Otoriteye İtaat ile Sivil İtaatsizliğin Belirlenmesinde Kur’ânî Ölçü
Bilindiği üzere Yüce Allah
Kur’ân-ı Kerîm’de “kendisine, elçisine ve ulu’l emre itaat edilmesini”
emretmektedir. Söz konusu âyeti birlikte okuyalım.
“Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a, Peygamber'e
ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin ve
herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamber'e
(Kur’ân’ın ilkelerine ve sahih sünnet’e) götürün. Eğer Allah'a ve Ahiret
Günü'ne [gerçekten] inanıyorsanız. Bu [sizin için] en hayırlısıdır ve sonuç
olarak da en iyisidir.” (Nisâ, 4/59)
Bu âyette geçen “Sizden olan ulu’l-emir” ifadesinden
kasıt; “sizin içinizden, sizin gibi müslüman olan, yetkisini sizden alan,
size hesap veren, sizin hak ve hukukunuzu korumakla görevli olan, sizin
seçtiğiniz ve biat ettiğiniz yönetici veya yöneticiler” demektir.
Böyle bir idareci “güzel, hayırlı ve faydalı bir karar”
aldığında bu karara itaat etmek her mü’min için farzdır.
Ancak aynı yönetici “iyi, güzel ve faydalı olmayan hukuka
aykırı bir karar” aldığında ise bu kez aynı mü’minlerin ona itaat etmeleri farz
değildir. Tam aksine alınan yanlış karara itiraz etmeleri, değiştirilmesi için
sivil itaatsizlik eyleminde bulunmaları hem hakları hem de ödevleridir.
Bununla birlikte sivil itaatsizlik eyleminde bulunanları
isyan çıkartmakla suçlamak yanlıştır. “Fitne çıkmasından ise zalim de olsa
yöneticiye itaat etmek gereklidir” şeklindeki bir ictihad her dönemde
geçerli değildir. Çünkü bu içtihadı kötüye kullanan yöneticilerin zulümlerine
devam etmeleri hâlinde o ülkede barış ve huzurun dinamitleneceği, cepheleşme ve
kamplaşmanın yaygınlaşacağı, tefrikanın artacağı, din kardeşliğinin büyük
darbeler/ yaralar alacağı ve o toplumun dış saldırılara açık hâle geleceği aşikârdır.
Dolayısıyla idarecilerin haksız kararlarına karşı o ülkede yaşayan herkesin hak
ve hukuk mücadelesi vermesi gerekir. Aksi halde gemi battığında boğulan herkes
olacaktır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Nitekim kadın olsun erkek olsun tüm mü’minler iyi ve
güzel işlerde yöneticilere itaat etmek zorunda iken, verdikleri kötü emirlerde
onlara karşı gelmek ve o kararın değiştirilmesini istemekle mükelleftirler. Zira
âyet-i kerîme açıktır. Birlikte okuyalım.
“Ey
Peygamber! İnanmış kadınlar, sana gelip, Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocuklarını
öldürmeyeceklerine, kimseye asla iftira etmeyeceklerine ve iyi olan hiçbir
işte sana karşı gelmeyeceklerine dair biat etmek istediklerinde,
onların biatını kabul et. Onlar için Allah'tan af dile. Şüphesiz Allah
affedicidir; merhamet sahibidir.” (Mümtehine, 60/12).
Görüldüğü üzere bu âyette “kadınlardan
ma’ruf olan işlerde (insanların üzerinde anlaştığı/ uzlaştığı, çiğnenmemesini
ve gözetilmesini istediği temel hak ve özgürlüklerde) yöneticiye karşı
gelmeyeceklerine dair biat etmeleri” istenmektedir. Buradan anlaşılmaktadır
ki insanların ortak vicdanının kabul etmediği kötü/ çirkin bir iş emredildiğinde,
hukuka aykırı o karara karşı gelmek ve itaat etmemek icap eder.
Dolayısıyla “Kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat
edin!” âyetiyle “İyi olan hiçbir
işte sana karşı gelmeyeceklerine dair biat edenlerin biatını kabul et!” ayeti
birlikte mütalaa edilmelidir.
Demek
ki ma’ruf söz konusu olduğunda itaat farz iken münker söz konusu olduğunda
itaat devre dışı kalmaktadır.
Örneğin
namuslarına emanet edilmiş silahları milletine doğrultan ve “darbe yapmanın suç
olduğunu bildiği halde darbeye kalkışanlara/ teşebbüs edenlere” karşı halkın
direnmesi, onlarla göze göz, dişe diş mücadele etmesi ve bu uğurda gerekirse şehit
veya gazi olmayı göze alması farzdır. Dolayısıyla darbecilerin hukuka aykırı bu
girişimlerine karşı gelmek ve bu kalkışmayı kabul etmemek dinî bir vecibedir.
Burada kanunları çiğneyen ve yetkisinin sınırlarını aşan “darbeci silahlı cuntaya”
boyun eğmemek, onlara ma’rufu emretmek ve münker olan bu davranışlarından
vazgeçirmek için elle, dille ve kalple (akıl ile) mücadele etmek gerekir.
Sonuç olarak, yöneticilerin
“hukuka uygun kararlarına” kaos, kargaşa ve anarşi çıkmaması için itaat
etmek farzdır. Lakin onların “hukuka aykırı kararları” ise mutlaka itaat
edilmesi/ yerine getirilmesi gereken kararlar değildir. Bu kararların
kaldırılmasını veya değiştirilmesini istemek mü’minlerin en doğal hakkı aynı
zamanda ödevleridir. Bu itibarla yöneticilerin yetkilerini keyfi olarak
kullanmalarının önüne geçmek için mü’minlerin bu haklarını çok iyi bilmeleri ve
kullanmaları icap eder. Bununla birlikte idarecilerin ma’ruf kararlarına “hiçbir
ikna edici gerekçe göstermeksizin” sivil itaatsizlikte bulunmak, dış güçlerin
maşası olmaktır; ülkeyi karıştırmaktır; fitne çıkartmaktır. Bu, son derece
yanlış ve tehlikelidir. Böyle bir yola girmekten aklı başında tüm mü’minlerin şiddetle
sakınmaları gerekir. Aksi halde kaybeden, ülkede yaşayan herkes olacak ve
düşman işgali/ istilası söz konusu olduğunda son pişmanlık asla fayda
vermeyecektir.
(09.02.2018)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder