Fiten Hadislerinin Günümüz Dînî Kültürüne Etkileri-2 (74)
Fiten
Hadislerinin Günümüz Dînî Kültürüne Etkileri-2 (74)
Bazı fiten hadisleri bir takım anlayışları insanların zihinlerine silinmeyecek
şekilde yerleştirmiştir. Nitekim fark edilmeksizin verilen bazı algılar/ tasavvurlar/
ölçüler, kişinin ömür boyu davranışlarını şekillendirmektedir/ belirlemektedir.
Öyle ki rivâyette önemsiz gibi duran bir ayrıntı, çok defa insanı yanlış bir
yöne kanalize edebilmektedir. Bu itibarla içerisinde hatalı mesajlar barındıran
ve yanlış anlaşılma tehlikesi bulunan kıssa ve rivâyetlerin insanlara anlatılması
yanlıştır. Günümüz hadis araştırmacılarından Ali Çelik, “halk arasında ilgiyle
okunan eserlerdeki “kıssaların çoğunluğunun” İslâm’ın ruhuna aykırı anlamlar
içerdiğini ve bunların sahih hadislerin ifade ettiği mânâyı gölgede
bıraktığını” söylemiştir.
Dolayısıyla böyle bir tehlikeden korunmak için insanların sahih ve
güvenilir hadislerle bilgilendirilmeleri ve meseleleri farklı yönleriyle ve bir
bütün halinde görmeleri sağlanmalıdır. Bu tür uydurma rivâyet ve masallardan
beslenmek yerine temel hadis kaynaklarından istifade edilmeli, verilmek istenen
mesaj açık bir şekilde sunulmalı, insanların yanlış düşüncelere kapılmasının
önüne geçilmelidir.
Aksi takdirde aklı ve bilimi önceleyen insanların çoğaldığı
günümüz dünyasında bu tür rivâyetlerdeki gariplikler nedeniyle gençlerin dinden
uzaklaşmaları söz konusu olabilecektir. Nitekim Hıristiyanlar bu süreçten
geçmiş, doğru bilgilerle tatmin edemedikleri insanların dinden ve kiliseden
uzaklaşmalarına engel olamamışlardır.
Gaybî rivâyetlerden olan şefaat hadisi de yanlış anlaşılmıştır.
Oysa bu rivâyette Hz. Peygamber’in vermek istediği esas mesaj şu olabilir:
“Şefaatim; büyük günah işleyen, ama henüz dünyada iken derin bir pişmanlık
duyup samîmî bir şekilde tövbe eden ve bu samimiyetini ispatlayarak ölen
mü’minleredir.” Kanaatimizce rivayet böyle anlaşılmadığı ve metinde
bulunan bu kapalılık giderilmediği takdirde bazı kimseler asılsız ve temelsiz
düşünce ve inançlarla kendilerini avutacaklardır. Müslümanların büyük bir
yanılgıdan kurtulmaları için bu hadis hem doğru anlaşılmalı hem de doğru
anlatılmalıdır.
Nitekim bazı Müslümanlar, bu rivayete bakarak ne kadar çok günah
işlerlerse işlesinler Hz. Peygamber’in şefaati ile kolayca cennete
gireceklerine inandırılmış ve böyle bir beklenti içine sokulmuşlardır. Bu, üzüntü
verici bir durumdur. Dolayısıyla bu hadis, Müslümanları günaha sevk etmek
yerine tövbeye davet edecek şekilde anlaşılmalı ve anlatılmalıdır.
Hz. Peygamber, kadınların zaaflarının ve duygularının esiri
olmaları halinde bazı hatalar yapacaklarını ve bunun da olumsuz sonuçlarıyla
karşılaşacaklarını bildirmiş, onları sakındırmış ve yanlış yapmamalarını
istemiştir. Hz. Peygamber böyle söylediği için cehennemin çoğunluğunu
kadınların oluşturması gibi bir durum asla söz konusu değildir. Bu fiten
hadisini de yanlış anlayan kimileri, kadınların çoğunun cehennemlik olduklarını
iddia ederek kadınları kışkırtmış, İslâm’a olan kin ve nefretlerini kusmuş ve
kadınları dinden soğutmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla bu rivâyetin de doğru
anlaşılması ve anlatılması gerekmektedir.
Bazı fiten hadislerinde kıyâmet günü “beş vakit namazı cemaatle
kılanlara” haddinden fazla abartılı mükafâtlar verildiği görülmektedir. Bu
rivayetler İslâm’ın yanlış tanıtılmasına sebebiyet vermektedir. Bu ölçüsüz
mükafâtları, ancak İslâm’ı bilmeyen ve anlayamayan kimseler verebilir. Kaldı ki
İslâm’ın özüyle bağdaşmayan bu rivâyetlerin tamamı uydurmadır. Zîra cemaatle
namazın önemine vurgu yapan pek çok sahih hadis vardır ve bu hadislerin
hiçbirinde böyle ölçüsüz ve abartılmış sevaplara/ ödüllere rastlanılmamaktadır.
Aynı şekilde “Muhakkak ki güzel ahlak sahibi bir kimse,
namaz kılıp oruç tutanların derecesine ulaşır” şeklindeki ifade “sahih hadise”
sonradan eklenmiştir; yani müdrectir. Çünkü bu ifadeyle “namaz ve oruç” gibi
ibâdetlerin “güzel ahlaktan” çok daha önemli olduğuna vurgu yapılmakta,
bunların “güzel ahlaktan çok daha elzem olduğu” hissettirilmektedir. Oysa
ibâdetleri önceleyen bu ifadeler asırlarca İslâm’ın yanlış tanıtılmasına neden
olmuştur. Müslümanların çözmesi gereken esas önemli sorunlardan birisi de bu
sakat bakış açısıdır.
Nitekim dünyadaki Müslümanların ekserîsi, “kulluktan” daha ziyade “ibadetlere”
ağırlık vermekte ve sadece ibadetleri yaptıklarında her şeyi hallettiklerini zannetmektedirler.
Onları bu düşünceye sevk eden ise, bu tür zayıf veya uydurma rivâyetler ile bu
rivâyetleri onlara tenkit süzgecinden geçirmeden alıp aktaran din adamları olmuştur.
Dolayısıyla Hz. Peygamber’in kulluğun gereklerinden biri olan ahlaka önem ve öncelik
verdiği bilinmeli, ibadet ve ahlak kıyaslaması asla yapılmamalıdır. Zira ibadetin
amacı, “şeytanı yenme ve güzel ahlaka ulaşma konusunda mü’mine yardımcı olmaktır.”
Bazı rivâyetlerde de “tatlı dilli” olmanın “bir zikir
cümlesiyle” ifade edildiği görülmektedir. Oysa bu, doğru değildir ve
işin kolayına kaçmaktır. Zîra “tatlı dil Allah ile değil, insanlar arası iletişimde
geçerlidir. Bu itibarla, tatlı dilli olmayı sadece “bir tesbih cümlesiyle “sınırlandırmak, Hz.
Peygamber’in anlaşılamadığının bir işaretidir. Bu fiten hadisinin de olumsuz etkilerini
günümüzde hâlâ görmemiz mümkündür. Nitekim elindeki zikirmatikle zikir çekerek
her şeyi hallettiğini zanneden ama insan ilişkilerinde çok kaba, kırıcı ve
yobaz Müslümanlar vardır ve bunlar hiç Allah’tan korkmadan başkalarının kalbini
rahatlıkla kırabilmekte, kul hakkı ihlallerini düşüncesizce ve pervasızca yapabilmektedirler.
Bazı fiten hadislerinde ise dünyada iken Allah’ı zikredenlerin ahirette
O’nun sağ yanında oturduğundan bahsedilmektedir. İslâm’ı az çok bilen herkesin
de anlayacağı üzere Hz. Peygamber’in bu tür sözler söylemesi asla mümkün
değildir. Yahûdî kültüründeki yanlış Tanrı anlayışının bu rivâyetlere
yansıdığı anlaşılmaktadır. Kıyâmet günü peygamberler, sıddîklar, şehidler ve
salih kulların bulundukları konum çok farklı olup, peygamberlerin bile bu
şekilde Yüce Allah’a yakın olmaları söz konusu değilken, “Allah’ı zikredenlere”
böyle bir makamın öngörülüyor olması yanlıştır ve bu rivayetin uydurma
olduğunda hiçbir şüphe yoktur.
Günümüzde de zikrin önemine işaret etmek için Kur’an’daki
âyetlerden faydalanmak yerine bu uydurma rivâyetleri naklederek insanları etki
altına almaya çalışanlar vardır. Bunların Hz. Peygamber’in otoritesi istismar
ederek İslâm’ı yanlış tanıtmaları ve bu tür uydurma hadisleri insanlara din
diye anlatmaları son derece yanlıştır.
Bazı uydurma fiten hadislerinde de fakirliğin özendirildiği
görülmektedir. Öyle ki Yüce Allah’ın -haşa- kıyâmet günü fakirlerden özür
dileyeceği anlatılmaktadır. Oysa Allah’ın hiçbir kimseden özür dilemesi
asla ve kat’a söz konusu değildir. Kendisini mükemmel surette yaratan ve
bu dünyaya insan olarak gönderen Yüce Yaratıcı’ya şükredeceğine,
dünyadayken kendisine mal, mülk ve servet vermediği gerekçesiyle O’ndan özür
dilemesini istemek, ancak sefih, budala ve cahil kimselerden beklenebilecek bir
davranıştır.
Öte yandan kıyâmet günü fakir dervişlerin Hz. Îsâ’nın, zengin
mü’minlerin ise Hz. Süleyman’ın sancağı altında toplanacaklarından
bahsedilmesi, fakir dervişlerin Hz. Süleyman’dan beş yüz yıl önce cennete
gireceğinin belirtilmesinde de aynı zihniyetin/ anlayışın izlerini görmek
mümkündür.
Diğer taraftan dervişlerin dünyadayken zindan hayatı
yaşadıklarından bahsederek bazı haklar talep ettikleri görülmektedir. Onları bu
düşünceye sevk eden ise bu tür “uydurma fiten hadisleri” olmuştur. Oysa
onlardan böyle bir istekte bulunan ne Allah ne de O’nun peygamberidir. Böyle
bir yaşam tarzını (ruhbanlığı) kendileri seçmişlerdir. Kaldı ki İslâm,
ruhbanlığı yasaklamış ve Müslümanların hayatın içinde aktif birer özne olmalarını,
malları ve canlarıyla Allah yolunda mücadele etmelerini/ çalışmalarını
istemiştir. Bir kenara çekilip sadece nafile ibâdetlerle ve zikirle meşgul
olmak, Müslümanlardan ne beklenmiş ne de istenmiştir. Fakirlikten Allah’a
sığınan, veren elin alan elden hayırlı olduğunu söyleyen, sürekli üreten ve
üretmeyi tavsiye eden Hz. Peygamber, fakirliği özendiren ya da üstün gösteren
sözler asla söylememiştir. Bu tür rivâyetlerin oluşması ve yaygınlaşmasında
bazı sûfî ve kıssacıların rolleri büyük olmuştur. Bu kimseler, Hz. Peygamber’in
otoritesinin arkasına saklanarak kendilerine taraftar toplamaya çalışmış,
İslâm’ın yanlış tanıtılmasına neden olmuş, ancak ne kadar büyük bir yanlış
yaptıklarını ise bir türlü akıllarına getirememişlerdir.
Kişinin dünyadayken karşılaştığı bazı sıkıntılar sebebiyle
âhiretteki azaptan kurtulacağından bahseden bazı uydurma fiten hadisleri
de İslâm’ın yanlış tanıtılmasının önündeki engellerden biridir. Oysa azap
kavramını yanlış tanıtan böyle bir rivâyeti Hz. Peygamber’in söylemesi mümkün
değildir. Şâyet bu kimse, dünyada iken karşılaştığı belâ ve musibetlere sabırla
katlanır, haline şükreder ve mükâfatını sadece Yüce Allah’tan beklerse, o
takdirde âhiret azabından kurtulması elbette mümkün olabilir. Dolayısıyla
insanların bu tür asılsız rivâyetlere dayanarak bir takım beklentiler içine
sokulması İslam’a zarar vermektedir.
Bazı uydurma fiten hadislerinde ise “Allah’ı seven
kimseler”in mahşer meydanından dilediklerini alıp cennete götüreceklerinden,
kıyâmet günü peygamberleri ve şehidleri bile “Allah’ı zikredenlere” gıpta ile
baktıracak amelin “zikrullah” olduğundan, kıyâmet günü şehidler gelirken Hz.
İbrahim, Hz. Mûsâ veya diğer peygamberlerin yoldan çekileceklerinden, “deniz
şehidlerinin ruhunu” bizzat Allah’a alacağından ve onların kul borçları dahil bütün
günahlarını affedeceğinden, 99 günah defteri yanında küçük bir kağıt parçasında
yazılı olan “kelime-i şehâdet”in terazide daha ağır basacağından, günahı
sevabından çok fazla olan bir kulun Allah korkusundan ağladığını söyleyerek
cehennemden kurtulabileceğinden, cehennemi hak etmiş günahkar mü’minlerin
belirlenen süre dolmadan sırf oradaki dua ve zikirleri sebebiyle cehennemden
çıkartılacaklarından bahsedilmektedir. Oysa bütün bu sayılanların İslâm ile
alakası yoktur. Böyle bir anlayış Müslümanlar nezdinde Allah’ın yanlış
tanıtılmasına ve zihinlere menfî yaklaşımların yerleşmesine neden olmaktadır. Kanaatimizce
bütün bu düşüncelere “meselelere tek taraflı bakan” ancak “âlim olduğunu
zanneden cahiller” ulaşmışlardır.
Kendi dar görüşlerini desteklemek için rivâyet üretip
Hz. Peygamber’e isnad edenler, bu rivâyetlerin içine “daha etkileyici olması
amacıyla” âyetleri de katmışlardır. Bu durum onların niyetlerinin o kadar masum
olmadığını göstermektedir. İnsanları etkileyebilmek için her yolu mübah gören
böyle sakat bir anlayışın “içine ayet katarak ürettiği rivâyetlerin” hiçbir
dînî değeri yoktur. Bu kimselerin görüşlerini desteklemek maksadıyla
âyetleri keyfî şekilde yorumlamaları kesinlikle yanlıştır. Her ne kadar bazı
zayıf ve uydurma rivâyetlerin sonunda “olumlu bir mesaj” veriliyor olsa da, bu
mesaja gelinceye kadar ortaya konulan “yanlış yaklaşımlar” İslam’ı anlaşılmaz
kılmakta ve dinin temel ilkelerinin doğru yorumlanması ve kavranmasını da oldukça
zorlaştırmaktadır.
Bazı uydurma fiten hadislerinde müşrik çocuklarının cennette
hizmetçi olacaklarından bahsedilmektedir. Bu rivâyeti üretenler, böyle bir
sonuca üstünlük/ ayrıcalık duygusuyla ulaşmışlardır. Oysa “her doğanın fıtrat
üzerine doğduğuna” dair sahih hadise bakıldığında müşriklerin küçük yaşta
ölen çocuklarının “cennette hizmetçi statüsünde” olmaları söz konusu
değildir. Zîra kâfir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelme konusunda
hiçbir tercih imkânı bulunmayan çocukları “adeta cezalandırırcasına” cennette hizmetçiliğe
layık görmek ve onları diğer çocuklardan farklı bir muameleye tabi tutmak
Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz. Böyle bir düşünceyi savunanların İslâm’ı
yeterince bilmedikleri açıktır. Öyle ki bu kimseler “hayvanların mahşer
meydanında toplanarak haklarını alacakları” mecâzî ifadesini de “hakîkî
manada” anlamış ve buradan da çok yanlış sonuçlara ulaşmışlardır. Oysa
hayvanların mahşer meydanında toplanmalarını gerektirecek herhangi bir durum
söz konusu değildir. Zira rivayette belirtildiği üzere “eğer yargılama sonunda
hakkı alınan hayvanlar da dâhil olmak üzere” bunların tamamı “toprak olacaksa”
böyle bir yargılamanın da hiçbir anlamı yoktur.
Bazı fiten hadislerinde cennetteki hûriler de yanlış
tanıtılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerde hiç bahsedilmediği halde
onların zağferan, misk, amber ve kâfurdan yaratıldıkları ifade edilmektedir.
Oysa bir insanın kendisiyle aynı maddî ve mânevî özellikleri taşıyan, aynı öz
ve cevherden yaratılan karşı cins ile huzur ve sükûn bulması mümkündür. Bu tür
maddelerden yaratılmış hûrilere gerek yoktur. Bütün bu asılsız rivâyetler,
düşünen ve sorgulayan bazı kimselerin İslâm’a bakışları olumsuz anlamda
etkilemektedir. Dolayısıyla bu tür indî düşüncelerin Hz. Peygamber’e nispet
edilerek hadis diye sunulması doğru değildir.
Bazı fiten hadislerinde “a’râf ehli”nin de yanlış tanıtıldığı
görülmektedir. “A’râf ehli” ile kastedilenler “günahı ve sevabı eşit olanlar,
sevabı çok olduğu halde anne ve babalarına isyan edenler veya müşriklerin küçük
yaşta ölen çocukları” değil, aksine; “peygamberler, sıddîklar, şehidler ve
salih kullardır.” Konu ile ilgili ortaya atılan diğer görüşlerin tamamı
yanlıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de “a’râf ehli”nin yapacağı haber verilen
o konuşmaları, ancak “kulluk görevini eksiksiz yapan”, kendine güvenen ve son
derece haklı konumda olan birilerinin söyleyebilmesi mümkündür. Bu itibarla
“a’râf ehli”nin de doğru tanıtılması ve ön yargılı yaklaşımlardan kaçınılması
gerekmektedir. Çünkü bunlar da dînin doğru anlaşılmasının önündeki engellerden birini
oluşturmaktadır.
Diğer bazı fiten hadislerinde ise Cebrâil’e Allah’ın mekrinden
(hilesinden) emin olmadığının söylettirilmesi de yanlıştır. Zîra
meleklerin böyle bir endişeye kapılmalarını gerektirecek bir durum yoktur.
Çünkü onlar, günah işleyecek özellikte yaratılmamışlardır ki cezalandırılmaktan
korksunlar. Dolayısıyla Yüce Allah keyfî tasarruflarda bulunan kuralsız bir
Yaratıcı değildir. Bunlar, Yüce Allah’ı gerçek mânâda bilmeyen kimselerin
uydurduğu ve başkalarına da ağlayarak/ ağlatarak kabul ettirdiği İsrâiliyyât nevinden
haberlerdir. Bütün bunlar kıssacıların üslûbunu çağrıştırmakta olup, zihinlere yanlış
tasavvurların yerleşmesine neden olmakta ve Müslümanların dinlerini doğru
öğrenmelerine de engel teşkil etmektedir.
Sonuç olarak, halkın rağbet ettiği popüler bazı eserlerde
bulunan zayıf ve uydurma fiten hadisleri günümüz insanını derinden
etkilemekte ve dînin doğru anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu itibarla ilmî
ölçüler içerisinde kritiği yapılan fiten hadislerinden faydalanılması gerekir. Zîra
asırlardan beri insanların kafalarına yerleştirilen bazı olumsuz yaklaşımların
ortadan kaldırılabilmesi için, Kur’an ve sünnet bütünlüğü içinde meselelere bakılmasına
ve söz konusu rivayetlerin tarafsız bir gözle yeniden değerlendirilmesine
ihtiyaç vardır.[1] (06.06.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder