Keşf, İlham ve Rüya Yoluyla Bilgi Elde Edilemez (140)
Keşf, İlham ve Rüya Yoluyla Bilgi Elde Edilemez (140)
Kur’ân-ı Kerîm’i, sahih sünneti, bilimi ve
aklıselimi esas alan gerçek İslam âlimleri keşf, ilham ve rüya yoluyla bilgi elde
ettiğini iddia edenlerin bu sübjektif beyanlarını hiçbir zaman ciddiye almamış
ve böyle bir bilgi edinme şeklini şiddetle reddetmişlerdir. Zira test edilmesi
mümkün olmayan sübjektif iddialar hiçbir zaman hakikatin yerini tutamaz ve
başkaları için de bir bilgi kaynağı olamaz.
Nitekim kendilerini “seçilmiş insan, salih
zat, mehdî, mesih, insan-ı kâmil, mürşid-i kâmil” gibi kerameti kendinden
menkul sıfatlarla tanıtan bazı kimseler, kalbine ilham geldiğini, Yüce Allah
ile görüştüğünü, Hz. Peygamber’i rüyasında gördüğünü, onun kendisine talimatlar
verdiğini söyleyerek bazı müslümanları kandırmış, onları istismar etmiş ve kötü
emellerine alet etmişlerdir.
Oysa İslâm’ın bilgi kaynakları arasında “keşf,
ilham ve rüya yoluyla bilgi elde etme” yoktur. Böyle bir kapı açıldığında müslümanların
nasıl savruldukları, tefrikayı düştükleri ve birbirlerinin kanını döktükleri
malumdur. Bu acıların yaşanmasının nedenlerinden birisi, keşf, ilham ve rüya
yoluyla bilgi aldığını söyleyen “seçilmiş insanın/sahte mehdinin” saçmalıklarıdır.
Ancak ne acıdır ki, böyle bir bilgi edinme şeklini onaylayan ve müslümanların
gafil avlanmalarına neden olan “hoca müsveddeleri” günümüzde de hâlâ varlığını
sürdürmektedir. Bu çakma ilahiyatçılar/sahte hocalar/sözde akademisyenler kesinlikle
büyük bir vebal altındadır.
Elbette belli bir konuya odaklanan kimsenin kalbine ilahi yardımların gelmesi, beyninde
şimşeklerin çakması, icat ve keşifler yapması, “evrende işleyen ilahi yasaları”
tespit etmesi ve bu gayretinin Yüce Allah tarafından ödüllendirilmesi mümkündür.
Böyle bir manevî ilham ve destek “hak edene” elbette söz konusu olabilir.
Ancak sırf bir takım “nafile ibadetler”
yaptığı için ilhamlar aldığını, Allah ile görüştüğünü söyleyerek insanları
aldatanlar kesinlikle şarlatanlardır. Kendisine fısıldayanın içindeki şeytan
olduğunu bilmeyen cahillerdir. () Rahmanî ses ile şeytani ses arasındaki farkı
fark etmesini sağlayacak furkan olan Kur’ân’ın ve sahih/mütevatir sünnetin
ilkelerini ve bunların arkasındaki maksadı, amacı, gayeyi, hedefi bilmeyen din
simsarlarıdır. Dolayısıyla gerçeği araştırmayan ve bu tür din tüccarlarının süslü/yaldızlı/parlak/cafcaflı/usturuplu
yalanlara kananlar suçludur. Zira “şeytanın vahiy etmesi” ile “Allah’ın vahiy
etmesi” apayrı şeylerdir ve bu ikisi arasındaki farkı anlamak için yapılması
gereken, Kur’ân’ın ve sahih sünnetin ilkelerini çok iyi bilmek, anlamak, özümsemek
ve muttaki bir kul olmaktır.
Diğer taraftan elbette rüya görmek vardır ve
rüya yorumlarını inkâr etmek de söz konusu değildir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, Hz
Yusuf'un gördüğü rüyayı ve babası Yakup’un bu rüyayı yorumlamasını, Hz Yusuf'un
zindandaki iki arkadaşının gördükleri rüyayı ve Hz Yusuf'un bu rüyaları tevil
etmesini, Mısır kralının gördüğü rüyayı ve Hz. Yusuf'un bunu tevilini ve Hz.
İbrahim’in gördüğü rüyayı haber vermektedir.
Rüya tabiri uzmanlık isteyen bir iştir ve
herkesin bu konuda konuşması veya rüya tabirleri kitabı yazması doğru değildir.
Zira her bir rüya “kişiye özeldir” ve bunun tevilini yapabilmek göründüğü kadar
basit ve kolay bir iş değildir.
Nitekim rüyalar müjde ve uyarılar içerir yahut
kişinin yaşadıkları ve yaşamak istedikleri uykusunda rüyasına girebilir. Ancak
beynini çöplüğe çeviren ve ruhunu filmler/diziler/kliplerden savrulan “dijital görsel
radyoaktif serpintilerle” kirletenlerin saçma sapan rüyalar görmeleri söz
konusu olur ki bu tür rüyaların insana verebileceği hiçbir mesaj da yoktur.
Zira en güzel rüyaları en sadık (adaletli, ilkeli, tutarlı, dürüst ve erdemli
davranışlar ortaya koyan ihlaslı) kimseler görebilir.
Müjde ve uyarılar içeren rüyaların tevilini
ancak sağlam bir Kur’ân, sünnet, tıp, tarih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji vs.
bilgisine sahip insanlar yapabilir. Kaldı ki Hz Yusuf, durup dururken
kendiliğinden değil hem babasından hem de Mısır'da aldığı eğitim sonucunda rüya
tabirleri konusunda uzmanlaşmıştır.
Bu bakımdan rüya görmek ayrı bir şeydir; Yüce
Allah’ı veya Hz. Muhammed'i rüyasında gördüğünü ve onlardan talimat aldığını
iddia ederek insanları kandırmak ayrı şeylerdir. Bu ikisi arasındaki farkı fark
etmeyen ve ikisini birbirine karıştıranlar sadece aptal ve sefihlerdir.
“Keşfen
göründü”, “keşfen sabit”, “keşfen tespit edildi”, “keşfen aldık”, “keşfen
görüştük” gibi yalanlarla insanları
aldatanlar ne dediklerinin farkında olmayan hoca müsveddeleri ve din
bezirgânlarıdır. Böylelerine inanan, peşlerinden gidenler de akıllarını
kullanmayan ve sahte kurtarıcılardan medet uman “açgözlü sahtekârlardır.” Zira
bu çakma din adamlarına destek olup şımarttıkları için onlar da suçludurlar ve
mahşer günü bunun hesabını vereceklerdir.
Sonuç olarak keşf, ilham ve rüya yoluyla
bilgi elde edilebileceği düşüncesinin/ iddiasının Kur’ân ve sünnetten hiçbir sağlam
dayanağı yoktur. Hz Peygamber, Yüce Allah’tan vahiy almış ve onu insanlara
tebliğ etmiştir. Tekrar ifade edelim ki, Kur’ân’da ve sahih sünnette “söz
konusu yollarla” bilgi elde edilebileceğine dair açık, net ve sarih hiçbir
ifade mevcut değildir. Zorlama yorumlara başvurarak şarlatanların eline malzeme
veren tüm din anlatıcıları bu yaptıklarından dolayı sorumlu olacaklardır. Zira
yanlış anlaşılmaya ve istismara elverişli laflar ederek din tüccarlarının eline
malzeme veren, söylediklerinin sonuçlarını hiç hesaba katmayan, haklı uyarılara
kulak tıkayan “din adamları” şeytan ve şeytanlaşmış insanlar tarafından ele
geçirildiklerini bilmeli ve öncelikle içine düştükleri o kötü halden
kendilerini kurtarmaya çalışmalıdır. (23.10.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder