Hz. Peygamber kıyametin büyük alametlerini bildirmemiştir (39)
Hz. Peygamber kıyametin büyük alametlerini bildirmemiştir (39)
Kıyâmetin ne zaman kopacağı konusu her
zaman insanların ilgisini çekmiş ve bununla ile ilgili sahâbe de Hz.
Peygamber’e pek çok soru sormuştur. Bir keresinde bedevîler Rasûlullah’ın
yanına gelerek; (متى الساعة) “Saat ne
zamandır?” diye sormuşlar, o da içlerinden en genç olanına bakarak; “Şu
çocuk yaşarsa, sizin kıyâmetiniz kopmadan ona ihtiyarlık erişmez” buyurmuşlardır.
Buhârî, tahric ettiği rivâyetin sonunda “hadisin
râvilerinden olan Hişam’ın” saatten maksadı; “o gün yaşayanların
ölümü” şeklinde açıkladığını kaydetmiştir. Yani; Hz. Peygamber
muhataplarına “bu çocuk yaşarsa, sizin öldüğünüzü, kıyâmetinizin koptuğunu
görecektir” demiş ve “saat” kelimesini “kıyâmet-i suğrâ” (kişisel
kıyamet) anlamında kullanmıştır.
Aynı şekilde Hz. Ali’den nakledilen bir diğer
hadiste, Hz. Peygamber’in sabah namazını kıldırdığı esnada kendisine (متى الساعة) “Saat ne zamandır?” diye
soran kişiyi namaz sonrası yanına çağırıp oturtarak, “Falcılara
inanılıp kader yalanlandığı, emânetler yağmalandığı, sadaka almaya düşkünlük gösterildiği
ve fuhuş yaygınlaştığı zaman” (فعند ذلك هلك
قومك) (işte o zaman senin kavmin helak olmuştur) diyerek kavminin
helâk olacağını söylemiş ve Hz. Muhammed, bununla “kıyâmet-i vustâ”yı (toplumsal
kıyameti) kast etmiştir.
Yine Ebû Hureyre’den nakledilen bir diğer
hadiste ise Hz. Peygamber konuşma yaparken yanına gelerek (متى الساعة) “Saat ne zamandır?” diye
sual soran kişiye: “Emânet zâyi edildiğinde saati bekleyin” diye
cevap vermiş, bu kimse: “Emanet nasıl zâyi edilir?” deyince
ise; “İş, ehil olmayanlara tevdî edildiği zaman saati bekleyin” diyerek
mukabelede bulunmuştur. Dolayısıyla burada da “saat” kelimesiyle Hz. Peygamber “bir
toplumun çöküşü ve yok oluşu” demek olan “kıyâmet-i vustâ”yı yani; “toplumsal
kıyameti” kastetmiştir.
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber bu tür
sorulara muhatap olduğunda “küresel kıyâmet”in değil, “kişisel veya toplumsal
kıyâmet”in alâmetlerini haber vermiştir. Zira bu ve benzerî rivâyetlerin amacı “küresel
kıyâmetin vaktini bildirmek” değil, “tamamen ahlâkî ve sosyal çözülmenin
zararlarını dile getirmektir.” Bu itibarla, kozmolojik bir olay olan “küresel kıyâmet”in
“kişisel veya toplumsal kıyametle” hiçbir alâkası yoktur.
Nitekim Râgıb el-Isfahânî, “saat”
kelimesini izah ederken “kıyâmet-i suğra”yı, ferdin ölümü, “kıyâmet-i vustâ”yı
bir neslin yok olması yani; “toplumsal kıyamet” ve “kıyâmet-i kübra”yı da “küresel
kıyâmet” şeklinde açıklamıştır. Netice îtibârıyla, Hz. Peygamber’in “saat”
kelimesini hangi anlamda kullandığı çok önemlidir ve benzerî rivâyetlerin anlaşılması
ve yorumlanmasında bu husus göz ardı edilmemelidir. Aksi halde kafa
karışıklıkları daha da artacak, hadis rivayetlerinde “saat” kelimesinin geçtiği
her yere “küresel kıyâmet” anlamı verilecek ve Hz. Peygamber de yanlış tanıtılmış
olacaktır. Kanaatimizce asırlardır yapılan yanlış “tam da budur.”
Enes b. Mâlik’ten nakledilen bir diğer hadiste
ise Hz. Peygamber’in çölden gelen bir şahsın kıyâmetin ne zaman kopacağıyla
ilgili sorusuna yine “soruyla cevap vererek”: “Peki senin kıyâmet için
bir hazırlığın var mı?” şeklindeki mukâbelesi üzerine o kişi; “Benim,
Allah ve Rasûlünü çok sevmekten başka bir hazırlığım yok” cevabını
vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “O zaman sen sevdiklerinle
berabersin” demiş ve orada bulunanların: “Peki ya biz?( ne
olacağız?)” sorusu üzerine de Hz. Peygamber: “Siz de öyle” cevabını
vermiştir. Râvi, naklettiği bu rivâyetin sonunda “Hz. Muhammed’in o gün ki
açıklamasının” kendilerini çok mutlu ettiğini söylemiştir.
Burada da görüleceği üzere Hz. Peygamber,
kendisine her ne zaman “bu tarz bir soru” sorulacak olsa, muhataplarına “küresel
kıyâmetin alâmetleri”nden hiç bahsetmemiş, aksine “kendi ölümlerini düşünmeye
ve ahirete gereken hazırlığı yapmaya” davet eder nitelikte sorular sormuştur. Böylelikle
Hz. Muhammed, ashabının teferruatla uğraşmamalarını istemiş, almaları gereken
esas mesaja yoğunlaşmalarını sağlamış, onlara meselelere çok boyutlu ve geniş
açıdan bakmayı öğretmiş ve her zaman mantıklı ve tutarlı düşünmelerini salık
vermiştir.
Hz. Peygamber’in bu konudaki bütün dikkat
ve çabalarına rağmen kaynaklarda ona nispet edilen birçok rivayette “kıyâmet
alâmetleri”nden söz edilmektedir. Bu rivâyetleri değerlendirenler, “kıyâmet alâmetleri”ne
dâir bu bilgilerin özellikle Yahûdî ve Hıristiyan geleneğinde yaygın
olarak bulunduğunu ve İslâmî kaynaklara da buralardan geçtiğini belirtmişlerdir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “kıyamet öncesi” değil “kıyâmet esnasında”
meydana gelecek “fizîkî değişimler şeklinde alâmetlerin” yer aldığını, ancak
kurtarıcı “mehdî” veya “deccâl”den hiç söz edilmediğini ifâde etmişlerdir.
Tayyip Okiç de, bu rivâyetlerin İslâmî
kaynaklara girmesinde ve Hz. Peygamber’e nispet edilmesinde Yahûdîlik’ten
ve Hıristiyanlık’tan ihtidâ edenlerin mühim rollerinin olduğunu belirtmiştir.
Diğer taraftan “kıyâmet alâmetleri”nden bahseden rivâyetleri tetkik edenlerden
bazıları, “konunun dînî boyutu yanında, fizîkî ve sosyal antropolojinin
izlerinin de dikkate alınmasını, bunun ise dînîn beşer üstü özelliğinin ortadan
kaldırılmadan ve bir ideoloji haline dönüştürülmeden yapılması gerektiğini”
savunmuşlardır.
Nitekim onlar, vahiyle tespit edilmemiş
hususların birçoğunda fizîkî ve sosyal antropolojinin izlerini görmenin mümkün
olduğunu, Kur’an’da bulunmamasına rağmen “mehdî”, “deccâl” ve “Mesîh”
inançlarının bazı İslâmî kaynaklara Kitab-ı Mukaddes’teki anlamlarına
yakın şekillerde geçtiğini ifâde etmişlerdir. Bununla birlikte “kıyâmet
alâmetleri” inancının peygamberlerin tebliği sûretiyle oluşan “bir inanç
olmadığını”, insanların meraklarını gidermek, endişelerini ortadan kaldırmak ve
hayallerini genişletmek gibi bazı “beşerî faktörlerden doğduğunu” ve bu
bahsedilen alâmetlerin hiçbirinin Kur’an’da yer almadığını, zayıf veya
uydurma hadislere dayandığını ve benzerî haberlerin bütün eskatoloji kitaplarında
görüldüğünü belirtmişlerdir.
Diğer taraftan bazı kaynaklarda yer alan
“kıyâmet alâmetleri”nin henüz vâki olmaması ve hiçbir insanın müşâhede etmemesi
nedeniyle, akıl ve tecrübelerle doğrulanmalarının mümkün olmadığı
bilinmektedir. Bu alâmetlerin insan zihninde bazı konuları canlandırmaya
yarayan semboller oldukları, lakin zamanla bu sembollerin
müşahhaslaştırıldıkları ve “bilfiil vâki olacak olaylar” şeklinde telakkî
edilebildikleri de unutulmamalıdır. Sahih hadis mecmûalarında yer alan bazı “kıyâmet
alâmetleri”nin tafsilden uzak ve müphem ibârelerle nakledilmesi bu ihtimali
akıllara getirmektedir. Bunların bir kısmı muhtevâ olarak Kur’an’ın çizdiği
çerçevenin dışına çıkmamaktadır. Öte yandan bazı rivâyetlerin ise “zaman ve
biçim yönünden” tasvir edildikleri görülmektedir. Nitekim “mehdî”,
“deccâl” ve “Hz. Îsâ’nın gelip yeryüzünde şu kadar süre hüküm sürecekleri”
şeklindeki ifâdeleri “kıyâmetin ansızın kopacağı” esasıyla bağdaştırmak
mümkün değildir. Zîra onların kaldıkları süre sonunda eğer kıyâmet kopacaksa “bu
önceden bilineceği için” âyetlere aykırı bir durum ortaya çıkacaktır.
Dolayısıyla bu tür rivâyetlere son derece ihtiyatlı yaklaşılması gerekmektdir.
Hz. Peygamber, kıyâmetin “ansızın
kopacağına ilişkin misalleri” sahâbelerine onların çok daha rahat anlayacağı
örnekler üzerinden (yani; tarım, hayvancılık ve ticaret) vermiştir. Nitekim Hz.
Peygamber, Ebû Hureyre’den rivâyet edilen “sahih bir hadiste” şöyle buyurmuşlardır:
“…Alış-veriş için bir araya gelen iki kişi, bir elbiseyi açacaklar, satış
işlemi tamamlanmadan ansızın kıyâmet kopacak, o elbiseyi tekrar
kaldırıp katlamaya fırsatları olmayacak. Bir kişi devesini sağacak, ancak
sağdığı devesinin sütünü içmek nasip olmadan ansızın kıyâmet kopacak. Bir kişi
havuzunu sıvayıp tamir edecek ancak, tamir ettiği havuzun suyunu kullanmak ona
nasip olmadan ansızın kıyâmet kopacak. Yemek yiyen bir kimse, lokmasını ağzına
götürürken ansızın kıyâmet kopacak ve o yemeği yemek ona nasip olmayacak.”
Hz. Muhammed, bu kadar açık ve seçik bir
şekilde ve Kur’an-ı Kerim’le uyumlu olarak “kıyâmetin ânîden ve hiç
beklenmedik bir anda” kopacağını beyan etmiş olmasına rağmen, hâlâ Hz.
Peygamber’i sürekli “kıyamet alâmetlerinden” bahseden biri olarak tanıtmak
doğru değildir.
Diğer taraftan İbn Hacer de “kıyâmetin ansızın
kopacağı” kanaatindedir. Çünkü o, söz konusu sahih hadisi değerlendirdikten
sonra: “Bütün bunlar kıyâmetin ansızın kopacağına işarettir. Tıpkı
Allah Teâlâ’nın (لا تاتيكم الا بغتة)
‘Sizi umulmadık bir anda yakalayacak’ sözünde olduğu gibi” demektedir.
Bu bakımdan Hz. Peygamber’in zaman zaman
bir takım sembolleri ve müphem ifâdeleri kullanarak insanları bilgilendirmesi
mümkün olmakla beraber, her zaman Kur’an-ı Kerim’le uyumlu
tespitlerde bulunduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in bazı açıklamalar
yaparken mecâzî ifadeler kullandığı, tergib (teşvik) ve terhib (korkutma/
sakındırma) amaçlı sözler söylediği de bir gerçektir. Ancak onun bu
sözlerini nakledenlerin yanlış anlayarak bazı eklemeler yapabilecekleri veya
sembolleri müşahhaslaştırabilecekleri ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır.
Nitekim “kıyâmet alâmetleri” olarak sayılan bazı hususlarda bunları görebilmek
mümkündür.
Sonuç olarak, “kıyâmet alâmetleri”nden
bahseden rivâyetleri sadece senedlerine veya sadece metinlerine bakarak “mutlak
doğrular/ mutlak yanlışlar” şeklinde algılamak ve alalacele hükümler vermek
doğru değildir. Veya zorakî yöntemlere başvurarak rivayetin söylemediği şeyleri
onlara söyletmek de uygun değildir. Bunların yerine söz konusu hadis
rivayetleri “daha sağlıklı ve güvenilir sonuçlara ulaşmak amacıyla” Kur’an ve
sahih sünnet bütünlüğ içinde, eleştirel bir gözle, seçici dikkatle, bütüncül bir
bakışla ve çok yönlü değerlendirilmelidir.[1] (28.09.2007)
[1] Ayrıntılı
bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri”
adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 168-172.
Yorumlar
Yorum Gönder