Ye'cüc ve me'cüc kıyametin bir alameti midir? (47)
Ye'cüc ve me'cüc kıyametin bir alameti midir? (47)
Arapça’da (اجج) kelimesi, “sıcağın şiddetli olması, ateşin tutuşması ve
sesli sesli yanması, düşmanın hızlı hareket etmesi” gibi mânâlara gelmektedir. Klasik
kaynaklarda (يفعول ومفعول ) vezninde gelen
“ye’cüc ve me’cüc” ile “kıyâmet alâmeti” olarak ortaya çıkacak ve büyük
karışıklıklara ve taşkınlıklara sebep olacak kimseler” kastedilmektedir.
“Ye’cüc ve me’cüc” Kur’an-ı Kerim’de
iki yerde geçmektedir ve “kıyâmet alâmeti” olduklarına dâir açık bir beyan söz
konusu değildir. Kitâb-ı Mukaddes’te geçen “gog ve magog” ile bazı
uydurma rivayetlereki “ye’cüc ve me’cüc” tasvirleri arasındaki çok dikkat
çekici benzerlikler mevcuttur.
“Ye’cüc ve me’cüc”
kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de geçmesinden hareketle ve bu konudaki
rivâyetlere dayanılarak onların bir “kıyâmet alâmeti” olduğu
düşünülmüş ve bununla kimlerin kastedilmiş olabileceği konusunda çok
değişik yorumlar yapılmıştır. Bu tür farklı yorumların yapılmasını tabii
karşılamak gerekir. Zîra günümüzde vukû bulan bir hâdise bile “farklı kişiler
tarafından” değişik şekillerde yorumlanabilmektedir. Nitekim Kur’an-ı
Kerim’de geçen bazı kavramlar da farklı kimseler tarafından değişik
şekillerde te’vil edilmiştir.
Nitekim “ye’cüc ve me’cüc”ün; “Barbar
tabirinden daha şiddetli bir tabir olup aslı ve nesebi belirsiz, din ve millet
tanımayan karma insanlar topluluğu” olduğu; “Bütün
beşeriyeti etkileyecek bir afet olup, müteaddit kabilelerden müteşekkil kalabalık
çapulcular takımı” olduğu; “İddianın aksine Türkler olmayıp, geçmiş
ve gelecekte, hangi ırk ve millete mensup olursa olsun, yeryüzündeki
nizam ve intizamı bozmaya kalkışanların hepsi” olduğu, “geçmişte
yapılan mücadelede yenilen ve gelecekte de yenilmeleri normal olan kötü
kimseler” olduğu, “gök insanları ile savaşacak, ancak fazla ileri
gitmelerine imkân verilmeyip imha edilecek kimseler” olduğu, “bir
başka gezegende yaşayan ve kıyâmete yakın insanlara saldıracak olan kavim” olduğu, “kıyâmetin
kopma süreci içerisinde, değişik milletlerden oluşan şerir ve fasık insanların
mahşere akın akın gelişlerini sembolize eden bir kavram” ve “belli
kavimler ya da varlıklar olmayıp, ‘Son Saat’in gelip çatmasından önce insan
uygarlığının bütünüyle yok olmasına yol açacak bir toplumsal felaketler serisi
anlamında bütünüyle temsîlî bir unsur” olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır.
Kanaatimizce Enbiyâ sûresinde geçen ”ye’cüc
ve me’cüc” ifâdesiyle “kıyâmet alâmeti” değil, “İkinci sûrun
üfürülmesiyle birlikte diriltilen ve mahşer meydanına doğru yeryüzünün her
köşesinden yürüyerek seller gibi akıp giden bütün hakikat inkârcıları” kastedilmektedir.
Zîra âyetin devamında anlatılanlar bu düşüncemizi desteklemektedir.
Şöyle ki, kıyâmetin kopma süreci
başladığında nasıl ayın ikiye yarılması âyet-i kerime’de (اقتراب) “iktirâb” kelimesi ile ifâde ediliyorsa,
başa gelmesi kaçınılmaz olan kıyâmet sözü (وعد الحق)
“va’dül-hak” yaklaştığında da ikinci sûrun üfürülmesiyle yaşanacak olaylar (اقتراب) “iktirâb” kavramı ile anlatılmaktadır.
Bir başka ifâdeyle, nasıl “küresel kıyâmet”
yaklaştığı ve ansızın başladığında ay ikiye yarılıyor ise, ikinci sûr’un
üfürülmesi yaklaştığı ve süreç başladığında da “inkârcıların başına gelecek
felaketler” haber verilmektedir. Nitekim müteâkip âyetlerde sur üfürülünce “bütün
kâfirlerin gözlerinin yerinden fırlayacağı, kıyâmetin gerçekleşmiş olduğunu
görecekleri, suçlarını itiraf edecekleri, kendilerine cehennemin yakıtı
olmayı hak ettiklerinin söyleneceği, cehenneme atılacakları ve orada ah!
edip inleyecekleri” anlatılmaktadır.
Görüleceği üzere burada “kıyâmet öncesi”
yaşanacak bir hâdise değil, “yeniden diriliş sonrasında” meydana
gelecek “olağanüstü gelişmeler” tasvir edilmektedir. Dolayısıyla Enbiyâ
sûresinde geçen ”ye’cüc ve me’cüc” ifâdesine dayanarak bunun “kıyâmetin
bir alâmeti” olduğu sonucunu çıkartmak mümkün değildir.
Kehf sûresinde geçen “ye’cüc ve
me’cüc” kavramı da aynı şekilde bir “kıyâmet alâmeti” olmayıp, “bahsedilen
dönemde dünyada yaşayan, etraflarına saldıran ve zarar veren zalim insanlar topluluğu”dur.
Nitekim âyetlerde Zülkarneyn’in (Pers
İmparatoru Kuriş) Yüce Allah’ın verdiği imkân ve yetenekleri en uygun şekilde
kullanarak “bu zâlim kimseleri nasıl etkisiz hale getirdiği” anlatılmaktadır. Bu
âyetlerin devamında ise, konu ile bağlantılı olarak Zülkarneyn’in orada yaşayan
insanlara yaptığı tebliğden, inşâ ettirdiği setten bahsedilmekte ve kıyâmetin
kopmasıyla bu setin de yerle bir olacağı, sûr’un üfürülmesiyle herkesin
birbirine karışacağı ve seller gibi akıp mahşer meydanında toplanacaklar ve
inkârcıların karşısına cehennemin getirileceği haber verilmektedir. Burada inkârcı
kimselerin âhiretteki tasvirleri yapılırken “birbirlerine karışmış halde”
olacaklarından bahsedilmesi ve bu durumun da (يموج) “yemûcu”
fiiliyle ifâde edilmesi de dikkatleri çekmektedir.
Kısaca ifâde etmek gerekirse, her iki
âyette de geçen “ye’cüc ve me’cüc” tâbirleriyle kastedilenler farklı zaman
ve mekânlardaki bütün zâlim ve günahkâr kimselerdir. Yani;
birisiyle “dünyadaki bozguncu insanlar”, diğeriyle ise “mahşer meydanında
toplanacak bütün zâlim ve hakikat inkârcıları” kastedilmektedir.
Özetle, konuya Kur’an-ı
Kerim esas alınarak yaklaşılmaması ve bazı zayıf ve uydurma rivâyetlerin
etkisinde kalınması nedeniyle “ye’cüc ve me’cüc”ün “kıyâmetin bir alâmeti”
olduğu şeklindeki yapılan yorum ve değerlendirmeler isâbetli değildir. Bu konuyla
ilgili yapılan yorumların kahir ekseriyeti “eksik, yetersiz, hatalı ve
yanıltıcıdır.”
Bize göre “ye’cüc ve me’cüc” ile yukarıdan
bakıldığı zaman adeta karınca veya çekirge sürülerini andıran, çok ama çok
kalabalık kötü insan topluluklarının oluşturduğu bir görüntü anlatılmak
istenmektedir. Bu ifâdeyle söz konusu insanların sayılamayacak kadar çok olduklarına
dikkat çekilmiştir. Nitekim Yüce Allah, bu görüntüyü insanlara onların kullandıkları
kelimelerle ve onların anlayacağı şekilde anlatmıştır. Gerek dünyada gerekse
âhirette böyle bir durumu nitelemek için Kur’an ve hadislerde zaman zaman
kullanılan ve her dilde de benzerleri bulunan “sıfatları” yanlış anlayarak bunu
“kıyâmetin bir alâmeti” olarak değerlendirmek doğru değildir.
Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in nazil
olduğu dönemde Ye’cûc ve Me’cûc kelimesi “isim” değil “sıfat” olarak
kullanılmıştır. Enbiyâ sûresi 96. âyette geçen Ye’cûc ve Me’cûc ile kast
edilenler “ikinci sûrun üfürülmesiyle birlikte diriltilen ve mahşer meydanına
doğru sel gibi akıp giden günahkâr, zalim, kâfir, münafık ve müşrikler
topluluğu”dur. Kehf sûresi 94. âyette geçen Ye’cûc ve Me’cûc ile kast edilenler
ise, “Zülkarneyn’in yaşadığı dönemde dünyada bulunan, etraflarına büyük
zararlar veren, işgalci, sömürgeci ve bozguncu insanlar topluluğu”dur. Bir
başka ifadeyle her iki âyette de Ye’cûc ve Me’cûc ile “belirli bir ırk veya
kavim” değil, tam tersine “muhtelif ırk ve renklerdeki bütün zâlim, kâfir,
müşrik, mücrim, münafık, fâsık ve müfsitler topluluğu” kastedilmiştir.[1] (23.11.2007)
[1] Ayrıntılı
bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri”
adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 218-220.
Yorumlar
Yorum Gönder