce savaşmak profesyonel ordunun işidir. Sürekli kendini
yenileyen, yeni harp taktikleri geliştiren, silah ve mühimmatını zamanında
hazır eden, çağın ihtiyaçlarına uygun donanımlı orduyu savunmak ve savaşma
görevini onlara vermek gerekir. Bunun yerine, sahasında iyi yetişmiş İslâm âlimlerini
en ön safta savaştırıp şehit olmalarını beklemek, ilk önce uzman doktorları savaşmaları
için cepheye sürmek, emaneti ehline vermemek, ayrıca Tevbe Suresinin 122. âyetine
de alenen karşı gelmek olacaktır.
Elbette orduya moral veren din subaylarına ihtiyaç vardır. Onlar
askerlerle sürekli savaş meydanlarında olmalıdır. Ama dinî ilimlerle ve insan
yetiştirmekle meşgul, din hakkında derin ve sağlam bilgi elde etmek için gece
gündüz çaba sarf eden, seferden dönen kardeşlerini bilgilendirmek için sürekli
kendini yenileyen İslâm âlimlerini cephede savaşırken ve ölürken görmek arzusu,
kanaatimizce “ucuz müslümanlık gösterisinden” başkası değildir.
Sonuç olarak, yukarıda zikredilen âyetler açıktır. Hâlâ inatla tersini
savunan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, amacı ve niyeti bozuk cahil/cühelanın
bu âyet üzerinde düşünmeleri âyetle ilgili yapılan yorumları bütüncül bir gözle
okumaları ve değerlendirmeleri hem kendileri hem de yanılttıkları kimselerin
hayrına olacaktır. (23.08.2012)
Yorumlar
Yorum Gönder