Fiten Hadislerinin Günümüz Dînî Kültürüne Etkileri-1 (73)
Fiten
Hadislerinin Günümüz Dînî Kültürüne Etkileri-1 (73)
Gelecekten haber veren ve hadislerin enfeksiyon bölgesi olarak da
adlandırılan fiten hadisleri, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanları olumsuz
anlamda etkilemiş ve halen de etkilemeye devam etmektedir.
Öncelikle ifade edelim ki Hz. Peygamber, kendisine bildirildiği
kadarıyla gelecekten haber vermiştir. Kaldı ki onun görevi, gayb âleminin
sırlarını açıklamak değil, Allah tarafından kendisine verilen görevi yapmak ve
İslam’ı tebliğ ve temsil etmektir.
Hz. Peygamber konuşmalarında temsil, teşbih, mecaz ve
mübalağa gibi çeşitli “edebi sanatları” kullanmıştır. Dolayısıyla onun
sözleri anlaşılmaya çalışılırken bu hususların da göz önünde bulundurulması
gerekir.
Fiten hadislerinden bazılarını kullanarak insanları kandırmaya ve
kötü emellerine alet etmeye çalışanlar her dönemde olmuştur ve bugün de maalesef
vardır. Mesela o rivâyetlerden biri Hz. Peygamber’in “Ben ve kıyâmet şu
kadar yakınız” sözüdür. Bu hadisi kullanarak “sanki kıyâmet neredeyse
koptu kopacak” diye tanıtan ve şahsî çıkarları için etrafına taraftar toplayan
açgözlü din tüccarları her dönemde olmuştur. Oysa Hz. Peygamber’in bu
sözlerinden kıyâmetin “hemen” kopacağı sonucunu çıkartmak doğru değildir. Zîra
ilk dönemlerden itibaren kıyametin hemen kopacağını zannedenlerin yanıldıkları geçen
on dört asrın sonunda anlaşılmıştır. Ama hala bu hadisi kullanarak insanların
dini duygularını sömürenler vardır.
Dolayısıyla bu tür rivâyetleri istismar edenlere fırsat
verilmemesi için bu ve benzeri rivâyetlerin doğru anlaşılıp yorumlanması
gerekir. Kanaatimizce Hz. Muhammed bu sözüyle kendisinin “son rasûl” olduğuna
vurgu yapmış ve “başka peygamber gelmeyeceğini” anlatmaya çalışmıştır. Yoksa o,
birinci öncelikli olarak “kıyâmetin kopma vaktinin çok yaklaştığını” haber
vermemiştir.
Hz. Peygamber’in ilmin kaldırılması, kötülüklerin çoğalması ve
yaygınlaşmasıyla “toplumsal kıyâmet”in kopacağını, böyle bir cemiyette
huzursuzluğun artacağını, çıkabilecek iç karışıklıklar ve savaşlar neticesinde
erkeklerin sayılarının azalabileceğini söylemiş ve ümmetini dînî-ahlâkî
değerlerden uzaklaşmaktan ve kötülüklere dalmaktan sakındırmayı
amaçlamıştır. Onun uyarılarının esas maksadı, bu tür yanlışlıkların
yaygınlaştığı toplumların savaşa sürüklenebileceği ve varlığını kaybedebileceği
tehlikesine işaret etmektir. Dolayısıyla “toplumsal kıyâmet”le ilgili
hadisleri doğru anlamak gerekir.
Eğer toplumsal kıyametle ilgili hadisler doğru anlaşılmazsa bunları
“küresel kıyâmet”in habercisi olarak yorumlayan ve insanları farklı maceralara
sürükleyen din simsarları ortaya çıkacaktır. Oysa zinânın çoğalması, ilmin
azalması, emanetin ehline verilmemesi ve cahillerin artmasıyla aile ve toplumda
meydana gelebilecek bozulma ve huzursuzluklara işaret edildiği, bunların Yüce Allah’ın
toplumlar için koyduğu “sosyal düzen kanunları” olduğu ve
bunlarla “kıyâmet-i vustâ”nın (toplumsal kıyâmet) kastedildiği açıktır.
Hz. Peygamber’in ümmetini motive edici sözler söylediği
bilinmektedir. O, ashabına hedef göstermiş ve bir takım müjdeler vermiştir.
Bazı hadisleriyle İslâm’ın çok uzak diyarlara yayılacağını ve yayılması
gerektiğini ashabına anlatmak istemiştir. Ancak onun bu sözleri de zamanla
doğru anlaşılamamış ve “küresel kıyâmetin çok yaklaştığı” şeklinde
yorumlanmıştır. Örneğin Hz. Peygamber’in bu tavsiyelerini “küresel kıyâmetin
çok yaklaştığı” şeklinde yorumlayanlar, İslam’ı tebliğ konusunda gevşek
davranmış, Müslümanları pasifleştirmiş, Hz. Peygamber’in gösterdiği hedeften ümmeti
uzaklaştırmış ve içe kapanmalarına neden olmuştur.
Hz. Peygamber’in kendisinden sonra meydana gelebilecek olaylar
hakkında “tafsilatlı bilgiler” verdiğine dair rivâyetler de insanları
umutsuzluğa sevk etmiştir. Bu rivâyetleri kullanarak kıyâmetin çok yaklaştığını
iddiâ edenler veya siyâsî amaçları için kullananlar müslümanları
yanıltabilmişlerdir. Oysa siyâsî maksatlarla üretilen bu tür rivâyetleri
Hz. Peygamber’e isnad etmek doğru değildir. Nitekim bu rivâyetlerin sıhhati
konusunda tereddütler bulunmaktadır. Günümüzde de hâlâ bu rivâyetleri sahihmiş
gibi sunarak kendi özel çıkarları için kullananlar vardır.
Hz. Peygamber, Müslümanların yaşadıkları coğrafyalarda
yönetim ehil ellere teslim edilmediği zaman toplum içerisinde ciddî
problemlerin yaşanabileceğini, kaos, kargaşa, anarşi ve istikrarsızlığın baş
gösterebileceğini, bu durum düzeltilinceye kadar da bu toplumsal alt üst
oluşların süreceğini, böyle durumlarla karşılaşmamak için idareyi üstlenenlerin
vazifelerini en güzel şekilde yapmaları ve onları denetleyen kamuoyunun da çok
dikkatli ve duyarlı olması gerektiğini ashabına öğretmiştir. Ancak onun bu
ikazları da yanlış anlaşılarak “küresel kıyâmet”le ilişkilendirilmiş ve
insanların “toplumsal hayatın öznesi” olabilmelerinin önüne engeller çıkartılmıştır.
Geçmişten günümüze gelinceye kadar kurulmuş pek çok İslâm
devletinin (Müslümanların kurdukları devletlerin) zamanla nasıl yıkılıp ortadan
kalktığı araştırıldığında, Hz. Peygamber’in bu öneri ve ikazlarının doğru anlaşılamadığı
ve yorumlanamadığı görülmektedir. Dolayısıyla onun uyarılarını doğru
değerlendirmek gerekmektedir. O, her zaman müslümanları “küresel” değil,
“toplumsal kıyâmet”in alâmetleri konusunda uyarmıştır.
Hz. Peygamber, sahte peygamberlerle ilgili uyarı görevini yapmış
ve kendisinden sonra ortaya çıkabilecek “yalancı kimselerden ve bunların
niyetlerinden” bahsetmiştir. Onun söz konusu îkazlarını da “küresel kıyâmet”le
ilişkilendirenler olmuştur; ancak bu, doğru değildir. Bu tür yalancı
insanların her asırda bulunması mümkündür. Dolayısıyla hadis doğru anlaşıldığında
İslâm toplumlarının daha sağlıklı bilgilendirilmesi ve sahte kurtarıcıların
kötü emellerine alet olacak kimselerin sayılarının azaltılabilmesi mümkün
olabilir. Bir başka ifadeyle, günümüzde de böyle sahte peygamberler hâlâ
bulunmaktadır ve Hz. Peygamber’in bu uyarıları tazeliğini ve geçerliliğini hala
korumaktadır.
Ümmetin 73 fırkaya ayrılacağından bahseden hadiste en çok
istismar edilen rivâyetlerin başında gelmektedir. Nitekim günümüzde pek çok mezhep,
tarîkat veya cemaat bu hadisi yanlış yorumlamakta ve taraftarlarını yanlarında
tutabilmek için “fırka-i nâciyenin” (kurtuluşa eren grubun) kendileri olduğunu
iddiâ etmektedir. Oysa Hz. Peygamber, bu sözleriyle ümmetini Ehl-i kitâbın
kendi içlerindeki farklılıkları (farklı görüş, düşünce, anlayış, yorum vs.) doğru
değerlendiremeyerek “tefrikaya düştüğü gibi düşmemeleri” konusunda uyarmıştır.
Ancak onun bu tavsiyesi de zamanla çarpıtılmış, rivâyete ilaveler yapılmış ve Hz.
Peygamber’in hiç kastetmediği bir anlama ulaşılmıştır.
Çünkü Hz. Peygamber’in uygulamalarının tamamına bakıldığında
görüleceği üzere, onun ne böyle bir şey kastetmesi ne de bu anlama gelebilecek
herhangi bir cümle kurması mümkündür. Birlik ve beraberliğe haddinden fazla
önem veren bir dînin peygamberinin, bu öğretinin tam tersine bir ifade
kullanması asla söz konusu değildir. Ancak ne acıdır ki, hâlâ bu rivâyet
Müslümanlar arasında ayrılıkları körüklemektedir. Oysa değişik fikirlere ve
istişâreye önem veren bir peygamberin tek bir grubu cennetle müjdelemesi ve
diğerlerinin tamamını dışlayarak cehenneme göndermesi onun sahih sünnetiyle kesinlikle
bağdaşmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in ümmetinin içindeki
değişik fikirleri bir rahmet olarak gördüğü ve yararlanılması gerektiğini
söylediği hatırda tutulmalıdır.
Kıyâmetin on büyük alâmeti olarak sayılan hususlar da günümüz
insanını en çok etkileyen konulardandır. Sayılan bu alâmetleri kendi işine
geldiği gibi yorumlayan bazı kimselerin yanlış yönlendirmeleriyle dinden
uzaklaşan, hayata küsen ve ümitsizliğe kapılan insanlar olmaktadır. Oysa bu
rivayetlerde anlatılanlar doğru değerlendirilmelidir. Semboller
müşahhaslaştırılmadan anlaşılmalı ve bu rivâyetlerin arkasına saklanarak bunlardan
faydalanmak isteyenlerin ellerine fırsat verilmemelidir.
“Mehdî” ile ilgili rivâyetler de günümüzde en fazla yanlış
anlaşılan konulardan birisidir. Her dönemde bu kavramı kullanarak ortaya çıkan
ve Müslümanları istismar edenler olmuştur. Bu gidişle kıyâmete kadar da
çıkmaya devam edecektir. Bu rivâyetlerin gücünün arkasına saklanarak/ sığınarak
insanları istedikleri gibi etkileyen din simsarlarına karşı dikkatli olunması
gerekmektedir. Zîra bir kurtarıcı bekleme fikri doğru değildir. Beklenen
kurtarıcı gelmiştir. O kurtarıcı, Kur’an-ı Kerim’i getirmiş ve İslam’ın ilkelerini
de ortaya koymuştur. Bundan sonra yapılması gereken o peygamberin ideallerini/ hayallerini
gerçekleştirmek için olağanüstü çaba göstermektir. Dünyada yaşayan her bir
Müslümanın yapması gereken “mehdî” beklemek değil, İslam’ı en güzel şekilde
yaşayarak “mehdî” gibi olmak ve insanlığa en güzel hidâyet yollarını “temsil
ederek/ model olarak” göstermektir.
Bazı fiten hadislerinde yanlış mesajların verildiği
görülmektedir. Mesela bir takım rivâyetlerde “ibâdet öncelikli bir din
anlayışı” ortaya konulmakta, sürekli ibadet yapmak tavsiye edilmekte, kulluğun
diğer enstrümanları ise göz ardı edilmekte ya da buna çok az vurgu
yapılmaktadır. Örneğin bu tür uydurma rivayetlerde “az amele çok büyük sevaplar”
vaad edilmekte, dünya itici gösterilmekte, insanların sadece âhiret hayatı için
ibadet etmeleri tavsiye edilmekte, bunlar yeterli gösterilmekte ve böylece
insanların “belirleyici ümmet” olma vasfından uzaklaşmalarına neden
olunmaktadır. Oysa ibâdetler önemlidir; ama nihâî hedef, Allah’ın rızasını
kazanmaya sebep olacak kulluğu tam yapmak ve güzel ahlâka ulaşmaktır.
Bazı rivâyetlerde yansıtılan anlayışlardan bir diğeri de, doğru
olmayan bir ümmet-i Muhammed anlayışıdır. Dünyaya sonradan gelerek ümmet-i
Muhammed’den olmaya kendileri karar veremeyenlerin “bu konuda bir üstünlük beklentisi/
iddiâsı içinde olmaları” doğru değildir. Önemli olan ümmet-i Muhammed’in bir
ferdi olmak değil ortaya konulacak “dürüst ve erdemli”
davranışlardır. Zîra kişinin Allah katındaki değeri, Muhammed ümmetinden
olmasıyla değil, sağlam imanı, sorumluluk bilinci, salih amelleri, ödediği
bedel, gösterdiği azim ve kararlılıkla ölçülecektir.
Bazı fiten hadislerinde Hz. Peygamber’in ümmetiyle birlikte
sırattan geçtikten sonra, arkalarından diğer peygamberlerin, nebîlerin,
sıddîkların, muhsinlerin ve şehidlerin geçirildiği görülmektedir. Bu kimselerin
bile ümmet-i Muhammed’den sonra cennete girdirilmeleri aşırı derece yüceltilmiş
bir ümmet anlayışını yansıtmaktadır ki, bu yaklaşım doğru değildir. Bu tür
seçilmişlik, kurtulmuşluk ve üstünlük iddiâları, Müslümanları tembelliğe ve
vurdumduymazlığa itmektedir. Oysa üstünlük, önce cennete girmekle değil, dünyadayken
muttaki ve salih kimse olarak en üst düzeyde İslam’a hizmet etmekle, cennete
hak kazanmakla ve kendisi gibi cennete gireceklerin sayısını artırmaya yönelik
faaliyetlerde bulunmakla elde edilir. Yani canıyla ve malıyla Allah yolunda
cihat etmekle, bir başka ifadeyle “insanları öldürmekle değil, onların
gönüllerine girecek işler” yapmakla takvaya erişilebilir, üstünlük elde
edilebilir.
Bazı fiten hadislerinde meleklerin yaptıkları ibâdetleri
ümmet-i Muhammed’e bağışlayacakları iddiâsı da doğru değildir. Böyle bir
anlayışa hep asılsız rivâyetler sonucu ulaşılmıştır. Aynı şekilde mü’minlerin
her birine fedâ olmak üzere yahûdî ve hırıstiyanlardan birer kişinin cehenneme
atılacağı düşüncesi de “uydurma hadisler” vasıtasıyla gelmekte ve insanları
etkilemektedir. Oysa âhirette herkes ümmet olarak değil “fert olarak” hesaba
çekilecek ve hiçbir kimse başkasından hiçbir yardım göremeyecektir. Kur’an-ı
Kerim, bu tür düşünceleri daha en baştan reddetmektedir. Bu itibarla
gerçekleşmesi mümkün olmayan hayalleri ve yanlış telakkîleri “hadis diye”
nakletmek, İslam’ı yanlış tanıtmak ve Müslümanları kolaycılığa ve tembelliğe özendirmek
son derece sakıncalıdır. (30.05.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder