Kuran-ı Kerim Bir Şifre Kitabı Değildir (152)
Kuran-ı Kerim Bir Şifre Kitabı Değildir (152)
Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim, kendisini “bütün insanlığa hitap eden açık, açıklayıcı ve
anlaşılır bir kitap” olarak takdim eder. Her yönüyle mucize olan bu kitabı
ancak onun üzerinde sağlıklı tefekkür yapanlar anlayabilir.
Kur’an-ı Kerim, insanı “şeytan ve
şeytanlaşmış insanların” vesvese ve telkinlerinden, küfrün, şirkin, isyanın,
nifakın karanlığından İslam’ın aydınlığına ulaştıran bir hidayet kaynağıdır.
Kur’an-ı Kerim, insanı kendi fıtratına
döndüren, kendisiyle, varlık âlemiyle ve Allah ile tanıştıran bir rehberdir.
Kur’an-ı Kerim, her zamana ve her nesle söz
söyleme imkânına sahip evrensel ilkeleri bünyesinde barındıran apaçık bir
kitaptır.
Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’in ne demek
istediğini doğru anlayıp yorumlayabilmek ancak Şâriin hedef, gaye, amaç ve
maksadını çok iyi bilmekle ve değerlendirmeleri de bu istikamette yapmakla
mümkün olabilir.
Öte yandan eski
çağlardan beri gizemli ve sırlı konular insanların ilgisini çekmiştir. Günümüzde de Hurûfîliğin,
Kabbalizmin, Gnostizmin, Batınîliğin vs. tesirinde kalan ve Kur’an’da birtakım
sır ve şifrelerin bulunduğunu söyleyen hoca müsveddeleri ve çakma ilahiyatçılar
vardır. Bunlar usulüne uygun şekilde Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışmak
yerine, “magazin kültürü ciddiyetiyle” konulara yaklaşan sahtekâr şifreci,
falcı, büyücü, medyum, astrolog ve kâhinlerin “işbirlikçileridir.” Maalesef
bütün bu şarlatanlar kıyametin
kopacağı ana kadar da dünyadan hiç eksik olmayacaktır. Zira bunların arkasında “şeytan
ve şeytanlaşmış insanlar” vardır.
Öncelikle şunu belirtelim ki, Kur’an-ı Kerim asla bir şifre kitabı değildir
ve şifrecilerin iddia ettiği gibi içinde herhangi bir “şifre/kod/gizem/sır”
barındırmamaktadır. Ancak bu durum, her çağın kaliteli bilimsel
araştırmalarının ciddi sonuçlarını “doğrulayan ve destekleyen bir kitap”
olmadığı anlamına da gelmemektedir.
Onu kendi arzularına göre yorumlayanlar “kalbinde
hastalık (nifak, şirk) bulunan”, cahil, ukala, budala ve art niyetli
kimselerdir. Her ne kadar iyi niyetle meseleye yaklaştıklarını iddia etseler de
Kur’an’ı olduğundan farklı tanıttıkları için kesinlikle suçludurlar. Zira
Kur’an, emanetin ehline verilmesini emreder; bilmeyenlerin bilmedikleri
konuları uzmanlarına sormalarını tavsiye eder. Oysa onlar, Kur’an’ın bu
çağrısına kulak tıkamış ve Kur’ân’dan kendi kafalarına göre hüküm çıkarmaya
çalışmışlardır.
Görüldüğü üzere şifrecilerin bu yaptıkları mezkûr
âyetlere aykırıdır. Kur’an’a saygılı olduğunu söyleyenler samimi iseler öncelikle
bu âyetlere uygun davranmak zorundadır.
Daha açık söyleyecek olursak herkes uzman
olduğu sahada konuşmalıdır. Doktor, uzman olduğu sahada en iyi doktor, öğretmen
branşında en iyi öğretmen, ilahiyatçı da uzman olduğu bilim dalında/yoğunlaştığı
sahada en iyi ilahiyatçı olmak durumundadır.
Nitekim herkes en
iyi bildiği konuda konuşmalıdır. Kaldı ki akla, mantığa ve sağduyuya uygun olan
da budur. Aksi takdirde her kafadan bir
ses çıkar, kafa karışıklıkları giderek artar ve sonunda anarşi, kaos, kargaşa,
çöküş ve düşman istilası kaçınılmaz olur.
Örneğin bir “tasavvuf tarihçisinin” “tefsir
konusunda” ahkâm kesmesi veya “bir din sosyoloğunun” “hadis bilim dalında”
ileri geri konuşması nasıl ciddiyetten uzak yaklaşımlar ise bir tıp doktorunun
da “Kur’an’da şifreler olduğunu iddia etmesi/falcılık yapması” kesinlikle yanlıştır.
Onların bu yaptıkları, tıpkı “kadın doğum doktorunun” açık kalp ameliyatı yapmaya
kalkışması gibi bir şeydir ve bunu kabul etmek mümkün değildir.
Bu itibarla tekrar ifade edelim ki, teknolojik
yönden gelişmiş ve kalkınmış ülkeler konunun uzmanlara kulak verdikleri ve
emaneti ehline teslim ettikleri için başarılı olmuş ve olmaktadırlar.
Bu bakımdan insanların kafasını karıştıran,
endişeye sevk eden ve dinin sadece sırlar ve şifreler dünyası olarak
algılanmasına yol açan bu tür delile dayanmayan subjektif yaklaşımlar
kesinlikle zararlıdır. Genellikle belirli zamanlarda ve aynı kişiler tarafından
bu konuların sürekli gündeme getirilmesi, “gençleri zehirlemek isteyenlerin kötü
maksatları” olabileceği düşüncesini akıllara getirmektedir.
Şurası bir
gerçektir ki, insanın bu dünyada bulunuş gayesi kıyametin ne zaman kopacağı,
Hz. Îsâ’nın ne zaman yeryüzüne ineceği ve Mehdînin kim olduğunu araştırmak
değildir. Aksine ölmeden evvel sonsuz olan ahiret hayatını kazanmak için taklidi
imanını tahkiki hal getirmek; dürüst ve
erdemli davranışlar ortaya koymak; bütün insanlığa faydalı olacak işler
yapmaktır. Sadece ve sadece Yüce Allah’a kulluk etmek; Hz. Peygamber gibi ahlaklı,
tutarlı, ilkeli, kararlı, cesur, adaletli, zulme direnen, tedbir alan,
kınayanın kınamasına aldırmadan hakkı/doğruları söyleyen, savunan ve uygulayan
olmaktır. Zaten bunları yapmadan Hz. Peygamber’in örnek alındığını söylemek mümkün
değildir.
Şurası bir gerçektir ki, insanın düşüncelerindeki
milimetrik sapma davranışlarında kilometrelere tekabül eder ve böyle birisi kesinlikle
doğru istikametten sapar. Bu nedenle akıllı insanlar öncelikle zihinlerindeki yanlış
düşünceleri düzeltmekle işe başlar, vahyin ne dediğini doğru anlar, bunları en
güzel şekilde uygular ve böylece ahiretteki en büyük ödülü hak edecek hale
gelir.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim asla “sır veya şifre kitabı” değildir; fal bakmak veya mezarlıklarda okunmak için de
gönderilmemiştir. O, dirileri
uyarmak, “gerçek İslam âlimlerince açıklanmak”, anlaşılmak ve yaşanmak
maksadıyla inzal edilmiş bir kitaptır ve ona inanan herkes onun dediklerini
yapmaya, yasakladıklarından da kaçınmaya mecburdur. (21.01.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder