Televizyon ve internet içinde pırlantalar barındıran bir çöplüktür (5)
Televizyon
ve internet içinde pırlantalar barındıran bir çöplüktür (5)
Ülkemizde yaklaşık 40 yıldır tv yayınları
var ve son 17 yıldır da özel tv’lerle ve uydu yayınlarıyla çok daha fazla kanalı
takip etme imkânı doğmuştur.
Bu kadar çok kanal arasında, bir seçim
yapılarak, hangileri ne kadar süre seyredilmelidir?
Yoksa bir elinde kumanda aletiyle “saatlerce
bu yayınlar karşısında” ömür mü tüketilmelidir?
Olumlu anlamda hiçbir katkı sağlamayacak
bazı faydasız bilgileri edinmek için bu kadar zamanı “bu yayınlara harcamaya”
değer mi?
Akıllı bir insan kan, şiddet ve
vahşetin sergilendiği ve duygu sömürüsünün yapıldığı filmlerle veya bazı
programlarla “beynini çöplük haline getirmeyi” gerçekten ister mi?
İşte bütün bu soruların mantıklı bir
cevabının olması şarttır.
Televizyon, insanların hem gözlerine hem de
kulaklarına hitap ettiği için etkisi çok daha fazladır. Bu nedenle günümüz
şartlarında mükemmel sayılabilecek bu teknolojik aleti/ ürünü çok daha güzel
bir şekilde kullanmak gerekmektedir.
Nitekim televizyon programlarının çok
yönlü, uzun vadeli, kalıcı olumsuz tesirlerinin olduğu konusunda uzmanlar ve mütefekkirler
hem fikirdir.
Düşünürleri bu kanaate sevk eden ise,
yanlış ve maksatlı yapılan kötü yayınlardır. Bu konuyla ilgili tartışmalar,
günümüzde de hâlen devam etmektedir.
Batılı bir filozof, televizyon ve
interneti; “içinde pırlantalar barındıran bir çöplüğe” benzetmektedir ki, bu
görüşe katılmamak mümkün değildir.
Herhalde tv programları ve internet
siteleri konusunda seçici olmak gerektiğini bundan daha güzel anlatan bir başka
söz söylenmemiştir.
Bununla birlikte “şiir konusunda” kendisine
sorulan soruya cevap veren Hz. Peygamber’i burada hatırlamamız
yerinde olacaktır.
Hz. Muhammed, şiiri şöyle tarif
etmiştir. “Güzeli güzel, çirkini de çirkindir.”[1]
Buradan şöyle bir sonuç çıkartmamız
mümkündür:
“Tv programlarının güzeli güzel,
çirkini de çirkindir.”
“İnternet sitelerinin güzeli güzel,
çirkini de çirkindir.”
“Youtube kanallarının güzeli güzel,
çirkini de çirkindir.”
“Facebook sayfalarının güzeli
güzel, çirkini de çirkindir.”
Mesela çocuklara seyrettirilen müstehcen
bir filmi, içki, kumar, sigara ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların
özendirildiği, adeta insanların bunları yapmaya şartlandırıldığı bir
programı “güzel ve faydalı bulmak” mümkün değildir.
Bu, akla, mantığa ve sağduyuya aykırı bir durumdur.
Hiç kimse göz göre göre kendisinin,
yakınlarının veya başkalarının bu şekilde yönlendirilmesini ve aldatılmasını
istemez ve istememelidir.
Atalarımızın “görünen köy
kılavuz istemez” sözünden de çıkartacağımız dersler vardır.
Nitekim batılı ülkeler, televizyonu bizden önce icad etmişler ve bunun menfî
etkileriyle bizden çok daha önce tanışmışlardır.
Onların bu problemlere “çözüm
bulma girişimleri” günümüzde de halen devam etmektedir. Dolayısıyla bu anlamda
onlardan öğreneceğimiz çok şeyler vardır.
Ortada somut örnekler ve yanlış yollar
varken, “deneme-yanılma yöntemiyle” sonuç almaya veya “aynı
yanlışları tekrarlamaya” ve daha fazla vakit kaybetmeye gerek yoktur.
Zira Müslümanların “nesillerini zararlı
alışkanlıklardan korumak” gibi bir sorumlulukları vardır.[2] Bunun
için de “bir şeyler yapmaları” gerekmektedir. Kimse bu anlamda görevlerini
ihmal edemez ve etmemelidir.
Vurdumduymazlık sonucu gösterilen ihmalin
büyük bir vebali gerektirdiği açıktır. Dolayısıyla karanlıklardan
aydınlığa çıkmak, ortak sorunlara “ortak çözüm önerileri” geliştirmek için
birlikte mücâdele edilmesi şarttır.
Helvadan kendi elleriyle yaptığı puta
tapan, sonra da açıkınca o putu yiyen kişilerin durumuna düşmemek gerekmektedir.
Yüce Allah’a yakın olmak maksadıyla bu
putlara taptıklarını iddia eden kimseler, ne kadar yanlış bir iş yaptıklarını
Kur’an’ın gelmesiyle ancak anlayabilmiş ve bu hatalarından vazgeçmişlerdir.
Ancak aynı yanlışı o günden bugüne kadar
devam ettiren insanların sayısının bir hayli fazla olduğu da görülmektedir.[3] Bugün
bizler onların “helvadan yaptıkları putlara taptıkları, sonra da acıkınca
yedikleri bilgisini” okuyunca onların haline gülmekte ve bu insanların
nasıl böyle bir şey yapabildiklerine hâlâ inanamamaktayız. Oysa bütün bunlar
yaşanmıştır.
Dolayısıyla bu hâdiseden şöyle bir sonuç
çıkartmamız yanlış olmayacaktır:
Günümüzde de saatlerini “taparcasına
tv’nin faydasız programlarına”, “internetteki lüzumsuz sitelere” harcayanlar,
vakit geçirmek veya eğlenmek maksadıyla böyle yaptıklarını iddia edip
kendilerini savunmaya kalkışanlar, acaba yanıldıklarını ne zaman
anlayacaklardır?
Oysa Kur’an, onları “zaman”ın önemi
konusunda uyarmakta ve zamanlarını gereği şekilde değerlendiremeyenlerin
hüsranda olacaklarını/ olduklarını haber vermektedir.[4]
Hal böyleyken neden insanlar hakikatten yüz
çevirmektedirler?[5]
Yoksa onlar da yüzyıllar sonra
gelecek birilerinin kendilerine gülmelerini mi beklemektedirler?
Özetle ifade etmek gerekirse, düşünen
ve sorgulayan insanlar, “tv programları, internet siteleri ve diğer konularda” seçici
olmaya mecbur değil adeta mahkumdurlar.
Akıl ve ruh sağlığını korumak
gerektiğini düşünen, gelecek nesiller konusunda endişe taşıyan ve en önemlisi “ahiret
hayatı için hazırlık yapılması gerektiğine inanan”[6] kimselerin bir an önce “uzaktan kumanda aletini” bir
kenara bırakmaları icap etmektedir.
Öyle ki, faydalı olduğu düşünülen
programlar bile “eleştirel bir gözle ve seçici dikkatle” takip edilmek
durumundadır. Yüksek kültür ürünü olan “kaliteli kitaplar”
okunmalı ve “seviyeli programlar” seyredilmelidir. Popüler kültürün
tesirlerinden sıyrılmaya çalışılmalıdır. Kitaba ve tefekküre daha fazla zaman
ayrılmalıdır. Zira ancak böyle yapmakla bu olumsuz yayınların tesirlerinden “bir
nebze de olsa” kurtulmak mümkün olabilecektir.
Sonuç olarak, basit ve seviyesiz programların
zamanlarını çalmasına asla ama asla izin vermeyenler, mutlaka uzun vadede
kazançlı çıkacak ve Yüce Allah’ın rızasını hak edebileceklerdir. (02.02.2007)
[1] Bu hadis
kaynaklarda şu şekilde yer almaktadır. Hz. Âişe’den rivayeten o şöyle demiştir:
Rasûlullah’a şiir hakkında soruldu da o şu şekilde cevap verdi: “Şiir;
güzeli güzel, çirkini çirkin olan bir sözdür. Bu rivayeti Hz.
Âişe’den; Buhârî, Ebû Yâ’lâ, Dârekutnî ve Beyhakî tahric etmişlerdir. (Bkz.
BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, (256/870), el-Edebü’l-Müfred, thk.
Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, Beyrut, 1989/1409, 3.
Baskı, s. 299; EBÛ YÂ’LÂ, Ahmed b. Ali, (307/919), Müsnedü Ebî Yâ’lâ, (I-XIII),
thk. Hüseyin Selim Esed, Dımeşk, 1984, VIII, 200; DÂREKUTNÎ, Ali b. Ömer b.
Ahmed (385/995), Sünenu Dârekutnî, (I-IV), thk. Seyyid Abdullah Haşim el-Yemânî
el-Medenî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1386, IV, 155; BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b.
el-Hüseyin, (458/1066), es-Sünenu’l-Kübrâ, (I-X), thk. Muhammed Abdulkâdir Atâ,
Mekke, 1994, X, 239). Irâkî hadisin isnadının hasen olduğunu söylemiştir. (Bkz.
ŞEVKÂNÎ, Muhammed Ali, (1250/1834), Neylü’l-Evtâr, (I-IX), Beyrut, 1973, II,
167). Heysemî ise, Ebû Yâ’lâ’nın tahric ettiği bu rivayetin senedinde yer alan
Abdurrahman b. Sâbit b. Sevbân’ı tevsik edenler olduğu gibi, Yahya b. Maîn ve
başkalarının da zayıf saydığını, ancak geri kalan râvîlerinin “sahihinin
ricali” olduğunu belirtmiştir. (HEYSEMÎ, Ali b. Ebî Bekr, (807/1404),
Mecmau’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, (I-X), Dâru’r-Reyhân li’t-Turas, Beyrut,
1407, VIII, 122). İslam alimleri tarafından şerh edilen hadisin hasen olduğu
anlaşılmaktadır. (Rivayetle ilgili geniş bilgi için bkz. İBN ABDİLBERR, Ebû
Ömer Yusuf, (463/1071), et-Temhîd limâ fi’l-Muvattâ mine’l-Meânî ve’l-Esânid,
(I-XXIV), thk. Mustafa b. Ahmed el-Alevî-Muhammed Abdulkebîr el-Kübrâ, Vezâretü
Umûmi’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Mağrib, 1387, VI, 490-491; XXII, 195-196;
DEYLEMÎ, Şûruveyh b. Şehridâr, (509/1115), el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb,
(I-V), thk. Muhammed es-Said b. Bisyûnî Zeğlûl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1986, II, 145; NEVEVÎ, Ebû Zekeriyâ Yahya b. Şeref, (676/1277),
Şerhu’n-Nevevî, alâ Sahîhi Müslim, (I-XVIII), Dâru İhyâi’t-Türas, Beyrut,
1392/1972, XII, 166; XV, 14; KURTÛBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî,
(671/1272), Tefsîru Kurtûbî, (I-XX), thk. Ahmed Abdulalîm el-Berdûnî,
Dâru’ş-Şüab, Kahire, 1372, XII, 271; İBN HACER el-ASKALÂNÎ, Ahmed b. Ali,
(852/1448), Fethu’l-Bârî, (I-XIII), thk. M. Fuad Abdulbâkî-Muhibbuddin
el-Hatib, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1379, X, 539; SUYÛTÎ, Celâluddin Abdurrahman
b. Ebi Bekr, (911/1505), Şerhu Süneni İbn Mâce, Kâdimî Kütüphâne, Kürâtişî,
ts., s. 267; MÜNÂVÎ, Muhammed Abdurrauf, (1031/1622), Feyzu’l-Kadîr, (I-IV),
el-Mektebetü’t-Ticâriyye, Mısır, 1356, II, 525; ZÜRKÂNÎ, Muhammed b. Abdillah
b. Yusuf, (1122/1710), Şerhu Zürkânî, (I-IV), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
1411, I, 504; II, 405). Konu ile ilgili Abdullah b. Amr b. el-As’tan nakledilen
bir başka rivayette ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şiir
bir söz konumundadır. Güzeli sözün güzeli gibidir. Çirkini de sözün çirkini
gibidir.” Bu rivayeti Abdullah b. Amr’dan; Buhârî, Taberânî,
Dârekutnî ve Beyhakî tahric etmişlerdir. (Bkz. BUHÂRÎ, el-Edebü’l-Müfred, s.
299; TABERÂNÎ, Süleyman b. Ahmed, (360/971), el-Mu’cemü’l-Evsât, (I-X), thk.
Târık b. Abdullah b. Muhammed-Abdulmuhsin b. İbrâhim el-Hüseynî,
Dâru’l-Haremeyn, Kahire, 1415, VII, 350; DÂREKUTNÎ, IV, 156; BEYHAKÎ, Kübrâ, X,
237). Taberânî’nin Evsât’ın da tahric ettiği rivayetle ilgili Heysemî, Hz.
Peygamber’den sadece bu isnadla rivayet edildiğini ve isnadının “hasen”
olduğunu söylese de (HEYSEMÎ, Mecma’, VII, 122) İbnü’l-Cevzî, bu rivayetin
senedinde yer alan Abdurrahman b. Ziyad b. Enam hakkında Ahmed b. Hanbel’in
“leyse bi-şey”, İbn Hıbbân’ın ise: “Sika râviler üzerinden mevzû hadisler
rivayet eder ve tedlis yapar” dediğini kaydetmiştir. (Bkz. İBNÜ’L-CEVZÎ,
Ebu’l-Ferec Abdurrahman (597/1201), el-İlelü’l-Mütenâhiye
fi’l-Ehâdîsi’l-Vâhiye, (I-II), thk. Halil el-Mîs, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1403, I, 138). İbn Hacer ise senedinin zayıf olduğunu ifade ettiği
sözün İmam-ı Şâfiî ile meşhur olduğunu belirtmiştir. (İBN HACER, Feth, X, 539).
İslam alimleri bu rivayete eserlerinde yer vermişlerdir. (DEYLEMÎ, I, 342;
KURTÛBÎ, XIII, 150-151; MÜNÂVÎ, IV, 175; ACLÛNÎ, İsmail b. Muhammed,
(1162/1652), Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlü’l-İlbâs amme’ş-tehera mine’l-Ehâdîsi alâ
Elsineti’n-Nâs, (I-II), thk. Ahmet Kalaş, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1405,
II, 13). Sonuç itibarıyla bu sözün Hz. Peygamber’e ait olmadığı İmam Şâfiî’ye
ait bir söz olduğu anlaşılmaktadır. (ŞÂFİÎ, Muhammed b. İdris, (150/767)
el-Ümm, (I-VIII), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1393, VI, 207). Kanaatimizce sözün
İmam-ı Şafiî’ye ait olması, manasının yanlış olduğu anlamına da gelmemektedir.
[2] Tahrîm,
66/6. “Siz ey imana ermiş olanlar! Yakıtı insanlar ve taşlar olan (öteki
dünyanın) ateş(in)den kendinizi ve size yakın olanları (ailenizi, halkınızı)
koruyun…”
[3] Zümer,
9/3. “Hâlis inancın yalnız Allah’a yönelmesi gerekmez mi? O’ndan başkasını dost
ve koruyucu edinenler , “Biz bunlara sırf bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar
diye kulluk ediyoruz!” (derler). Şüphesiz Allah, (kıyamet günü) onlar arasında
(hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir.” (Bu yardım
isteme; Allah’a daha çok yaklaşmak için kulluk ettikleri azizler/veliler,
melekler veya putlaştırılmış kişilere tapınmakla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda
bunların sembollerine (heykel, resim, mumya vb.) ve hayatta olmayan kişilerin
gerçek ya da temsili kabirlerine tapınmayı da kapsamaktadır. Bütün bu
uygulamalar, tapınmada bulunanın, kendisi ile Allah arasında “aracılık” umuduna
dayandığından Allah’ın ilim ve adalet sıfatlarıyla çelişmektedir. Bundan dolayı
da yaygın kabul görmesine rağmen Kur’an-ı Kerim tarafından şiddetle
reddedilmektedir. Bkz. ESED, s. 936, 1 no’lu dipnot).
[4] Asr,
103/1-3. “Düşün zamanın akıp gidişini (ve onun ne kadar kıymetli olduğunu, bir
daha yakalanamayacağını). Gerçek şu ki, (zamanını gerektiği gibi
değerlendiremeyen ve Allah’a iman etmeyen her) insan ziyandadır. Meğer ki imana
erip doğru ve yararlı işler yapanlardan olsun. Ve birbirlerine hakkı tavsiye
edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden (olsun).
[5] Kehf,
18/57. “Rabbinin mesajları kendisine ulaştırıldığı halde, kendi eliyle işlediği
bütün (kötü) işleri unutup, onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim
olabilir?...”; En’âm, 6/4; Hicr, 15/81; Şuarâ, 26/5; Tâhâ, 20/100; Enbiyâ,
21/24, 32, 42; Secde, 32/22; Yâsîn, 36/46; Sâ’d, 38/67-68; Şûrâ, 42/48; Ahkâf,
46/3; Kamer, 54/2; Cîn, 72/17; Müddessir, 74/49-51. “O halde,
onlara (hakîkate kulak vermeyi reddeden bu kadar çok insana) ne oluyor ki,
bütün öğütlerden yüz çeviriyorlar? Adeta korkuya kapılmış merkepler gibiler,
aslandan ürküp kaçan.” (Çoğu insanların akla ve gerçeğe uygun bir önerinin
doğruluğunu ve vaad ettiği olumlu sonuçları kabulden kaçınması, çoğu zaman
sadece bu öneriye aşina olmamalarından; onu alışageldikleri kültür ve anlayışla
bağdaştıramamalarından ileri gelmektedir. Bkz. ESED, s. 649, 32 no’lu dipnot.
Esed’in bu kanaatine katılmamak mümkün değildir. Zira günümüzde de insanların
ekserisinin hâlâ aynı yöntemi izlediklerini, gerçeklerden yüz çevirdiklerini,
atalarından devraldıkları inanç sistemlerini ve yanlış yaklaşımlarını aynen
devam ettirdiklerini ve bunları kolaya kolay terk edemediklerini görmekteyiz).
[6] Bakara,
2/197. “…Ve kendiniz için hazırlıkta bulunun. Ama şüphesiz, tüm hazırlıkların
en güzeli, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olmaktır. Öyleyse bana
karşı sorumluluğunuzun bilincin de olun, siz ey derin kavrayış sahipleri!”
Yorumlar
Yorum Gönder