Şefaat nedir? Nasıl Anlaşılmalıdır? (6)
Şefaat
nedir? Nasıl Anlaşılmalıdır? (6)
Öncelikle belirtelim ki “şefaat”,
Yüce Allah’ın mutlak adalete dayanan yargılamasında -hâşâ- “Yüce Allah’ın
kanaatini değiştirmeye yönelik bir girişim” asla değildir.
Bu nedenledir ki bazı âyetlerde, “gerek
peygamber gerekse velilerin” kayıtsız şartsız kendiliklerinden “şefaat ve
aracılık yapabilecekleri” şeklindeki yaygın ve popüler inanç reddedilmektedir.[1]
Şefaat edilmeye hak kazanmak için Yüce
Allah’ın iznine ihtiyaç bulunmakta, dünyadayken O’nun varlığına ve birliğine
şeksiz şüphesiz bir îmâna sahip olunması gerekmektedir.[2]
Dünya hayatında tövbeleri ve
olumlu çabalarıyla, Yüce Allah’ın bağışlamasını ve rızasını kazanmış
günahkârlar için, kıyâmet gününde, “peygamberlere sembolik olarak
şefaat etme/ ödülü takdim etme izni” verilecektir.[3]
Büyük günah sahipleri, daha dünyadayken
Allah’ın varlığına ve birliğine inanmış, günahlarına tövbe etmiş ve bunu da
samimiyetle ispatlamış olmaları şartıyla, Yüce Allah’ın bağışlamasını
umabileceklerdir.[4]
Böyle tövbekâr bir kula “Hz.
Peygamber’in nasıl şefaat edeceğini” teşbihte hata olmazsa “bir ödül törenine”
benzetebiliriz.
Şöyle ki; ödülü “takdir eden”
esas makam “Yüce Allah’ın bizzat kendisidir.”
Bu ödülü hak eden kişiye “takdim
eden” ise “Hz. Peygamber veya bir nebi, sıddık, şehit veya salih bir kuldur.”
Yani; şefaate karar veren “esas
merci” bizzat Yüce Allah’ın kendisidir.
“Kulun affedildiği veya derecesinin
yükseltildiğine” dair ödülü “takdim eden” ise Hz. Peygamber’dir. Aradaki bu
fark çok ama çok iyi anlaşılmalıdır.
Özetle, peygamberlere verilecek şefaat
hakkı ya da yetkisi, Yüce Allah’ın bu günahkârları bağışlamasının bir ifâdesi
ve peygamberleri de onurlandırmanın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Tekrar ifade edecek olursak, burada
esas unutulmaması gereken husus, şefaati “takdir edenin” Yüce Allah, “takdim
edenin” ise Hz. Peygamber olduğudur. Dolayısıyla böyle bir şefaati kazanabilmek
için “daha dünya hayatında iken” çok ciddî çabalar sarf edilmesi ve Yüce Allah’ın
rızasının kazanılmış olması şarttır. (09.02.2007)
[1] Bakara,
2/255, “Kim şefaat edebilir O’nun katında, O’nun izni olmadan?”;
Yûnus, 10/3, “O’nun izni olmadıkça, araya girip kayıracak kimse yoktur.”;
Zümer, 39/44, “De ki: Şefaat (hakkını verme yetkisi) yalnız Allah’a aittir.”.
Ayrıca bkz. Sebe, 34/23; Necm, 53/26.
[2] Taha, 20/109;
Zuhruf, 43/86.
[3] ESED,
Muhammed, s. 391, Yûnus, 10/3, 7 no’lu dipnot. Şefaati, Allah’ın
mutlak adalete dayanan yargılamasında -hâşâ- Allah’ın kanaatini değiştirmeye
yönelik bir girişim olarak değerlendirmek doğru değildir. Kur’an’da şefaatten
söz edilmesi, şefaatçileri onurlandırmaya yönelik bir husus olsa gerektir.
Bkz. ÖZSOY, Ömer- GÜLER, İlhâmi, Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an
Fihristi), Fecr Yay., Ankara 2005, s. 290.
[4] Meryem,
19/87; “(Bu günde hayattayken) O sınırsız rahmet sahibiyle bir
bağ, bir bağlantı içine girmiş olmadıkça, kimse şefaatten pay alamayacaktır.”
Ayrıca bkz. Enbiyâ, 21/28.
Yorumlar
Yorum Gönder