Neden Mütevazı Olmalıyız? (16)
Neden Mütevazı Olmalıyız? (16)
Tevâzû, insanlara karşı alçak gönüllü
olmak, kibirlenip böbürlenmekten sakınmak anlamına gelen ahlâkî bir terimdir.
Kur’an-ı Kerim, dürüst ve erdemli kulların özelliklerinden bahsederken onların
yeryüzünde tevâzû içinde yürüdüklerini ifade etmektedir.[1]
Hz. Peygamber mütevâzî olmayı değişmez bir
davranış kuralı olarak benimsemiştir. Onun Müslümanlar tarafından çok
sevilmesinde, alçak gönüllülüğünün rolü çok büyüktür.[2] Nitekim
bütün peygamberler hep alçak gönüllü kimseler olmuşlardır.
Bununla birlikte şunu da ifade edelim ki,
mütevâzı olacağız derken, izzet-i nefsi zedeleyecek şekilde hor ve hakir bir
duruma düşmek de İslam ahlakıyla bağdaşmaz.
Çünkü mü’minin şerefi yücedir[3] ve
her mü’min, bu onurunu korumak zorundadır. Bu nedenle de kendisini küçük
düşürecek davranışlardan kaçınması gerekir.
Tevâzuun zıddı, kendini beğenerek “gurur ve
kibire” kapılmaktır. Bu da çok tehlikeli bir durumdur. Kibir, bütün kötü
huyların en başında gelir. Çünkü kibir, insanlar arasında kin doğurur; toplumsal
uzlaşma ve kaynaşmayı baltalar; dostların gönüllerine nefret sokar.[4]
Bu itibarla Hz. Peygamber, kalbinde zerre
miktarı kibir bulunan kişinin cennete giremeyeceğini haber vererek “bu kötü
huydan” mü’minleri sakındırmıştır.[5]
Çünkü kibir, cennetin tüm kapılarını
kapatır. Kendinin beğenen bir insan kendisi için istediğini başkaları için
istemez; sadece ve sadece kendisini düşünür.
Bu durumda Hz. Peygamber’in şu ikazı
geçerli olur. “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İman
etmedikçe de cennete giremezsiniz.”[6]
Dolayısıyla bu hadis-i şerifte cennete
girmek için imana, imanın güçlü olması için de kibir göstermeden diğer mü’min
karşelerini sevmeye teşvik vardır.
Kibirli kimse, benlik iddiası taşıdığından
alçak gönüllü olamaz.[7]
Kibir hastalığı bulaşan birisi artık iflah
olamaz. Böyle bir kimse “Ben olmazsam olmaz” der. “Küçük
dağları da, tepeleri de ben yarattım” edasıyla yürür.[8]
Yanlışlarını tıpkı İblis/ şeytan gibi
inatla savunur.
Kendinden başka hiçbir kimseyi beğenmez.
Her zaman kendisini ön plana çıkartır.
Her güzel davranışta bir kusur arar.
Başkalarına verilen nimetleri kıskanır. Sürekli
onlar aleyhine konuşur.
Etrafına negatif duygular saçar. Bardağın
dolu tarafını değil, devamlı boş tarafını görür.
Kolay kolay memnun olmaz. Her zaman
başkalarını eleştirir.
Bu nedenledir ki böyle bir kimse yaşadığı
çevrede kesinlikle sevilmez.[9]
İnsanlar ona bir müddet katlanırlar. Ancak
servetini veya yetkilerini kaybettiğinde ise ona hak ettiği muameleyi yaparlar.
Yani; onu yalnızlığa ve unutulmaya terk ederler.
Bu itibarla kendisine “kibir virüsü”
bulaşan bir kimsenin bir an önce yapması gereken şey, derhal o virüsten
kurtulmak için çaba sarf etmek ve tedavi imkânlarını araştırmak olmalıdır.
Özetle ifade edecek olursak, ölünceye
kadar dürüst ve erdemli bir hayat yaşayıp cenneti elde etmek isteyen bir kimse,
kibir gibi kötü bir hasleti terk edip alçak gönüllü olmak
zorundadır. Dolayısıyla bir insanın kendisine yapabileceği en büyük
iyilik, mütevâzı olması ve hiçbir kimseyi hor ve hakir görmemesidir. İki
dünyada da huzur bulmak isteyenler, alçak gönüllülüğü kalıcı erdeme dönüştürmek
durumundadırlar. Erdemleri kalıcı hale dönüştüren ise sağlam ve sarsılmaz imandır.
Öyleyse herkesin imanını sağlamlaştırması, salih amellerle onu takviye
etmesi gerekir. İmanını korumasız bırakıp şeytanın saldırılarına açık hale
getiren bir kimsenin, virüsler karşısında hiçbir tedavi için gayret
göstermeyen, tehlikelere karşı tedbir almayan kişinin durumuna düşeceği ve
sonuçta ise yenileceği gün gibi aşikârdır. (20.04.2007)
[1] Furkân,
25/63. “Rahman’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevâzû ve vakar içinde
yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak
olsa, (sadece) selâm! Derler.”
[2] Âl-i
İmrân, 3/159. “Ve (ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman,
Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Zira, eğer onlara karşı kırıcı ve sert
olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için
dua et. Ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla müşâvere et; sonra bir
hareket tarzına karar verince de Allah’a güven: zira Allah, O’na güven
duyanları sever.”
[3] Münâfikûn,
63/8. “….Ama asıl şeref, Allah’a, O’nun elçisine ve mü’minlere aittir: ama iki
yüzlüler bunun farkında değillerdir.”
[4] Nisâ,
4/36. “…Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez.”
[5] Abdullah
b. Mes’ud’dan rivayet edilen hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan (hakikat
karşısında mağrur ve şımarık olan, küstahça inkâr eden, insanları küçümseyen,
onları görmezlikten gelen) kimse cennete giremez. Kalbinde hardal tanesi kadar
iman bulunan kimse de cehenneme girmez (ebedî kalmaz). ”. Rivayeti, Abdullah
b. Mes’ud’dan; Buhârî, Müslim, Tirmîzî, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Hanbel,
Bezzâr, İbn Hıbbân ve Ebû Nuaym, Abdullah b. Selam’dan ise; Taberânî, Hâkim,
İbn Ebî Âsım ve İbn Ebî Şeybe tahric etmişlerdir. (Bkz. BUHÂRÎ,
et-Târîhu’l-Kebîr, V, 2; MÜSLİM, 1/İman, 39 (I, 93) nr: 149;
TİRMÎZÎ, 25/Birr, 61 (IV, 360) nr: 1998; EBÛ DÂVUD, 31/Libas, 26 (IV, 351) nr:
4091; İBN MÂCE, Mukaddime, 9 (I, 22-23) nr: 59; 37/Zühd, 16 (II, 1397) nr:
4173; İBN HANBEL, I, 412, 451; II, 166; III, 94, V, 53; BEZZÂR, Ebu Bekr Ahmed
b. Amr b. Abdilhâlik, (292/905), el-Bahru’z-Zehhâr el-Ma’ruf bi Müsnedi Bezzâr,
(I-IX), thk. Mahfûz er-Rahman Zeynullah, Müessesetü
Ulumi’l-Kur’an/Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Beyrut/Medine, 1409, IV, 323; V,
27; İBN HIBBÂN, I, 460; XII, 493; EBÛ NUAYM, el-Müsned, I, 166-167; TABERÂNÎ,
Süleyman b. Ahmed, (360/971), el-Mu’cemü’l-Kebir, (I-XX), thk. Hamdi b.
Abdilmecid es-Silefî, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Musul, 1983, X, 75, 94, 221;
Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, (I-II), thk. Hamdi b. Abdülmecid es-Selefî, Müessesetü’r-Risâle,
Beyrut, 1405, I, 345-347; HÂKİM en-NÎSÂBÛRÎ, Muhammed b. Abdillah, (405/1014),
el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, (I-IV), thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, III, 470; İBN EBÎ ÂSIM, Zühd, s. 182;
İBN EBÎ ŞEYBE, Abdullah b. Muhammed, (235/849), Kitâbu’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi
ve’l-Âsâr, (I-VII), thk. Kemal Yusuf el-Hût, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad, 1409, (V,
329) nr: 26578, 26580). Tirmîzî rivayete “hasen-sahih” hükmünü vermiştir. Hâkim
ise rivayetin Şeyhayn’ın şartına uyduğunu ve isnadının sahih olduğunu
kaydetmiştir. Rivayetin hasen olduğu anlaşılmaktadır.
[6] Ebû
Hureyre’den nakledilen rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Nefsim
yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe asla cennete
giremezsiniz. Ve birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınızda
birbirinizi seveceğiniz şeyi size bildireyim mi? Aranızda selamlaşmayı
yayın!”. Rivayeti Ebû Hureyre’den; Müslim, Tirmîzî, Ebû
Dâvud, İbn Mâce, İbn Hanbel, İshak b. Râhâveyh, İbn Ebî Şeybe, Ebû Avâne, İbn
Hıbbân, Ebû Nuaym, Beyhakî ve Deylemî (Bkz. MÜSLİM, 1/İman, 22 (I, 74) nr: 93;
TİRMÎZÎ, 40/İsti’zân, 1 (V, 52) nr: 2688; EBÛ DÂVUD, 40/Edeb, 131 (V, 378) nr:
5193; İBN MÂCE, Mukaddime, 9 (I, 26) nr: 68; 33/Edeb, 11 (II, 1217-1218) nr:
3692; İBN HANBEL, I, 165; II, 391, 442, 477, 495, 512; İSHÂK b. RÂHAVEYH, Ebû
Ya’kûb, (238/852), Müsnedü İshâk b. Râhaveyh, (I-III), thk. Abdülgafûr Abdulhak
Hüseyn, Mektebetü’l-Îmân, Medine, 1991, I, 372, 459; İBN EBÎ ŞEYBE, V, 248; EBÛ
AVÂNE, I, 30, 38-39; İBN HIBBÂN, I, 471-472; EBÛ NUAYM, el-Müsned, I, 141;
BEYHAKÎ, Kübrâ, X, 232; Şuab, VI, 423; DEYLEMÎ, VI, 369), benzer lafızlarla Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî’den; Hâkim (HÂKİM, Müstedrek, IV, 185), Zübeyr b. Avvam’dan;
Tirmîzî, İbn Hanbel, Ebû Yâ’lâ, Tayâlisî, Bezzâr ve Beyhakî, (TİRMÎZÎ,
35/Kıyâme, 56 (IV, 664); İBN HANBEL, I, 167; EBÛ YÂ’LÂ, II, 32; TAYÂLİSÎ, s.
27; BEZZÂR, VI, 192; BEYHAKÎ, Şuab, VI, 424) İbn Tâvus’tan; Mâ’mer
b. Râşid (MA’MER b. RÂŞİD, (153/770), el-Câmi’, (I-II), (Abdurrezzâk’ın
Musannefi içinde, (I-X)), thk. Habîbu’l-Â’zamî,
el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut, 1403, X, 386), Ebû Umâme
el-Bâhili’den; Rûyânî ve Taberânî (RÛYÂNÎ, II, 281-282; TABERÂNÎ, M. Şâmiyyîn,
I, 113) tahric etmişlerdir. Tirmîzî rivayete “hasen-sahih” hükmünü vermiştir.
Rivayetle ilgili bazı değerlendirmeler için bkz. İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ,
(774/1372), Tefsîru İbn Kesîr, (I-IV), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1401, I, 533;
ACLÛNÎ, II, 458, 502). Netice itibarıyla rivayetin sahih olduğu görülmektedir.
[7] Lokmân,
31/18-19. “(Yersiz) bir gurura kapılarak insanlara üstünlük taslama ve
yeryüzünde küstahça gezip durma: unutma ki, Allah, böbürlenerek küstahlık
yapanları sevmez. Davranışlarında ölçülü ve dengeli ol, sesini yükseltme: çünkü
, unutma ki, seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.”
[8] İsrâ,
17/37-38. “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle)
ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. Bütün bu
sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir.”
[9] Hadîd,
57/22-24. “Hiçbir musibet, daha önce buyruğumuzda (öngörülmüş) olmadıkça ne
yeryüzünün ne de sizin başınıza gelmez. Şüphesiz bu Allah için kolay (bir
iş)tir. (Bunu bilin ki,) elinizden kaçan (iyi ve güzel) şeylere üzülmeyesiniz
ve elinize geçen (iyi ve güzel) şeylerle de (boş yere) şımarmayasınız (övünüp,
gururlanmayasınız): çünkü Allah, kendini beğenip, küstahça davrananları
(durumlarının iyi olmasını kendi üstünlüklerine veya şanslarına bağlayanları)
sevmez. Ki onlar (Allah’ın nimetleri üzerinde) cimrilik edip başkalarına da
cimrice davranmayı tavsiye ederler! Ve sırtını (bu hakikate) çevirenler (bilsin
ki) Allah kendi-kendine yeterlidir, bütün övgülere layıktır.”
Yorumlar
Yorum Gönder