Kader-Tevekkül ilişkisi (114)
Kader-Tevekkül ilişkisi (114)
Kâinattaki her şey Yüce Allah’ın bilmesi, dilemesi ve
yaratmasıyla meydana gelir. Yani yaratan ve yöneten Allah’tır. İmtihan edilen
insanlar da tamamen özgür iradeleriyle tercihte bulunurlar. Kaderlerini eylem
ve söylemlerine göre an be an kendileri şekillendirirler. Zira Yüce Allah,
insanların dilemesini ve kendi kararlarını kendilerinin vermesini istemiş, bu
nedenle de kaderlerini kendi boyunlarına dolamıştır. Kaldı ki eğer böyle “bir hürriyet”
verilmeseydi ne imtihandan ne cennetten ne de cehennemden söz edilebilirdi.
Bu bakımdan “dünya hayatı” bir imtihan yeridir. Esas ve kalıcı olan ahiret
hayatıdır. Bu durumu Yüce Rabbimiz şöyle haber vermiştir: “Şüphesiz
biz insanı, karışım halindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu
imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz onu (ömür
boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek, ya da nankörlük ederek
kat eder.”[1]
Yüce Allah’ın “en güzel bir
biçimde yarattığı”[2]
insanoğluna verdiği iradeye “cüz’i irade” denilir ve her
insanın sorumluluğu “bu cüz’i iradesiyle” yaptıklarıyla doğru orantılıdır.
Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, O’nun kâinatın yegâne hâkimi
olduğunu bilen bir insan, yapıp ettikleriyle kaderini şekillendirdiğini bilmeli
ve ona göre hareket etmelidir. Çünkü insanoğluna akıl ve irade verildiği için seçimlerinde
özgür bırakılmış, görev ve sorumlulukları önceden bildirilmiş, Yüce Allah’ın
rızasını kazanmasını engelleyecek düşmanları tanıtılmış, bu sinsi ayartıcılara karşı
dikkatli olması ve aldanmaması gerektiği haber verilmiştir.
Bir insan, kendi gücünü/kapasitesini ve iradesini iyi amellere harcarsa
Allah onu iyi neticelere ulaştırır ve onun istediği sonuçları
yaratır. Ancak gücünü ve iradesini haram ve yasak işlerde kullanırsa kötü hedeflere
ulaşmasında onu serbest bırakır ve imtihanın bir gereği olarak müdahale etmez. Kaldı
ki Yüce Allah, “dünyada açgözlü insanların neden oldukları kötülüklere”
müdahale etme ve engelleme görevini “imtihan ettiği diğer insanlara” yüklemiş
ve bunu da şimdiden bildirmiştir.
Dünyada yaşanan kötülükleri gördüğü halde, kendisi bir şey yapmayarak bunları
Yüce Allah’ın engellemesini istemek/beklemek, “dünyada niçin bulunduğunu idrak
etmeyen ve bu konuda hiçbir düşünsel çaba içine girmeyen zavallı kimselerin”
davranış tarzıdır. Böyle yaparak sorumluluktan kurtulacaklarını zanneden bu
tipler sadece kendilerini aldatmaktadır.
Şurası bir gerçektir ki, kaderi ve tevekkülü yanlış anlamak insanoğlunu tembelliğe,
nemelazımcılığa, sorumsuzluğa ve başkalarına yük olmaya sevk eder. Böyle birisi
“Allah’a tevekkül ettim, alın yazım ne
ise o başıma gelir” diyerek çalışmaz, görevini ihmal eder, dikkatsiz
davranır, tedbir almaz, tehlikelere karşı önceden hazırlık yapmaz, bu yüzden
felaketlerle karşılaşınca veya bir zarara uğrayınca bunu “alın yazısı”
olarak görmeyi tercih eder. Oysa onun bu yaptığı kesinlikle yanlıştır; Yüce Allah’a
atılmış korkunç bir iftiradır ve bu şekilde sorumluluktan kaçıp kurtulması da asla
mümkün değildir.
Zira alına yazılmış bitmiş bir kader yoktur. Böyle bir kader anlayışı sakattır;
yani “kadercilik” ciddi anlamda problemlidir. İnsanın kaderi niyetine, samimiyetine,
eylem ve söylemlerine, gidişatına göre an be an şekillenir, kaderi alnına an be
an yazılır.
Mesela arabasının bakımını zamanında yaptırmayan, lastiklerini
yenilemeyen, sarhoş olarak direksiyonun başına geçen veya trafik kurallarına hiçe
sayan bir kimse kaza yaptığında bu kazaya “Allah’ın takdiri” diyorsa bu, Yüce Allah’a
atılmış korkunç bir iftiradır.
Bir insan tedbir almadığı ve trafik kurallarına uymadığı zaman sorumlu
olur. Kabahatini çeşitli adlar altında “Allah’a/kadere/feleğe/zamana” havale
edip sorumluluktan asla kurtulamaz/kaçamaz.
Aynı şekilde “Allah’a tevekkül ettim
O, benim rızkımı verecektir” diyerek çalışmayıp yatan bir kimse ya aç kalır
ya da başkalarına yük olur. Bu, tevekkül değil hazıra konmaktır ve
tembelliktir. Çünkü insana ancak çalışmasının karşılığı vardır.[3]5 İnsanoğlu
çalışmakla, yeteneklerini geliştirmekle ve Yüce Allah’ın kendisine takdir
ettiği rızkı arayıp bulmakla mükelleftir.
Nitekim Hz. Peygamber, kaderin an be an şekillendiğini bildiği için müslümanların
şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: “Allah’ın
ismine sığınıyor ve Allah’a tevekkül ediyorum. Allah’ım, doğru yoldan sapmaktan
ve saptırılmaktan, kaymaktan ve kaydırılmaktan, haksızlık etmekten ve
haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık görmekten Sana
sığınırım.”[4]
Görüldüğü üzere her türlü tedbiri aldıktan sonra Yüce Allah’a güvenmek ve
sonrasında da bu şekilde dua etmek Hz. Peygamber’in sahih sünnetidir. Kamil bir
mü’minin de bu sünnete uygun hareket etmesi gerekir.
Rabbim cümlemizi kader ve tevekkülü doğru anlayan ve kavrayan, kadercilikten
ve Yüce Allah’a iftira atmaktan sakınan, Hz. Peygamber’in sahih sünnetine
sımsıkı sarılan dürüst ve erdemli kullarından eylesin.(13.03.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder