Hz. Peygamber Gaybtan haber vermiş midir?-2 (66)
Hz. Peygamber Gaybtan haber vermiş midir?-2 (66)
Hz. Peygamber’in savaşta kahramanlık gösteren bir kişi hakkında, orada bulunanların
kanaatlerinin aksine, onun cehennemlik olduğunu söylemesi de “gelecekten
haber verme” şeklinde değerlendirilmemelidir. Zîra Rasûlullah’ın o kişiyi
önceden tanıması ve hangi maksatla savaştığını fark etmesi, bu nedenle de şehît
olamayacağını belirtmesi mümkündür. O, bu tavrıyla amellerin niyetlere göre
değer kazandığını mü’minlere öğretmeyi amaçlamış olmalıdır. Sonradan
anlaşılacağı üzere söz konusu kişi, kavminin şerefi ve kendi yiğitliğini
göstermek için savaştığını yaralı haldeyken itiraf etmiş, daha sonra da
yaralarının acısına dayanamayarak intihar etmiş ve Hz. Peygamber’in bu tespitini
haklı çıkarmıştır.
Öte yandan “Rasûlü Ekrem’in gaybtan haber verdiğini ispat eden
rivâyetler, tek tek ele alındığı zaman kesin bilgi ifâde etmeseler de, bu nevi
haberlerin çokluğu, ayrı ayrı her olay hakkında olmasa da, onun gaybtan
haberdâr kılındığının mânevî tevâtür derecesine ulaştığını gösterir” denilmektedir.
Oysa burada unutulmaması gereken husus, Allah Teâlâ’nın bildirdiği ölçüde Hz.
Peygamber’in gayba vâkıf olabileceğidir.
Zîra âyet-i kerime’de “(Yalnız) O bilir yaratılmışların kavrayış
sınırlarının ötesindekini ve hiç kimseye açmaz kendi erişilmez derinlikteki
sırlarını, seçmekten hoşnutluk duyduğu elçisi hariç…” buyurulmaktadır.
Bununla birlikte, “Aklın sınırını aşan müteşâbih âyetlerin
bulunduğunu kabul ettikten sonra, âyetin geldiği kaynakla devamlı temas halinde
olan bir Peygamber’in gayb ve benzeri konularda zamanla anlaşılabilecek
hadisler söyleyebileceğini kabul etmemenin mantikî bir izahının olamayacağı” ifâde
edilmekte ve “Hz. Peygamber’in gaybtan haber vermesinin mûcize olduğunu,
Sahihayn ve diğer hadis kitaplarındaki cennet, cehennem, şefaat ve mi’rac gibi
konularla ilgili hadislerin tamamını inkâr etmenin onun bu cephesini
görmezlikten gelme anlamı taşıdığı” belirtilmektedir.
Bu ifâdeler kısmen doğru olmakla beraber, Hz. Peygamber’in gayb
bilgisinin sınırını tespit etmenin imkânsızlığı da ortadadır. Dolayısıyla,
hadis âlimlerinin isnad açısından tenkit ederek zayıf ya da uydurma kabul
ettikleri gaybî hadislerin “bir bilgi değerinin olmadığını” kabul etmek ve
bunların nakledilmesine karşı çıkmak gerekir. Nitekim Mâturîdî, mucize ile
desteklenen ve ismet sıfatına sahip olan Hz. Peygamber’in verdiği haberin kalbi
tatmin eden en doğru haber olduğunu, ancak “böyle bir haberin” ondan sâdır
olduktan sonra “hata yapmaları ve yalan söylemeleri mümkün olan” ve bu gibi
özelliklerden korunduklarına dâir elde delil bulunmayan “kişiler aracılığıyla/
raviler” geldiğini, bu nedenle bunların doğruluğunun araştırılması gerektiğini
belirtmiştir.
Sahih hadislerin gaybla ilgili konularda bilgi vermesi mümkün
olmakla beraber, bazı gaybî hadislerin diğer haberler gibi metin tenkîdi
açısından değerlendirilme şansları yoktur. Nitekim bazı hadisler vardır ki
onlar, isnâd sistemi açısından hadis âlimlerinin koyduğu ölçülere göre sahih
kabul edilmektedir. Metin açısından ise insanların kendi akıl, mantık ve
ulaştıkları bilimsel veriler ışığında değerlendirmeleri söz konusu olacağından bazı
tartışmaları da beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Aklın metafizik konuları
anlamakta yetersiz kalması doğru olmakla beraber, imkân ve yeterlilik ölçüsünde
aklî ve naklî deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle bu tür
rivâyetler anlaşılmaya çalışılmalıdır. Bununla birlikte gaybla ilgili
hadislerde mecâz unsurunun ağır bastığını da dikkat almak gerekir. Zîra din,
tabiatı gereği büyük ölçüde soyut kavramlar alanı olup bazı konularda sembolik
anlatım elzemdir. Gayb konusunda sembolik dille ortaya konulan bazı dinî
ifâdelerin, sağlanabilirliğe ve gerçeklikle karşılaştırılmaya esas teşkil
etmeyeceği de açıktır. Bu itibarla, gayb dünyasıyla ilgili meseleler
anlaşılmaya çalışılırken âyet ve hadislerin lafızlarının zorlanması “ilmî ve
sağlıklı bir yöntem” değildir.
Sonuç olarak Hz. Peygamber, kendisine bildirildiği kadarıyla gaybı/ geleceği
bilmektedir ve onun gayb bilgisinin sınırını tespit etmenin zorluğu da ortadadır.
Ayrıca, Hz. Peygamber’in görevi gayb âleminin sırlarını açıklamak değil, Allah
tarafından kendisine inzal edilen Kur’ân’ı tebliğ ve tebyin etmektir. Nitekim
o, hem bir müjdeci hem de uyarıcı olarak bu vazîfesini hakkıyla yapmıştır.[1] (04.04.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder