Din, Şeriat ve Fıkıh (150)
Din,
Şeriat ve Fıkıh (150)
“Din”, ilk insandan itibaren kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için
Yüce Allah’ın koyduğu “değişmez temel ilkeler” olup kıyametin kopacağı ana
kadar geçerlidir. Son hak din İslam, bu ilkelerin tamamını muhtevîdir. Bu
bakımdan kıyamete kadar gelecek tüm insanlar “dine” yani; “şaşmaz ve değişmez temel
ilke ve esaslara” uygun hareket etmekle mükelleftir.
“Şeriat” ise, “dinin” söz konusu aslî ilkelerinin “değişik toplumlarda,
farklı zaman ve mekânlarda, farklı yol ve yöntemlerle uygulanmasıdır.” Nitekim
şeriatlarda teferruata ait meselelerde değişik uygulamalar söz konusu olabilir.
Burada “temel esas”, bu uygulamaların “dine/İslâm’a” aykırı olmamasıdır.
Dolayısıyla coğrafyanın, iklimin, zamanın ve şartların değişmesiyle “farklı
toplumlar için farklı şeriatlar” olabilir. Dine aykırı olmamak kaydıyla farklı
yol ve yöntemler uygulanabilir. Bu bakımdan “din” ile “şeriat” birbirine
karıştırılmamalıdır. Görüldüğü üzere “din” ayrı, “şeriat” ayrıdır.
“Fıkıh” ise “dine” ve “şeriata” aykırı olmayacak şekilde müslümanların
ürettikleri dinî hükümlerdir. Yani sahanın uzmanı İslam âlimlerinin İslâm’ın
temel ilkelerini ve Hz Peygamber’in sahih sünnetini esas alarak çağının
problemlerine ürettikleri çözüm önerileridir. Aynı şekilde bu öneriler “dine”
uygun olmalıdır. Bilinmelidir ki bu üretilen “din” veya “şeriat” değil sadece “dinî
yorumlardır.”
Bir başka ifadeyle “fıkıh”, o dönemin insanlarının uyması gereken dini kurallar
bütünüdür. Mezhepler fıkhın kaide ve kurallarını belirler ve bir usul dâhilinde
çağın sorunlarına “dine” aykırı olmayacak şekilde fetvalar/çözüm önerileri
üretir ve yeni hükümler ortaya koyarlar. Dolayısıyla üretilen bu” din
yorumlarının” kendisi “din” değildir; bu nedenle gelecek zamanlardaki insanlar
için bu yorumların bağlayıcılığı yoktur. Elbette bu içtihatlardan da yararlanılması
söz konusu olabilir; ancak bu yorumları “din” zannedip her dönemin insanlarına
bunları “din” diye dayatmak ve “o dönem için yapılması zaruri yeni yorumlara”
mani olmak doğru değildir.
Bu fıkhî hükümler/içtihatlar ehil âlimler tarafından “hem maslahat hem de
Şâriin maksadı esas alınarak” sürekli üretilmeli ve güncellenmelidir. Kanaatimizce
bu noktada İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin metodu ve yaklaşımı esas alınmalı ve
meselelere ehl-i rey bakış açısıyla yaklaşılmalıdır. Kur’ân ve sahih sünnetin
ilke, amaç, gaye ve maksadını çok iyi kavrayan bir müçtehidin “dine” uygun ortaya
koyacağı “içtihatlar/fıkhî hükümler/çözüm önerileri” İslam toplumlarının
kalkınmasına, ilerlemesine ve tüm dünyaya model olmasına imkân sağlayabilir.
Sonuç olarak “din”, “şeriat” ve “fıkıh” aynı şeyler değildir; aralarında ciddi
farklar vardır. Bunlar birbirine karıştırılacak olursa İslâm’ın anlaşılması ve
yaşanması güçleşir; mezhepler arası çatışmalar da kaçınılmaz hâle gelir. Ayrıca
“son din İslam”, gayr-i müslimlere yanlış tanıtılır ve onların İslam’dan
soğumalarına/nefret etmelerine neden olunur. Böyle yapmak ise çok büyük bir
vebali omuzlamak manasına gelir. (28.12.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder