Engelliler ve İmtihan (10)
Engelliler ve İmtihan (10)
Yüce Allah, insanoğlunu “mükemmel/ en güzel
surette” yaratmış,[1] ona değer vermiş, kendi
ruhundan üflemiş,[2] bu dünyada ona belli bir ecel
bahşetmiş[3] ve kâinatı
da onun emrine âmâde kılmıştır.[4]
Kimlerin inanıp, dürüst ve erdemli
davranışlar ortaya koyacağını, kimlerin de inkâr edip kötülüklerin ve
günahların karanlığında boğulacağını tespit etmek amacıyla da insanları özgür
iradeleriyle baş başa bırakmıştır.
Bu bakımdan insanın hayatta başına gelen
bela, musîbet ve sıkıntılara karşı gösterdiği tepki, onun “manevî
yükselişinin”[5] veya “alçalışının”[6] bir
belirleyicisidir.
Sabırla karşılanan olumlu tepkiler, onu
mânen yüceltirken, isyan ve inkârı içeren olumsuz çıkışlar da onun düşüşünü/
çöküşünü daha da hızlandırır.
Kur’an-ı Kerim, insanoğlunun değişik
şekillerde imtihan edileceğini zaten asırlar önce haber vermiştir.
Açlık, kıtlık, kuraklık, fakirlik,
zenginlik,[7] salgın
hastalık, iflas, yaralanma, sakat kalma, savaş, yangın, deprem, sel, değişik
kazalar, yakınların kaybedilmesi vs. şekillerde gerçekleşen bu sınavları
başarıyla atlatabilmek ancak “sağlam bir imanla ve Allah’a gönülden
teslimiyetle” mümkün olabilir.
Cemiyette bir arada yaşadığımız engelli
kimseler de aynı şekilde imtihan olmaktadır. Kimi doğuştan, kimi de bir kaza
veya hastalık neticesinde engelli kalan bu kimseler, sınav edildiklerinin
farkında olarak hallerine şükreder, sabır ve dua ile Yüce Allah’ın yardımını
isterlerse, onların manevî terakkîleri/ ilerlemeleri çok daha kolay ve hızlı
olabilecektir.
Nitekim Hz. Peygamber, epilepsi (sâra)
hastası olan bir kadına, sabretmesi karşılığında cennete gideceğini
müjdelemiştir.[8]
Bununla birlikte şunu da belirtelim ki,
herkes engelli olmaya adaydır. Zira hiç kimse yarın başına ne geleceğini
bilememektedir.[9]
Bu nedenle, insanoğlu her türlü tehlike ile
“her zaman karşılaşabileceği” düşüncesi içerisinde olmalıdır.
Çünkü o, başıboş bırakılmamıştır ve bu
dünya hayatı da “oyun ve eğlence olsun” diye değil deruni bir anlam ve amaç
üzere yaratılmıştır.[10]
Bilinçli ve duyarlı insanlar, engelli
kimselere acımak yerine onlara destek olmalıdır. Kendilerine güven duymalarını
sağlamaya çalışmalıdır.
Onların durumlarını alay konusu etmemelidir.
Onların “kişilik sahibi
bireyler” olduğunu düşünmeli, onlara bunu hissettirmeli ve bu şekilde
davranmalıdır.
Zira engellilerin topluma
kazandırılmalarının ve “üreten insanlar” olmalarının yolu buralardan
geçmektedir.
Onlara balık vermek yerine balık tutmak
öğretilmeli, meslek edindirme kursları düzenlenmeli, rehabilitasyon merkezleri
kurulmalı, kamuda veya özel sektörde hizmet verebilecekleri yerlerin sayısı
çoğaltılmalıdır.
Onların bu imkânları fazlasıyla hak ettiği
konusunda toplumda “tam bir birlik, beraberlik/ mutabakat/ anlayış” tesis
edilmeli, kesinlikle bu kimseler “acınacak ikinci sınıf” vatandaşlar olarak
görülmemelidir.
Zira bir ülkenin kalkınmışlığı ve
gelişmişliği, engellilerine sağladığı imkânların çokluğuyla ölçülmektedir.
Onların her türlü tedâvî masraflarının ve
temel ihtiyaçlarının karşılanması hem dînin, hem de insanlığın (yani sosyal
adâletin) tabiî bir gereğidir.
Onları dışlayan, yok sayan, yük gibi gören
yaklaşımlar “cahiliyye mantığıdır.” Bu itibarla bir an önce bu yanlış
anlayışlardan uzaklaşılması gerekmektedir.
Özetle ifade edecek olursak, her an
değişik şekillerde imtihan edilen insanoğlunun sıkıntılarına göğüs germesi,
başına gelen musîbetlere sabretmesi ve mücâdeleyi asla terk etmemesi gerekir.
Engelli kardeşlerimizle aynı ortamı
paylaşan kimselerin de onların kişiliklerine saygı göstermeleri ve her an
onlardan daha kötü bir duruma düşebileceklerini akıllarından çıkarmamaları îcap
eder. (09.03.2007)
[1] Tîn,
95/4. “Gerçek şu ki biz insanı en güzel şekilde yaratırız.”
[2] Hicr,
15/29. “Ona belirli bir biçim verip de ruhumdan üflediğim zaman onun önünde
yere kapanın!”; Secde, 32/9. “Sonra ona (yaratılış) amacına uygun bir şekil
verip kendi ruhundan üfler; ve (böylece ey insanoğlu), sizi hem işitme ve görme
(melekeleri) hem de düşünce ve duygularla donatır: (buna rağmen) ne kadar da az
şükrediyorsunuz.” Ayrıca bkz. Sâ’d, 38/72; Enbiyâ, 21/91; Tahrim, 66/12.
(Allah’ın insana “ruhundan üflemesi”, ona hayat, can, bilinç ve duyarlık
verdiğini anlatan mecâzî bir ifadedir.)
[3] Nûh,
71/4. “…(Yalnız O’na) malum olan bir zamana kadar size mühlet tanısın; ama
bilin ki Allah’ın belirlediği vade gelip çattığında hiçbir şekilde ertelenemez.
Keşke bunu bilseydiniz!”
[4] Hac,
22/65. “Yeryüzünde var olan her şeyi ve koyduğu (fizîkî) yasalara uyarak
denizde seyreden gemileri size boyun eğdirenin Allah olduğunu
görmüyor musun? Ve gök cisimlerini, kendi izni olmadıkça yeryüzüne düşmemeleri
için, yerlerinde, yörüngelerinde tutan(ın O olduğunu görmüyor musun?) Gerçekten
de Allah insanlara karşı çok acıyıp esirgeyen, çok şefkat
gösterendir.”; Lokmân, 31/20. “Allah’ın göklerdeki ve yerdeki her
şeyi emrinize verdiğini, nimetlerini açıkça veya gizlice önünüze alabildiğine
serdiğini görmez misiniz?...”. Ayrıca bkz. Câsiye, 45/12-13.
[5] Mâide,
5/119; Tevbe, 9/100; Mücâdele, 58/20; Beyine, 98/8.
[6] A’râf,
7/179. “…Hayvan sürüsü gibidir bunlar; hayır hayır, doğru yolu kavramakta
onlardan da aşağı. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.”; Furkan, 25/44;
Kasas, 28/50; Ahkaf, 46/5.
[7] Sebe’,
34/34-36. “Ne zaman bir topluma uyarıcı gönderdiysek, toplumun sefahata dalmış
olan kesimi, “(Sahip olduğunu iddia ettiğiniz) mesajınızın hak olduğunu inkâr
ediyoruz!” derler; ve sonra eklerler, “Servet ve soy olarak biz (sizden daha)
güçlüyüz ve (bu gücümüz sayesinde) azaba uğratılmayacağız!” De ki: “Rabbim
dilediğine bol rızık verir, (dilediğine) az: fakat insanların çoğu (Allah’ın
yol ve yöntemlerini) anlamazlar.”
[8] BUHÂRÎ,
Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, (256/870), Sahîhu’l-Buhârî, (I-VIII),
Çağrı Yay., 1992, 75/Merdâ, 6 (VII, 4); MÜSLİM, 45/Birr, 14 (III, 1994); İBN
HANBEL, I, 346-347.
[9] Lokmân,
31/34. “…Kimse yarın ne kazanacağını ve hangi topraklarda öleceğini bilmez…”
[10] Duhân,
44/38-39. Ayrıca bkz. Enbiyâ, 21/16-17.
Yorumlar
Yorum Gönder