Deprem Cezalandırma mı, İlahi İkaz mı, İmtihan mı? (154)
Deprem
Cezalandırma mı, İlahi İkaz mı, İmtihan mı? (154)
Yüce Allah kâinatı yaratırken “âdetullah” adı
verilen ve insanlara faydaları da olan kevnî yasalar koymuştur. Koyduğu bu ilahî
yasalar/hassas dengeler tüm insanlar için kıyamete kadar geçerlidir.
Örneğin ateşin yakması, suyun kaldırma
kuvveti, yer çekimi kanunu, yer kabuğundaki hareketlilikler, depremler, volkanik
patlamalar, suyun yüz derecede kaynaması, sıfır derecede donması, çöllerin ve
adaların oluşması, seller, hortumlar, kasırgalar, fırtınalar, tsunamiler vs.
işte bütün bu ve benzeri hassas ayarlar/doğal hâdiseler, dünyanın yaratıldığı
andan itibaren vardır ve kıyametin kopacağı ana kadar da bütün insanlar için
aynen geçerli olacaktır.
Yüce Allah, insanlığa “kâinatı kendisinin
yarattığını ve bütün bu kuralları kendisinin koyduğunu” gönderdiği kutsal kitaplar
vasıtasıyla bildirmiş ve bunlara karşı tedbirli/hazırlıklı olmalarını istemiştir.
Buna rağmen umursamaz tavırlarla ilahî
yasaları/hassas ayarları göz ardı edenler yanlış yapmaktadır. Böyleleri yaptıklarının
acı sonuçlarıyla karşılaştıklarında Yüce Allah’ı değil kendilerini suçlamalıdır.
Zira tabiatta var edilen hassas dengeleri önemsemeyerek keyfi tutumlar
sergileyen ve tedbiri terk edenler haklı değil suçludurlar. Kanaatimizce bu
ilahî yasalara uygun yaşam şartlarını oluşturmayanların Yüce Allah’a söyleyecek
hiçbir sözleri yoktur.
Örneğin bize göre “depremi önceden tespit
edebilmek maksadıyla” yeraltlarında veya deniz diplerinde “pek çok gözlem
istasyonu” kurmayan, bazı hayvanların hareketlerini 7 gün 24 saat takip ederek onların
davranışlarındaki değişiklikleri anında tespit edip bunları ölçü alarak “deprem
erken uyarı sistemleri” geliştirmeyen veya daha başka keşiflere/icatlara/ buluşlara
imza atmayan insanların Yüce Allah’ı suçlamaya asla ve kat’a hakları yoktur.
Şurası herkes tarafından bilinmelidir ki, ezelden
beri süregelen doğal afetler ve bunların acı sonuçları “Yüce Allah’ın bir
cezalandırması” değildir; böyle gören ve gösteren bütün din adamları yanılmaktadır.
(Bu arada helak olmayı hak eden kavimlerin doğal afetlerle ortadan
kaldırılmaları ayrı bir konudur. Zira onlar, öncesinde kendilerine yapılan tüm
uyarılara kulak tıkadıkları için artık imtihanı kaybetmişlerdir. Dolayısıyla
onları cezalandırma yok, “helak etme” vardır. Helak etme ayrı, cezalandırma
ayrıdır.) Zira bu tür düşünceler Kur’an ve sünnetten dayanağı olmayan, sığ ve
yüzeysel değerlendirmelerdir; “yanlış
Tanrı tasavvurunun” doğal sonuçlarıdır. Günümüzde deprem ve benzeri
doğal afetlerle karşılaşanlar bunun bir cezalandırma değil, “içinde hikmetler
barındıran ilahi ikaz” ya da “imtihan” olduğunu bilmelidirler. Kaldı ki
günümüzde de “uyarıları göz ardı edenlerin” geçmiş kavimler gibi doğal
afetlerle yok edilmeyeceklerinin de hiçbir garantisi yoktur.
Bu bakımdan Yüce Allah’ı “keyfi kararlar
alan, sürekli kızan, hemen cezalandıran, ilkesiz, kuralsız ve tutarsız” bir
ilah şeklinde tanıtmak doğru değildir. Deprem ve benzeri felaketleri “Yüce Allah’ın
cezalandırması” olarak nitelendiren kimseler antropomorfik (insanlaştırılmış)
Tanrı tasavvuruna sahip, Kur’ân’a bütüncül bakmaktan uzak çakma ilahiyatçılar,
merdivenaltı din tüccarları ve hoca müsveddeleridir.
Zira alması gereken bütün tedbirleri zamanında
almayan, ihmal eden, savsaklayan ya da önemsemeyenlerin musibetlerle
karşılaştıklarında bunu Yüce Allah’ın cezalandırması olarak görmeleri, kendilerini
ve başkalarını kandırma veya aklama çabalarıdır. Bu nedenle tedbirsiz ve
dikkatsiz davranarak depreme ve diğer tabii afetlere gereken hazırlığı çok
önceden yapmayanlar kesinlikle sorumludurlar.
Böyle bir durumda ihmalkâr davranarak “ilahî
yasaları” göz ardı eden ve tedbir almayan kimseler tıpkı intihar edenler
gibidir. Çünkü onlar, deprem öncesi yapması gereken hazırlığı yapmayarak ölüme/sakat
kalmaya davetiye çıkarmışlardır. Mesela yaşadığı evi sağlam bir zemine,
kaliteli malzemelerden ve doğru bir şekilde inşa ettirmemişlerdir.
Bütün bu hataları yapan birisinin evi
başına yıkıldığında başkalarını suçlaması, sözde din adamlarının da bunu “takdir-i
ilahî” ve “Allah’ın bir cezalandırması” olarak takdim etmesi kesinlikle
yanlıştır ve bunu yapanlar Yüce Allah’a korkunç iftira atmaktadır. Mahşer günü
bu iftirayı atanlar kesinlikle bunun hesabını vereceklerdir.
Zira Yüce Allah’ın kendisine verdiği akılla
Kur’an’ı ve kâinat kitabını doğru okuyan bir insan evini sağlam zemine ve kaliteli
malzemelerden yapar. Evinin boya ve badanasından ziyade “taşıyıcı kolanlarına” önem,
ağırlık ve öncelik verir. Manzarasından daha ziyade “çimentosuna, demirine,
kumuna ve işçiliğin kalitesine” bakar. Heyelan bölgesine veya dere yatağına ev
yapmaz; iki kat müsaade edilen yere de sekiz katlı apartman kondurmaz.
Bilinmelidir ki, deprem, kâinatta var olan
ekolojik dengenin doğal bir sonucudur. Bu nedenle deprem ve benzeri hâdiselere
karşı her türlü hazırlığı önceden yapmak, sonrasında takdiri Yüce Allah’a
bırakıp tevekkül etmek gerekir. Bu tedbirleri aldıktan sonra depremlerin yıkıcı
etkisiyle karşılaşıp sıkıntı yaşayanlara düşen görev ise sabretmek ve mücadeleye
aralıksız devam etmektir.
Sonuç olarak, dünyanın değişik bölgelerinde
zaman zaman yaşanan depremler “insanoğluna uyarı, muhasebe ve öze dönüş imkânı”
sunar. Buradan gereken dersi çıkartan bir mü’min derhal toparlanıp kendine gelir,
imanını sağlamlaştırır, salih amellerini artırır, oturduğu evi en güzel şekilde
inşa ettirir, acı tecrübelerden ders çıkarır, hatalarının bedelini “yanlış kader anlayışına” dayanarak
Allah Teâlâ’ya yüklemez ve sorumluluklarından kaytarmaya çalışmaz. (28.01.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder