Stresle Nasıl Mücadele Edilir? (19)
Stresle Nasıl Mücadele Edilir? (19)
Stres, vücudun iç ve dış ortamdaki değişime
uyum sağlamaya çalışırken gösterdiği tepkidir. İnsanoğlu strese girdiği zaman
beyninde kortizol ve betaendorfin hormonları, böbreküstü bezinde ise
adrenalin maddesi salgılanmaya başlar. Bu salgılar kısa ve geçici durumlarda “dokuları”
korurken, uzun süreli salgılanmalarda vücûdun dengesini bozar ve
hipertansiyon, kalp ve ülser gibi bir takım hastalıklara neden olur.
Görüldüğü üzere stres, sadece duygusal
anlamda bir tepki olarak kendini göstermemekte, uzun süre devam ettiğinde “birçok
hastalığını müsebbibi” olabilmektedir.
Diğer taraftan stresini yenemeyen
kişilerde, dokuları iyileştirmeye yarayan kimyasal bileşimlerin “yara bölgesine
ulaşmadığı” da bilimsel araştırmalar sonucu ispatlanmış bulunmaktadır ki bu da
bahsettiğimiz görüşü desteklemektedir.
Bilim adamları, stresin bulaşıcı olduğunu
söylemektedirler. Şöyle ki, gergin ve stresli birisi, neşesizliği, durgunluğu,
saldırganlığı veya kayıtsızlığı ile çevresindekileri olumsuz anlamda
etkileyebilmektedir.
Duruşuyla ve konuşmasıyla negatif duygular
saçan böyle birisinden etkilenmemek için çok dikkatli olunması gerekmektedir.
Hoşgörü ve anlayışla yaklaşacağımız böylelerinden mümkün mertebe uzak kalmaya
çalışmak, sağlımıza ve kendimize yapacağımız bir iyiliktir.
“Öyleyse stresle nasıl mücadele
edeceğiz?” denilirse, şunu
belirtmemiz yerinde olacaktır. Stresi yenmenin en önemli yolu, kişinin
kendisini zayıf ve çaresiz hissettiğinde Yüce Allah’a sığınmasıdır.[1]
Stresin olumsuz etkilerinden korunmak için,
sıkıntılı zamanlarda Yüce Allah’a dua etmek insanı mutlak surette
rahatlatacaktır. Nasıl bir çocuk korktuğunda annesine sığınınca kendini mutlu
ve güvende hissediyorsa, insanoğlu da kendisini zayıf, güçsüz ve çaresiz
hissettiğinde “Yüce Yaratıcıya” sığınarak korku ve stresini, “güven ve
teselliye” dönüştürebilir.
Bununla birlikte şunu da ilave edelim
ki, yoga gibi geçici rahatlamalar sağlayan bazı yeni ve eski
teknikleri “İslam’ın ilkeleriyle” bağdaştırabilmek de mümkün gözükmemektedir.
Bu nedenle bazı medya organları vasıtasıyla sanki mü’minlerin namazlarına
alternatifmiş gibi sunulan “yogayı” tasvip etmemiz asla söz konusu değildir.
Öte yandan “iman tevhîdi,
tevhîd teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de iki dünya saadetini netice
verir” denilirken Yüce Allah’a güven duyanların en büyük teselliyi
O’nda bulacaklarına, O’na sığınanların her türlü sıkıntıdan uzak kalacaklarına
işaret edilmektedir. Her an Yüce Yaratıcı ile beraber olduğunu bilen ve
imtihan olduğunun farkında olan birisinin üzüntülerini ve sıkıntılarını çok
daha kolay ve rahat atlatması söz konusudur.
“Lütfunda hoş, kahrında hoş” diyerek zorluklara aldırmadan, strese düşmeden
yoluna devam edenleri ve asla vazgeçmeyenleri Yüce Allah övmektedir.[2] Zira
hakkında neyin hayırlı, neyin şer olduğunu bilemeyen birisinin[3] vereceği
ânî kararlarla kendisini strese sokması, sonra da “çeşit çeşit hastalıklara
davetiye çıkartması” asla doğru değildir.
Öyleyse yapılması gereken, sağlam bir imana
sahip olmak, samîmî dualarla Yüce Yaratana yönelmektir. O’ndan her şeyin “hayırlı
ve güzel olanını”[4] cân-ı gönülden istemektir.[5] O’na
tam bir teslimiyetle şeksiz ve şüphesiz bağlanmaktır.[6] Zira
rehberimiz Hz. Peygamber böyle yapmış ve bütün zorlukların üstesinden
gelmiştir. Bilindiği üzere o da pek çok sıkıntılar yaşamış, ama asla pes etmemiştir.[7] Biz
de Hz. Peygamber’in bu yöntemini takip ederek gerçek mutluluğa ulaşabiliriz.
Yeter ki bunu isteyelim ve yapmamız gerekenleri yapalım!
(11.05.2007)
[1] Bakara,
2/153. “Siz ey imana erişenler! Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın:
zira, unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir.”; Nahl,
16/127-128. “Öyleyse, (hakkı inkâr edenlerin söylediklerine karşı) sabır göster
ve daima hatırla ki, sana güçlüklere göğüs germe gücünü veren yalnızca
Allah’tır; ve onlardan yana üzülme; hele onların o asılsız iddiaları (Allah
hakkında uydurdukları tutarsız sözler) seni hiç sıkmasın: çünkü, Allah elbette,
kendisine karşı sorumluluk bilinci taşıyanlarla beraberdir, yani iyi olan ve
iyilikte devamlı olanlarla!”
[2] Zümer,
39/10. “De ki: “(Allah şöyle buyuruyor:) ‘Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olun! Bu dünyada iyi şeyler için gayret edenleri
güzel bir son beklemektedir. (Unutmayın ki) Allah’ın arzı geniştir (ve)
sıkıntılara göğüs gerenlere mükafatları hesapsız verilecektir!”
[3] Bakara,
2/216. “Hoşunuza gitmese de savaşmak size farz kılındı; mümkündür ki nefret
ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız
bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir ama siz bilmezsiniz.”; İsrâ,
17/11. “Hal böyleyken, insan yine de (çoğu zaman) iyilik için dua
ediyormuşcasına (tutkuyla) kötülük için beddua eder; çünkü insan yargılarında
tez canlıdır.” (Güçlüklerle karşılaşıldığında, öfkelenildiğinde veya sıkıntılı
anlar yaşanıldığında beddua etmek yanlıştır. Bunlardan kurtulmak için sabır ve
metanetle çaba harcamak gerekirken acelecilik yapmak doğru değildir. Ümitsiz ve
karamsar bir ruh hali içinde “Allah’ım! Canımı al da, beni bu sıkıntıdan
kurtar” demek kesinlikle haramdır. Bir mü’minin böyle bir tavır içinde olmasını
onaylamamız asla mümkün değildir.)
[4] Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah güzeldir ve güzel olan şeyleri
sever.” Bu rivayeti Ebû Umâme el-Bâhilî’den Taberânî tahric etmiştir.
(Bkz. TABERÂNÎ, Kebîr, VIII, 245. Ayrıca bkz. ACLÛNÎ, Keşf, I, 260).
Rivayet kanaatimizce “hasen”dir. Bir başka rivayette ise Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Muhakkak ki, Allah güzeldir ve güzel olan şeyleri sever.
Muhtaç duruma düşmeyi (البؤس) veya muhtaç olmadığı halde muhtaç gibi davranmayı (التباؤس)
ise hoş karşılamaz.”. Bu rivayeti ise Ebû Said el-Hudrî’den; Kudâî,
Ebû Yâ’lâ ve Beyhakî (KUDÂÎ, Muhammed b. Selâme b. Câfer,
(454/1062), Müsnedü Şihâb, (I-II), thk. Hamdi b. Abdilmecid
es-Selefî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1407, II, 143; EBÛ YÂ’LÂ, II, 320;
BEYHAKÎ, Şuab, V, 163), benzer lafızlarla Enes b. Mâlik’ten; Kudâî
(KUDÂÎ, II, 161) tahric etmişlerdir. Heysemî, Ebû Yâ’lâ’nın tahric ettiği
rivayetin senedinde yer alan Atiyye el-Avfî’nin “zayıf” olduğunu (Mecma’, V,
132) kaydetmiştir. (Benzer rivayetlerle ilgili Heysemî’nin değerlendirmeleri
için bkz. Mecma’, V, 132). Rivayetle ilgili yapılan yorumlar için bkz.
(MÜNÂVÎ, Feyz, I, 235; II, 202; ŞEVKÂNÎ, Neyl, III, 97) Bu
rivayetin de “hasen” olduğu anlaşılmaktadır.
[5] Tâhâ,
20/114. “Öyleyse, (bil ki) Allah, var olan her şeyin ötesindeki yüceler
yücesidir; mutlak ve nihâî egemenlik sahibi, mutlak ve nihâî gerçektir.
Dolayısıyla, Kur’an’ın vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce onun hakkında
(görüş bildirmekte, tek ayete bakarak ve Kur’an’ın bir bütün olduğunu göz ardı
ederek, gerekli araştırmayı yapmadan acelece hüküm vermekte) tezlik gösterme;
fakat (daima) “Ey Rabbim, benim ilmimi artır!” de.”; Neml, 27/19. “(Süleyman
temsildeki karıncanın) bu sözüne neşeyle güldü ve “Ey Rabbim!” dedi, “İçimde
öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana-babama bahşettiğin nimetler için sana
hep şükreden biri olayım; ve hep senin hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler
yapıyor olayım; ve beni rahmetinle, dürüst ve erdemli kulların arasına sok!”;
Ahkâf, 46/15. “…Nihayet tam olgunluğa erişip kırk yaşına vardığında o, (dürüst
ve erdemli biri olarak), “Ey Rabbim!” diye yakarır, “Bana ve anne-babama
lütfettiğin nimetler için ebediyen şükretmemi ve senin kabulüne mahzar olacak
(şekilde) doğru ve yararlı şeyler yapmamı nasip et; benim soyuma da iyilik
bağışla. Gerçek şu ki pişmanlık içinde sana döndüm: elbette ben sana teslim
olanlardanım!”
[6] Bakara,
2/112. “Eğer, gerçekten her kim tüm benliğini Allah’a teslim eder ve iyilik
yapanlardan olursa, Rabbi katında mükafatını görecektir. Ve böyleleri ne
korkacak ne de üzüleceklerdir.”; Nisâ, 4/125. “Bütün benliğini Allah’a teslim
eden, daima iyilik yapan ve her türlü batıldan yüz çeviren İbrâhim’in inanç
sistemine –Allah’ın onu sevgisiyle yücelttiğini görerek- uyan kişiden daha iyi
iman sahibi kim vardır?”; Lokmân, 31/22. “Kim bütün benliğiyle Allah’a teslim
olursa ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan
(sağlam) bir dayanak elde etmiş olur: çünkü her şeyin âkıbeti Allah’ın
elindedir.”
[7] Duhâ,
93-1-11. “Aydınlık sabahı (mutluluk dönemlerini) düşün ve durgun geceyi (üzüntü
ve sıkıntıyla geçen dönemlerini). Rabbin seni ne unuttu ne de darıldı: öteki
dünya senin için (hayatının) bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak! Ve
zamanı geldiğinde Rabbin sana (kalbinden geçeni) bağışlayacak. O seni yetim olarak
bulup bir sığınak vermedi mi? Ve yolunu kaybetmiş görüp seni doğru yola
ulaştırmadı mı? İhtiyaç içinde bulup seni tatmin etmedi mi? Öyleyse yetime
haksızlık yapma, yardım isteyeni asla geri çevirme ve (her zaman kendi
sıkıntılarından çok) Rabbinin nimetlerini an!”; İnşirah, 94/1-8. “Biz kalbini
aç(ıp içini ferahlat)madık mı? Ve üzerinden yükü (omuzlarını çökerten, boynunu
büktüren, terk edildiğini düşündürten, kimsesiz ve yalnız kaldığın hissini
uyandıran o düşünceyi) kaldırmadık mı? O belini büken (yükü ki, “vahiy
kesildi” diye dalga geçenlerin verdiği ağır tazyîki, baskıyı,
sıkıntıyı, üzüntüyü gidermedik mi?). Şerefini ve itibarını yükseltmedik mi?
(seni unutmadığımızı göstermek ve vahiy indirmeye tekrar başlamak suretiyle
seni onurlandırmadık mı?). Elbette her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
Şüphesiz her güçlükle bir kolaylık! (Sabredersen ve gereğini yaparsan o
kolaylık mutlaka gelecek, omuzlarındaki ağırlık kalkacak ve sen mutlu
olacaksın!). Öyleyse (sıkıntıdan) kurtulduğun zaman sağlam dur (İlkeli,
kararlı, tutarlı ve cesur ol! Gevşeklik gösterme, duruşunu bozma! Verdiğin
sözleri unutma, dîni tebliğe devam et. Yılma, bıkma, usanma ve korkma) ve
yalnız Rabbine sevgi ile yönel! (sana bütün bu nimetleri veren Rabbini hiçbir
zaman unutma! O’nu yücelt! O’nu an! Ve sadece O’na bağlan!)”
Yorumlar
Yorum Gönder