Güneşin batıdan doğması kıyamet alameti midir? (44)
Güneşin batıdan doğması kıyamet alameti midir? (44)
Kıyâmet alâmetleri”nden biri olarak sayılan
“güneşin batıdan doğması” konusunda Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir
âyet bulunmamaktadır.
Güneş ve ayın “belirlenmiş bir süre
için” yaratıldıkları ve kendi yörüngelerinde dönmeye devam
ettiklerini ifade eden âyetler, her ne kadar dünyanın bir sonunun olduğuna
işaret etse de, bunun “kıyâmet öncesi güneşin batıdan doğacağı hususuyla” hiçbir
ilgisi yoktur.
Güneş, gökteki belirli düzenin bozulmasına
kadar olan sürede bütün seyir ve dönüşlerini “hiç şaşmaz bir şekilde ve ince bir
plan dâhilinde” sürdürmekte olup, Yüce Allah’ın varlığının bir delili ve
insanlığın faydası için görev yapan bir varlıktır.
“Güneşin kıyâmet kopmadan önce batıdan
doğacağı” hususuna bazı rivâyetlerde rastlanılmaktadır. Bu rivâyetlere
dayanılarak güneşin batıdan doğmasının mümkün olduğu, kıyâmet kopmadan önce bu
olayın gerçekleşeceği, bundan sonra ise îmânın fayda vermeyeceği
belirtilmektedir.
Kanaatimizce o dönemin insanlarına “dünyanın
bir sonunun olduğu” bu tarz sembolik bir ifâdeyle anlatılmış ve “tövbelerin
kabul edileceği son sınıra” işaret edilmiştir.
Bununla beraber, bazı rivayetlerde “güneş
batıdan doğduğu zaman dünyada hayatın sürdüğü” ve artık bundan sonra yapılacak
îmânın geçersiz olduğu ifâde edildiği halde, hemen arkasından “dünyada
hayatın daha ne kadar süreceğinin belli olmadığı”nın söylenmesi, bir çelişkinin
olduğunu akıllara getirmektedir. Zîra gayb perdesi kalktıktan sonra
îmân etmek artık fayda vermeyeceğine göre “dünyada hayatın devamının hiçbir
anlamı” yoktur.
Kaldı ki, güneşin aksi istikametten
doğmasıyla kâinattaki kurulu düzen altüst olup bozulduktan sonra “hayatın
devamından söz etmek” mümkün değildir. Zîra “güneşin batıdan doğması” ile
kastedilen “küresel kıyâmet”in başlamasıdır. Bu sürecin başlamasıyla her şey
yörüngesinden çıkacak, tüm evreni içine alan toplu ve köklü bir değişim ve
dönüşüm meydana gelecektir.
Hadis-i şeriflerde olduğu gibi, Kur’an-ı
Kerim’de de “mecâzî anlatıma” başvurulduğu bilinmektedir. Mecâzî
anlatımla ilgili Kur’an-ı Kerim’de epey örnek vardır. Bunlardan birkaçını işaret
ederek mecazi anlatımın nasıl olduğunu şöyle gösterebiliriz.
Mesela, Arapça’nın kadim
kullanımında “korkunç olaylarla geçen bir gün” mecâzî
olarak “çocukların saçlarının beyazlaştığı gün” şeklinde ifâde
edilmektedir. Bununla o günün “ne denli önemli bir gün” olduğuna
vurgu yapılmaktadır.
Nitekim ızdırap, keder, stres, depresyon
vs. tehlikeli bir hal aldığında kişinin vücud dengesi bozulmakta ve saçlarının
bir anda beyazlaşması da mümkün olabilmektedir. Bu nedenle ayette yer alan “çocukların
saçlarının beyazlaştığı gün” mecazi ifadesine dayanarak “o
gün çocukların saçlarının ağaracağını” iddia etmek, verilmek istenen esas mesajı
anlamamak demektir. Zîra çocukların mâsum oldukları bilinmektedir.
Dolayısıyla âyette kıyâmetin koptuğu an tasvir edilirken bu mecâzî ifâdenin
kullanıldığı açıktır. Çünkü İslâm’a göre çocuklar suçsuzdur ve yaptıklarından
sorumlu tutulmaları söz konusu değildir. Bu nedenle onlar, hesap gününün
dehşetinden ve azabından zaten uzak kalacaklardır. Bu bakımdan Kur’ân ve hadislerdeki
mecazi ifadeler doğru anlaşılmalıdır.
Aynı şekilde Arapça’da “îmânî
meselelere arka kapıdan yaklaşmak”, mecâzî olarak “evlere
arkalarından girmek” şeklinde tanımlanmaktadır. Yani, “çeşitli dînî
vecibelerin ifâsı için konulmuş şekle ve süreye uymak yeterli
değildir” denilmektedir. Bu şekil ve süre sınırlamaları “kendi başlarına
ne kadar önemli olsalar da” esas olan her eyleme onun ruhsal “giriş
kapısı”ndan, yani; “Allah’a karşı derin bir sorumluluk bilinci duyarak” başlamaktır.
Yoksa Allah’ın gösterdiği gerçek hedefe ulaşmak mümkün olamayacaktır. Zîra
şekil ve süre gerekli ama yeterli değildir. Ayrıca “kapı” kelimesi,
mecâzî olarak “bir şeye nüfuz etmenin yahut ona ulaşmanın yollarını
gösterdiğinden “bir eve (ön) kapısından girme” mecâzı, “probleme
doğru yaklaşımı, en doğru yol ve yönteme sarılmayı” anlatmak için
kullanılmaktadır. Burada verilmek istenen mesaj, “sorunlara doğru
yöntemlerle yaklaşmayanların çözüm konusunda başarılı olamayacaklarıdır. Başarı
için doğru bir plan, program, metod ve yaklaşımın gerekli olduğudur.”
Yine, “kapıdan (tevâzu içinde) boyun
eğerek girin” ifâdesi mecâzî olarak, “kapıdan secde ederek (saygıyla
eğilerek) girin” şeklinde tanımlanmaktadır. Yani, “bunu kendiniz
için bir hak telakkî etmeyin, mütevâzi bir ruh haliyle konuya yaklaşın,
kibirlenip böbürlenmeyin” anlamlarına gelmektedir. Nitekim söz konusu âyetin
devamında yer alan, “Sizin (bu alçak gönüllüğünüz sebebiyle)
günahlarınızı bağışlayayım” ifâdesi bu mânâyı desteklemektedir.
Aynı şekilde “görünür/ dış biçimlere
uyum sağlamanız” mecâzî olarak, “yüzünüzü doğuya veya batıya
çevirmeniz” şeklinde ifâde edilmektedir. Yani, “ibâdetlerde yer
alan çeşitli ritüelleri yapmayı yeterli zannetmeyin, ibâdetlerin
gaye ve maksadını çok iyi anlayın” denilmektedir. Nitekim ibâdetler,
kişiyi ahlâkî erdemlere ulaştıramıyor, bunlar davranışlara yansımıyor ve mü’min
bu bilinçten yoksun kalıyorsa, beklenen neticenin elde edilemeyeceği açıktır.
Bu nedenledir ki Kur’an, tam bir konsantrasyon ve şuur halinden uzak namaz
kılanları eleştirmiş ve onların bu davranışlarının yanlışlığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla,
kişinin hayatın her anında Yüce Allah ile beraber olduğunu bilmesi ve bunu hissedecek
bir bilince ulaşması için öncelikle kendisine gönderilen kutsal kitapta yer
alan “mecâzî ifâdeleri” doğru anlaması gerekmektedir.
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in mecâzî
olarak kullandığı “güneşin batıdan doğması” tâbiriyle “dünyanın
sonunun mutlaka geleceği, herkesin hazırlığını buna göre yapması ve bir an
önce günahlarından tövbe etmesi gerektiğine işaret ettiği”
anlaşılmaktadır. Zîra herkesin güneşi bir gün batıdan doğacak, ölüm ona
gelecek, artık tövbesi kabul edilmeyecek, son pişmanlık asla fayda vermeyecek
ve hayatı da sona erecektir. Kanaatimizce “güneşin batıdan doğması” mecâzî ifadesiyle
kast edilenler de bunlar olmalıdır.[1] (02.11.2007)
[1] Ayrıntılı
bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri”
adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 196-198.
Yorumlar
Yorum Gönder