Üç Günden Fazla Küs Kalınır mı? (166)
Üç
Günden Fazla Küs Kalınır mı? (166)
Herkesin çok iyi bildiği gibi “bir müslümanın
diğer müslümana üç günden fazla küs kalması doğru değildir” ve küs kalmamalıdır.
Pekala gerçekten çok büyük haksızlıklara
uğramış bir kimse kendisine zulmeden zalime nasıl davranmalıdır? Bu konuda ölçü
ne olmalıdır? Mazlum çevreden gelen baskılara dayanamayarak hemen affa sarılmalı
ve barışa yanaşmalı mıdır? Bütün yaşananları unutup derhal hakkını helal mi
etmelidir? Kötülüğü yapan kişinin yaptığı kötülük yanına kâr mı kalmalıdır?
Zalim aynı şekilde başkalarının hakkını gasp etmeye ve zulme devam mı
etmelidir? Bu zalime dur demek için mü’minlerin ortak bir duruş sergilemesi gerekmez
midir? Eğer mü’minler haklının yanında değil de “güçlünün” yanında yer
alırlarsa durum ne olacaktır? Bu tür karakteri ve kişiliği gelişmemiş müslümanların
bilerek zalimlere verdikleri destek İslam’ın ortaya koyduğu ilkelerle
bağdaşmakta mıdır? Kanaatimizce müslümanlar yaşadıkları toplumda gerçek anlamda
barış ve adaleti sağlamak istiyorlarsa bütün bu soruların cevapları üzerinde
düşünmek zorundadır.
Şurası bir gerçektir ki, müslümanların
birbirleriyle barışmamak üzere ila nihaye küs kalmaları uzun vadede İslam
toplumuna zarar verir. Dolayısıyla İslam kardeşliğinin tesisi ve devamı için (Enfal,
8/1; Bakara, 2/27; Nisa, 4/1; Rad, 13/25); birlik ve beraberliğin, huzur ve
güvenin sağlamlaştırılması için, İslam düşmanlarına karşı güçlü olunması ve
öyle kalınması için (Enfal, 8/46, 60; Hasr, 59/14) ve gelecekte de İslam’ın
zarar görmemesi için müslümanlar arasında küslük olmamalıdır, olmuşsa da acilen
sona erdirilmelidir.
Burada zalime karşı müslümanlara büyük
görevler düşmektedir. Onlar hak gaspında bulunan zalimin topluma daha fazla
zarar vermemesi için mazlumun yanında yer almalı, onun hukuk mücadelesine
destek olmalı ve yargı makamları da bu zalimi cezalandırmalıdır. Yoksa zalim
zulmünü artırır, yetkilerini kötüye kullanır ve toplumun huzurunu bozmayı
sürdürür.
Diğer taraftan mazlum, eğer kendisine
yapılan haksızlık karşısında yalnızlığa terk edilir ve elinden başka bir şey
gelmezse, o da hakkını helal etmez ve ahirete bırakır. Zalim, ihlal ettiği
hakları vermeksizin dil ucuyla helalleşme konusunda ısrar ederse bu takdirde
mağdur ona; “Hesaplaşmayı ahirette
yaparız” veya “O ayrı bir konu, ben
geçmişte bana yaptıklarınızı unutmadım, sadece yapılanları Allah’a havale
ettim” diyebilir. Böyle söylemesi o mağdurun hakkıdır; o kişiye hakkını helâl
edip etmemekte serbesttir. Zalim, hakkını gasp ettiği mazlumun bu dünyada bütün
haklarını verip onun zararlarını telafi etmezse yaptıklarının sonuçlarına
ahirette zaten katlanmak zorunda kalacaktır.
Diğer taraftan zalim mazlumun hakkını
vermeye hiç yanaşmıyor, bildiğini okumaya devam ediyorsa, her ikisi aynı binada
birlikte çalışmak zorunda iseler “şartlı bir barış” sağlanabilir. Zalim bu “zorunlu
barış” nedeniyle mazlumun hakkını helal ettiğini düşünüp ham hayallere kapılmaz;
mazlumun hakkını helal etmediğini, hak helal ettirmenin o kadar kolay/basit
olmadığını öğrenir ve başkalarına da haksızlık yapmaktan belki sakınır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in böyle
durumlarda zalime de mazluma da yardım edilmesini emrettiği bilinmektedir.
Ashabı; “Mazluma yardım etmeyi anladık
ama zalime nasıl yardım edelim?” dediklerinde Hz. Peygamber; “Onu da yaptığı yanlıştan vazgeçirmek
suretiyle” demiştir. Görülüyor ki müslümanlar Hz. Peygamber’in bu sünnetini
unutmuşlardır. Zira bazıları korkularından, bazıları kıskançlıklarından ve
bazıları da gücü elinde bulunduran adamın/kadının şerrinden çekindikleri için
bırakınız zalime haksız olduğunu ve yanlış yaptığını söylemeyi utanmadan mazlumun
arkasından konuşarak; “Efendim! O da çok
konuştuydu, iyi oldu, oh oldu; o da zaten hak etmişti. İyi yaptınız” diyerek
zalimi zulmünde cesaretlendiren konuşmalar yapmaktadırlar ki bu durum, o
gafillerin İslam’ı da Hz. Peygamber’in sahih sünnetini de hiç anlamadıklarının en
büyük delilidir.
Çünkü zulüm karşısında bırakınız mazluma
destek olmayı zalimle işbirliği yapmak ve omurgasız duruş sergilemek İslam’ı
hiç bilmemektir. Zira mü’minler, aralarındaki kötüleri ıslah ve zararlarını
engellemek için ellerinden geleni yapmakla yükümlüdür. Elbette her zaman ve her
dönemde kötüler olmuştur ve olacaktır. Onların zararlarını önlemek için
mağdurların yanında yer almak ve yalnız bırakmamak da mü’minlerin görevidir. Kötüler
ne kadar güçlü olurlarsa olsun sivil toplum örgütleri ve samimi mü’minler her
zaman mazlumun yanında yer almalıdır. Bu durum dünyanın her tarafında dini ve
ırkı ne olursa olsun bütün insanlar için geçerlidir. Yani kâmil bir mü’min, her
zaman ve her yerde mağdurun yanında yer alır, haklarını sonuna kadar savunur ve
mazlumu asla yalnızlığa terk etmez. (Nisa, 4/75)
Tekrar ifade edelim ki mazlum, zalime
hakkını helal etmeden de aynı toplumda onunla bir arada yaşayabilir. Mecbur
kalmadıkça onunla muhatap olmaz; samimi olmaz; ama asgari ölçülerde insanî ilişkilerini
devam ettirir; yeryüzünde barışın/adaletin tesisi için böyle kimselerle birlikte
çalışmak zorunda kalıyorsa görevini küslük nedeniyle ihmal etmez, savsaklamaz
ve eline yetki geçtiği zaman da o zalime karşı adaletten ayrılmaz. Zira adaletten
uzaklaşmak ayrı bir felakettir; mazlum bu yanlışı yapmaktan kaçınır; öyle ki zalim
ile birlikte çalışan mağdur başka konularda zalim haklı ise onu destekler ve
asla adaletten ayrılmaz. Onun yaptığı gibi hak yemez, iftira atmaz, komplo
kurmaz, yalan söylemez, kısaca onun yaptığı ahlaksızlığı/yanlışlığı/zulmü o da
yapmaz; ilkeli, kararlı ve onurlu bir duruş sergiler ve bu konuda Kur’an’ın şu
ayetini kendine rehber edinir:
‘Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik
yaparak Allah'a bağlılığınızda sıkı durun ve herhangi bir kimseye karşı
nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun: bu, Allah'a karşı
sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah'a karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olun: şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.’ (Maide, 5/8. Ayrıca bkz. Nisa, 4/135)
Bununla beraber şu da ifade edilmelidir ki
küs kalarak İslam kardeşliğinin gerektirdiği toplumsal görevleri ihmal etmek ya
da yapmamak büyük vebaldir. Hele bu küslük anne, baba, kardeşler ve akrabalar
arasında oluyorsa bunun sorumluluğu kat be kat daha fazla olur.
Gerçek mü’minler küs oldukları kimselerle görüşüp
konuşmak ve aradaki mesafeyi koruyarak İslam’a birlikte hizmet etmek zorundadır
Zira her devir ve dönemde İslam düşmanlarına karşı birlik ve beraberliği
muhafaza etmek ve kale gibi sağlam durmak gerekir. Düşünelim ki herkes
birbirine karşı küsmekte, husumet beslemekte, fırsat kollamakta ve hiç barışmamaktadır.
Öyleyse müslümanlar nasıl bir araya gelecek ve ortak hedeflere birlikte yürüyeceklerdir?
Dolayısıyla mü’minlerin birbirleriyle iletişim kurmaları, görüşüp konuşmaları
şarttır. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in “Üç günden fazla küs kalmayın” ikazı son derece yerinde ve hayati derecede
önemli bir uyarıdır.
Ancak onun bu uyarısını suistimal eden bazı
müslüman ya da ikiyüzlülere karşı da çok dikkatli olmak gerekir. Zira bu zalimler
“Nasıl olsa mazlum bizimle barışmak zorunda
kalacak” diyerek bu rivayeti istismar edebilir, yetkilerini kötüye
kullanabilir ve zulme devam edebilir. Bu nedenle hadisi yanlış anlamaya teşne böyle
kötü niyetli zalimlere karşı onurlu ve dik duruş sergilemek gerekir. Çünkü geniş
boyutlu meseleye bakıldığında bahsedilen durum daha net görülür. Dolayısıyla bu
hadisi istismar eden zalimlere fırsat vermemek için herkes üzerinde düşen
vazifeyi yapmalı ve asla adaletten ayrılmamalıdır. Kaldı ki her zaman adaletten
yana olmak Kur’an’ın bir emridir ve sürekli insanlara hatırlatılan temel
ilkedir. (Maide, 5/8; Nisa, 4/135; Nahl, 16/90; Hadid, 57/25; Şura, 42/15).
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in “Üç günden fazla küs kalmayın” uyarısı son
derece önemlidir. Din kardeşliğinin zarar görmemesi ve İslam’ın tüm dünyaya
tebliği ve temsili için bütün mü’minlerin bu ikazın gereğini hassasiyetle yerine
getirmeleri boyunlarının borcudur. (21.05.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder