Çoğunluğun Yaptığını Yapmak İnsanı Sorumluluktan Kurtarmaz (167)
Çoğunluğun Yaptığını Yapmak İnsanı Sorumluluktan Kurtarmaz
(167)
Her zaman çoğunluğun yanında mı yoksa “kuralların/ilkelerin/prensiplerin”
gösterdiği istikamette mi gitmek gerekir? Çoğunluğun her zaman isabetli
kararlar aldığı iddia edilebilir mi? Menfaatleri için yalan söyleyerek
insanların çoğunu aldatan ve peşlerinden sürükleyenler konusunda mü’min nasıl
bir tavır sergilemeli ve ölçüsü ne olmalıdır? “Ecdadımız böyle yapmıştı biz
de böyle yaparız” diyerek sorgulamadan inanmak ve körü körüne
ataları taklit etmek konusunda Kur’an ne demektedir? “Atalarımızdan gördüğümüz
inanç ve eylem biçimlerini biz de aynen uygularız, onlar kesin ve şaşmaz
doğrulardır” yaklaşımı isabetli midir? Eleştirel aklı devre dışı
bırakanlar çoğunluğun peşinden giderek sorumluluklarından kurtulabilirler mi?
Bütün bu sorulara tatmin edici cevaplar son
ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Nitekim Kur’an, dünyaya gelmiş ve
gelecek bütün insanların şu sorulara cevap vermelerini ister: Eğer ataları
düşünmeyen, akıllarını kullanmayan ve hidayeti bulamamış kimseler idiyse de mi
hala onların söylemlerini ve eylemlerini tekrar edip duracaklar? Atalarının da
yanılabilecekleri ihtimalini göz önünde bulundurmayacaklar mı? Bazı sorular
sorarak onların gittikleri yolun doğru olup olmadığı konusunda kafa
yormayacaklar mı? İşte Kur’an, insanları her zaman kendi yaptıklarının sonuçları
üzerinde düşünmeye davet etmekte ve körü körüne teslimiyeti şiddetle
eleştirmekte ve reddetmektedir. Konu ile ilgili ayetlere bakalım:
“Ama onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiğinde
bazıları: “Hayır, biz [yalnız] atalarımızdan gördüğümüz [inanç ve eylemler]e
uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve
hidayetten nasip almamış iseler? ” (Bakara, 2/170)
“Ve böyle [insanlara] Allah'ın bahşettiğine
tâbi olmaları söylendiğinde, “Hayır, biz, atalarımızdan gördüğümüz [inanç ve
eylem biçimlerin]e uyarız!” derler. Öyle mi, ya şeytan onları yakıcı ateşin
azabına çağırmışsa? Kim bütün benliğiyle Allah'a teslim olursa ve aynı zamanda
doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan [sağlam] bir dayanak elde
etmiş olur: çünkü her şeyin akıbeti Allah'ın elindedir.” (Lokman,
31/21-22)
“Zira onlara, “Allah'ın indirdiğine ve elçisine gelin!”
denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiller bizim için kâfidir”
diye cevap verirler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak
kimseler idiyseler de mi? Siz ey imana ermiş olanlar! Siz [yalnız] kendinizden
sorumlusunuz: Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda iseniz, size hiçbir zarar
veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'a olacaktır: Ve o zaman Allah, size
[hayatta] yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir.” (Maide, 5/104-105)
Bu ayetleri görmezlikten gelerek hala
inatla akl-ı selim ile düşünmemek, ataların yaptığı her şeyi kutsamak, onları
kayıtsız şartsız doğru kabul etmek işin kolayına kaçmaktır. Oysa
sorumlulukların gereğini yapmak yerine işin kolayına kaçmak ya da böyle
yapanların arkasından gitmek doğru değildir. Zira sorgusuz sualsiz körü körüne
liderlerinin peşinden gidenlerin kıyamet günü birbirlerini suçlamalarıyla
ilgili Kur’an’da geçen diyaloglar gerçekten ibret vericidir ve herkesin
üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Ayetleri hatırlayalım.
“Gerçek şu ki, Allah hakikati inkâr edenleri rahmetinden
kovmuş ve onlar için yakıcı bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada sonsuza kadar
kalacaklar: ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzlerinin ateşte
darmadağın olduğu o Gün, “Eyvah” diye feryat ederler, “keşke Allah'a itaat
etseydik, keşke Elçi'ye uysaydık!” Ve “Ey Rabbimiz!” diyecekler, “Biz
liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk, bizi doğru yoldan uzaklaştıranlar
onlardır! Rabbimiz! Onlara iki misli azap çektir ve rahmetinden tamamen mahrum
bırak!” (Ahzab, 33/64-68)
Görüldüğü üzere ayetler, peşlerinden
gittikleri liderleri, papazları, hahamları, şeyhleri, hocalarının vs. ahirette
onlara hiçbir fayda sağlamayacağını, son pişmanlıklarının onları azaptan kurtarmaya
yetmeyeceğini haber vermektedir.
Aynı şekilde Kur’ân, tekrar dünyaya
dönmeleri mümkün olsaydı bir daha bu liderlerin peşinden gitmeyeceklerini
söylemelerinin de onlara hiçbir faydasının olmayacağını, kandırıldıklarını
ifade etmelerinin de kesinlikle bir mazeret olarak kabul edilmeyeceğini, körü
körüne itaati seçen, düşünmeksizin yanlış yapan “çoğunluğun yanında” yer alan
ve sahte liderlerin peşinden koşanların cehennemi boylayacaklarını bildirmektedir.
Konu ile ilgili ayetler şunlardır:
‘Ama hâlâ Allah'a rakip gördükleri varlıklara inanmayı
tercih eden ve onları [yalnızca] Allah'a özgü [olması gereken] bir sevgi ile
seven insanlar var: hâlbuki imana ermiş olanlar, Allah'ı başka her şeyden daha
çok severler. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, [Kıyamet Günü] azaba
uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah'a ait
olduğunu ve Allah'ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi!
Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan
uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Uyanlar şöyle derler:
“Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları
gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri
fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da
değillerdir.” (Bakara, 2/165-167)
Yine Kur’an-ı Kerim, dünyaya gelmiş
insanların çoğunluğunun yaptığı gibi akıllarıyla değil önyargıyla karar
verenlerin ve sahte ilahlara kutsallık yakıştırıp peşlerinden gidenlerin kıyamet
gününde: ‘Keşke doğru sözü (Kur’an’ın ve sahih sünnetin ilkelerini)
dinleseydik ve aklımızı kullansaydık’ demelerinin onları kurtarmaya yetmeyeceğini
haber vermektedir.
“Ve onlar, ‘Eğer biz’ diye ekleyecekler, “[bu uyarıları]
dinlemiş olsaydık veya [en azından] kendi aklımızı kullansaydık, [şimdi] yakıcı
ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık!” (Mülk, 67/10)
Yine peşlerinden gittikleri
kimselerle ilgili söyleyecekleri şu sözleri, pişmanlıkları ve itirafları da
ibret vericidir:
“Vah bana, n'olurdu, falancayı kendime dost
edinmemiş olsaydım! (Furkan, 25/28)
Kısaca, hakikati inkâra şartlanmış
olanların peşinden kayıtsız şartsız gidenlerin de alkışladıkları,
destekledikleri ve yalanlarına kandıkları o sözde liderlerin de ahirette
karşılıklı olarak birbirlerini suçlamaları her iki tarafa da hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Zira Kur’an, her iki kesimin de suç ortağı olduğunu ve her iki
grubunda azabı kat be kat hak edeceklerini bildirmektedir. Bu bakımdan onların
birbirlerini suçlamaları ve kurtulmaya çabalamalarının hiçbir anlamı yoktur.
İşte bütün bu gerçeklerin şimdiden haber veriliyor olması, insanları konu
üzerinde düşünmeye ve ders almaya davet içindir. Şu ayetleri birlikte okuyalım:
‘’Kendi asılsız uydurmalarını Allah'a yakıştıran ya da
Allah'ın ayetlerini yalanlamaya kalkışan kimselerden daha zalim kim olabilir?
Onlara [hayatta] nasip olarak her ne ki yazılmışsa kendilerini bulacaktır; tâ
ki, canlarını almak için elçilerimiz gelip [de] onlara: “Hani, nerde Allah'tan
başka çağırıp durduğunuz varlıklar?” deyinceye kadar. Ve [günahkarlar]: “Bizi
yüzüstü bıraktılar!” diye karşılık verecekler ve [böylece], hakkı inkâr eden
kimseler oldukları konusunda kendi aleyhlerine tanıklık etmiş olacaklar. [Bunun
üzerine Allah]: “Katılın öyleyse, ateşe sizden önce gömülüp giden görünmeyen
varlıklar ve insanlar güruhuna!” [Ve] bir güruh [ateşe] girerken her seferinde
kendi yandaşlarına lânet edecek; o kadar ki, onların hepsi, birbiri ardından
oraya doluştuklarında, sonrakiler önden gidenler için [şöyle] diyecek: “Ey
Rabbimiz! Bizi yoldan çıkaran işte bunlardı: öyleyse, onlara ateşle iki kat
azap ver!” Allah: “Her biriniz iki kat azaba müstahaksınız ama bunu bilmiyorsunuz”
diye cevap verecek buna. Ve öncekiler, sonrakilere şöyle diyecek: “Demek ki,
hiçbir bakımdan bizden üstün kimseler değilmişsiniz! Öyleyse, yaptığınız bütün
o kötülükler için, tadın bu azabı!” (Araf, 7/37-39)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere herkes
kimin ve neyin peşinden gittiğine bakmak, tenkidi elden bırakmamak, kritik
analitik düşünmek, her zaman tutarlı ve ilkeli olmak durumundadır. “Herkes
gidiyordu ben de gittim”, “Herkes yapıyordu ben de yaptım”, “Herkes
öyle inanıyordu ben de inandım” şeklindeki sözler insanı hiçbir
zaman mesuliyetten kurtarmaya yetmeyecektir.
Bunu bir örnekle açıklayalım. Mesela
kırmızı ışıkta geçen bir otomobili durduran trafik polisi kural ihlali yapan
şahsa bunun nedenini sorduğunda o kişinin; “Herkes geçiyordu ben de geçtim”
demesinin hiçbir zaman yeterli ve ikna edici bir cevap olmadığını bilir. Bu
nedenle kırmızı ışıkta geçerken “trafik işaretlerine” değil de “başkasının yaptıklarına
bakarak hareket eden” yanlış yaptığı için suçludur. Cezayı yazan polisi veyahut
kural ihlali yapan önündeki diğer sürücüleri suçlaması sonucu değiştirmez. Dolayısıyla
her zaman ölçü, ortaya konulan kurallardır; prensiplerdir; Kur’an ve sahih
sünnetin ortaya koyduğu ilkeler ışığında “sağlıklı tefekkürün hakkı verilerek”
ulaşılan yol ve yöntemlerdir; sağlam parametrelerdir.
Bu nedenle Kur’an
ve sahih sünnetin temel esaslarını göz ardı ederek cahillerin peşinden
gidenler; uzman olmayanlara danışıp hatalı karar verenler; sahte şeyhlerin
eteğine yapışarak cennete gireceğini sananlar; duymak istedikleri yalanları
söyleyenlere tabi olanlar; sorumluluğa, derin tefekküre ve temel ilkelere
çağıranlardan fersah fersah kaçanlar; çoğunluğun yaptığının her zaman doğru
olduğunu düşünenler; eylemlerin şekil şartını tamamlamayı marifet zannedenler, maksadı,
amacı ve gayeyi bir türlü anlamak istemeyenler; kendilerine bilgi aktaranların
verdikleri bilgilerin doğruluğuna araştırmadan hemen inananlar; İslâm’a aykırı
emir ve talimatları gözünü kırpmadan ve sorgulamadan uygulayanlar ne kadar
büyük hata ettiklerini anladıklarında iş işten geçmiş olacaktır.
Dolayısıyla Yüce Allah’ın koyduğu sınırları
aşanlar, hakikate ulaşmak için üstün çaba göstermek yerine şekilciliğin/kolaycılığın/fırsatçılığın
peşinden koşanlar, sorgulamaksızın her duyduğuna hemen inananlar ve aklı rafa
kaldıranlar ahiret günü kesinlikle kaybedeceklerdir. “Siz nerden biliyorsunuz,
gidip gördünüz mü?” diyecek olanlara gerçekleri görmeleri için bir
kez olsun şu Kur’an’a açıp bakmalarını, birazcık olsun şu kutsal kitabı okumalarını,
ayetler üzerinde kafa yormalarını ve mantıklı düşünmelerini tavsiye edebiliriz.
Zira Kur’ân, düşünüp ders alacaklar için “mahşer
günü karşılaşılacak bütün olayları” şimdiden bildirmektedir. Ancak bu açık
uyarılara rağmen hala kalplerini/ruhlarını bilerek ve isteyerek yaptıkları
kötülükler nedeniyle kirletenler/karartanlar, bunları işlevsiz hale getirenler
öncelikle işe kendilerini düzeltmekle başlamalıdır. Bu kimseler hala inatla ve
ısrarla hata ve günahlardan arınmaya çalışmaz ve taklidi imanı tahkiki hale
getirmeye gayret etmezlerse bu yaptıkları kesinlikle kendi aleyhlerine
olacaktır. Zira görünen köy kılavuz istemez.
Öte yandan aklını kullanmayarak
başkalarının yanlışlarını tekrarlayan, öğretilmiş sloganlara göre hareket eden
ve hacı/hocaların yaptıkları hataları kendilerine dayanak yaparak ahirette kurtulacaklarını
zannedenler de fena halde yanılmaktadır. Zira ölçü ve örnek her çağda ve her
toplumda Hz. Muhammed’in sahihi sünneti ve muttaki mü’minlerin model
yaşamlarıdır; günahkâr ve zavallı müslümanların, radikal örgütlerin veya dini
siyasi çıkarlarına alet eden üç beş zavallının yaptıkları değildir. Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde insanların fasit kıyas yapmamaları için “Aklınızı
kullanmayacak mısınız?” şeklinde sayısız uyarı yapılmaktadır. Bu
bakımdan insanoğlu hayat boyu doğru karar vermek istiyorsa öncelikle sağlıklı tefekkürün
hakkını vermelidir. (Nahl, 16/17; En’am, 32; Yasin, 36/62; Saffat, 138; Kasas,
60; Mü’minun, 80; Enbiya, 10, 67; Yunus, 3, 16, 42, 100; Furkan, 44)
Bütün bu ayetleri görmezlikten gelerek düşünmekten
kaçınmak, çoğunluğun yanında yer almayı marifet zannetmek, ilkeleri göz ardı
etmek, bütün suçu “örnek olma vasfından uzak cahil müslümanların” üzerine
atarak sorumluluklarından kurtulacağını zannetmek ya da sahte liderlerin
peşinden gitmek asla doğru değildir. Unutulmamalıdır ki Kur’ân, bütün insanlığa
hitap etmekte, sürekli sağlam muhakemeyle karar vermeye ve ayetleri üzerinde derin
tefekküre çağırmaktadır. Nitekim şu ayet önemli bir gerçeğe işaret etmektedir:
“Ve
gün gelecek her toplum içinden kendi aleyhlerine bir şahit çıkaracağız. Ve seni
de [ey Peygamber, mesajının ulaşabileceği] kimseler üzerinde şahit kıldık;
nitekim sana adım adım her şeyi olduğu gibi açıklayan, bir doğru yol bilgisi,
bir rahmet ve Allah'a yürekten boyun eğenlere müjde olarak bu ilahî kelâmı
indirdik.” (Nahl, 16/89)
Özetle, dosdoğru yolun bilgisini içeren Kur’an’ın
ortaya koyduğu ilkelere uygun hareket etmek, her insanın bu dünyadaki en önemli
önceliği ve görevidir. Zira Kur’an, bireysel ve toplumsal anlamda iyi ile
kötünün ne olduğu konusunda usûl ve esasa dair bilinmesi gereken her şeyi
içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla
çoğunluğun yanında değil, “doğruluğu vahiyle tespit edilmiş şaşmaz
ilkelerin” tarafında olmak gerekir. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in bu
konuda ne dediğine bakmak icap eder. Zira bir insanı her iki dünyada da
kurtaracak ve Yüce Allah’ın rızasını kazandıracak olan duruş böyle bir
duruştur.
Ayrıca şu da ilave edilmelidir ki, bir müslümanın
bu dünyadaki vazifesi bütün insanları zorla müslüman etmek değildir. Bir
mü’min, gayr-i müslimlere karşı kaba, haksız, adaletsiz ve düşmanca davranış
sergileyemez. Dinleri yüzünden müslümanlarla savaşmayan ve yaşadığı topraklara
göz dikip ellerinden almak için silaha sarılmayan gayr-i müslimlere karşı iyilik
ve adalet çerçevesinde davranmayı emreden Kur’an’ın çağrısına kulak verir. (Mümtehine, 60/8-9). Eğer bir mü’min,
dünyadaki diğer insanların hidayete kavuşmalarını istiyorsa, buna yardımcı
olabilmek için öncelikle kendini düzeltmekle işe başlar. Kendisini iyi yetiştirmeyen,
İslam'ın kurallarına özümseyip onları davranışlarına yansıtmayan ve hep
başkalarını suçlayanlar böyle yapmakla hem kendilerine hem de İslam'a zarar verir
ve bunun vebalini ahirette ödeyemezler.
Sonuç olarak, insanların karar verirken alacakları
ölçü/kriter “çoğunluğun yaptıkları” değil, “Kur’an ve sahih sünnetin temel ilke
ve prensipleridir.” Esas olan, çoğunluğun peşinden gitmek değil sorumluklarının
bilincinde, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan muttaki/muhsin/muhlis bir
mü’min olmaya çalışmaktır. (28.05.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder