Neden Vaaz Etmeyi Terk Etmek Zorunda Kaldım?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda imam hatip olarak
göreve başladığım 1987 yılından itibaren görev yaptığım her yerde halkımızı
dini konularda aydınlatmak amacıyla sayısız vaazlar verdim.
İlçe müftüsü ve il vaizi olarak görev yaptığım
yıllarda, yurtdışında imam veya kafile başkanı olarak görev aldığım zamanlarda
hep müslümanlara kürsilerinden hitap ettim. 18.04.2012 tarihinde İlahiyat
Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak göreve başlayınca da vaazlarıma hiç ama
hiç ara vermedim. Kars merkezdeki camilerde ve gittiğim ilçelerde Cuma günleri vaaz
ettim. Aynı şekilde tatil amacıyla gittiğim eski görev yerim Isparta’daki
camilerde vaaz etmeyi hep sürdürdüm, tüm vaaz taleplerine olumlu cevap verdim,
hiçbir müftü ve imam arkadaşımın vaaz etmem yönündeki isteğini geri çevirmedim.
Kısacası 1987 yılından 29.07.2016 tarihine kadar
gerek görev icabı gerekse de gönüllü olarak binlerce vaaz ettim. En son vaazımı
ise hâlen görev yaptığım Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tatbikat camii
olan Dâvud el-Karsî Camii’nde 29 Temmuz 2016 Cuma günü yaptım. Her zaman olduğu
gibi beni dinleyenleri doğru bilgilendirmek amacıyla tüm performansımı
sergiledim. Vaazlarımın ilgiyle dinlenildiğini ve etkili bir hatip olduğumu
yüzlerce kimseden duydum ama şimarmadım. Bunu yüzüme söyleyenler olduğu
gibi arkamdan da takdir edenlerin varlığını biliyorum...
Pekiyi ne oldu da artık vaaz etmekten vazgeçtim?
İstemeyerek böyle bir kararı almak zorunda
bırakıldım?
Müslümanlara ve özellikle camiye gelen gençlere bu
kadar faydalı olurken neden cami kürsilerinde vaaz etmekten uzaklaştım?
Acaba burada suçlu kimdi?
Anlayışı kıt bazı müslümanların densizliği mi?
Kıskanç kimselerin vaazlarımla ilgili gerçek
niyetlerini belli eden “şaka yollu” sataşmaları mı?
Bütün gerçekleri herkesin anlayacağı dille anlatmamı
hazmedeyenlerin varlığı mı?
Bu kadar açık sözlülüğümden ürkerek başıma bir
bela gelmesini istemeyen “güzel dostlarımın” samimi uyarıları mı?
Başarısız darbe girişimi sonrası rakiplerini
ortadan kaldırmak isteyen kifayetsiz muhterislerin iftiralarına kurban gitme ve
haklı olduğunu ispat edinceye kadar bir kez daha süründürülme endişesi mi?
Etrafta açık arayan bir sürü münafığın varlığı
mı?
Pek çok risk alarak söylemeye çalıştığımız
hakikatların bazı muhataplarımızın bir kulağından girip öbür kulağından çıkması
mı?
“Bu zamana kadar kimse bilemedi de sen mi bildin”
pervasızlığından ve terbiyesizliğinden artık bıkıp
usanmamız mı?
Uzmanlığa ve bilgiye gösterilen saygısızlık mı?
Kendini ve haddini bilmez ham yobaz ve kaba
softaların açık ve örtülü tehditleri mi?
Bazı meslektaşlarımızın hasetlerinden doğan şerlerden
kaçma ve tedbir alma zarureti mi?
Darbe öncesinde yaptığımız yüzlerce vaazı dinlemesine
ve köşe yazılarımızı takip etmesine rağmen bir dostumuzun; “Ne o! Vaazlarında
Fetö terör örgütüne bu kadar çok yükleniyorsun! Yoksa sen de kripto fetöcü
müsün? Merak etme biz seni biliyoruz, sen onlardan değilsin, ama dikkat et
keser döner sap döner, bir gün hesap döner” şeklindeki esrarengiz sözleri mi?
Bu lakırtıdan duyduğumuz büyük hüzünle tüm vaaz etme aşkımızın, şevkimizin ve
arzumuzun bir anda yok olup gitmesi mi?
En son vaazımızı ettiğimiz o gün bir başka
dostumuzun “Hocam dikkat et! Bak adamı buralarda barındırmazlar, adamı
yaşatmazlar!” şeklindeki “çok samimi” ikazları mı?
Kendileri vaaz etmekten kaçıp mezkûr camide Cuma
günleri vaaz etme vazifesi sürekli bana kaldığında; “Hep mi o vaaz edecek
canım!” diyerek önceden hazırlanan vaaz listesindeki adımızın üstünü çizen “çok
değerli dostlara (!!!)” sahip oluşumuz mu?
Bir keresinde camiye vaaz etmek için gidip sarık
ve cübbeyi giyerek kürsiye çıktığımızda imamın yanımıza gelerek; “Hocam
bugün vaaz yok, mevlid okuyacağız” diyerek beni kürsiden indirmesi mi? “O
zaman neden telefon açıp haber vermediniz?” deyince; “Biz sizi biliyor
sandık” şeklindeki garip savunmasına
duyduğumuz tepki mi?
“Hocam vaazınızda aman cinlerden bahsetmeyin
kadınlar ve çocuklar çok korkuyor, bu konuyu anlatmasınız iyi olur” diyen imam hatip arkadaşımızın “akılalmaz uyarısı” mı? (Oysa kendisi benim
cinlerle ilgili çok farklı düşündüğümü, cinlerin başka bir boyutta imtihan edildiğini,
dünyaya gelmeleri ve insanlarla ilişki kurmalarının imkansız olduğunu
söylediğimi, defalarca ona bu konuyu anlattığımı çok iyi bildiği halde böyle
söylemesi çok ilginç ve düşündürücüydü.)
Farklı görüşlerden haberdar olmak istemeyerek
yanlış görüşlerin devamında ısrarcı olan, gerçekleri duymak istemeyen,
sorumluluktan almaktan kaçan, alıştığı palavraları dinlemekten hoşnut olan,
haklı olana destek olmakta çoooooook ama çok geç kalan büyük çoğunluktaki duyarsız
cami cemaatinin varlığı mı?
Yapılan vaazı “arka fonda çalan bir müzik parçası”
gibi gören, cep telefonlarıyla meşgul olmayı tercih eden ya da caminin
avlusunda bekleşerek ezan okunurken camiye doluşan kuru kalabalıklar için
kendini harcatmaya, yıpratmaya, üzmeye ve risk almaya değmez kaygısı mı?
Filmlerde “Bana vaaz etme!” repliğinden
çok fazla etkilenen ve Hz. Peygamber’in vaaz etme ve dinleme sünnet’ine ilgisiz
kalan kalabalıklar için kendini tehlikeye atmaya ve fincancı katırlarını
ürkütmeye değmez düşüncesi mi?
Dinlediği vaazı yanlış anlayarak Müftülüğe
şikayet eden sefihlerin Müftülükleri boş yere rahatsız etmelerini engelleme
çabası mı?
Bir ahmak, eğer vaazımızı yanlış anlar da bize
iftira atacak olursa “cemaatten bizi savunacak ve doğruyu söyleyecek muhterem
dostlarımız mutlaka çıkar” düşüncesinin aslında hoş ve boş bir kuruntudan
ibaret olduğunu anlamamız mı?
Başkalarının neden olduğu bazı olumsuzlukları
bahane ederek şahsımızı merkezi camilerden uzaklaştırarak kenar mahalle
camilerine gönderen “güzel dostlarımızın” varlığı mı?
Yeni vaizler ve müdürler merkezi camilerde vaaz
ederken benim gibi “eski bir müftü ve halen üniversitede yrd doç dr olarak
görev yapan birine” bu şekilde muamele edilmesi karşısında “ilmin onurunu
koruma kaygısıyla hareket edip artık vaaz yapacaklar listesine adımızı
yazdırmaktan imtina etmemiz” mi?
Müftülüğün üç aylık vaaz irşad programlarına
hiçbir maddi karşılık beklemeden katılan, kendi arabasıyla vaaz edeceği camiye kadar
giden, yemek bile yemeyen bir akademisyeni böylece vaaz etmekten kaçırtma
girişimine duyduğumuz üzüntü ve tepki mi?
Görüldüğü üzere saydığımız ve sayamadığımız
pekçok gerekçelerle bundan böyle camilerde vaaz etmeyi erteliyorum. Artık
milletimize camilerde vaaz yoluyla değil de kitap, makale, köşe yazısı, konferans
ve tv programları vasıtasıyla ulaşmayı düşünüyorum. Zaten haftalık köşe
yazılarımızı on yıldır yazmaya ve yayınlamaya devam ediyorum. Şu ana kadar
yazdığım köşe yazılarımın sayısı neredeyse 490’a ulaştı. Bu yazılarımı kendi
sitemle beraber dört farklı sitede yayınlatmaya ve okuyucularımla buluşmaya
devam ediyorum. Nitekim söz uçuyor ama yazı kalıcı oluyor. Yazılarımızda ne
söylediğimiz kayıtlı/ belli olduğu için haklılığımızı ispat etmemiz daha kolay
oluyor. Ayrıca konferans, panel ve sempozyumlarda konuşmalar kayıt altına
alındığı için ne söylediğimizi ispatlamamız mümkün oluyor. “Böyle demişsin”
diyenlere rahat bir şekilde “Git oku ve iyi anla! Veya git bir daha dinle!
Yanlış anlamışsın koçum!” diyebiliyorum.
Ancak camide yapılan vaazın kaydı tutulmadığı
için kötü niyetli kişilerin iftiraları karşısında “Ben öyle bir şey
söylemedim, o adam yanlış anlamış!” deseniz bile insanların çoğu size
kuşkuyla bakıyor ve o ahmağın iddiasının “doğru olabileceğine” inanıyor.
İşte böyle bir durum, sizin vaaz etme aşkınızı tamamen öldürüyor. Sonra da
vaaz etmekten vazgeçtiğiniz için sizi suçlayan aptallar çıkabiliyor.
Ben de böyle densizlere buradan şöyle sesleniyorum:
“Bre ahmak! O zaman neden o sefihe inandın da ‘ateş olmayan yerden duman
çıkmaz’ dedin. ‘O da zaten çok konuştuydu” dedin. Bize arka çıkmak
yerine bizi hemen sattın! Bre alçak adam! O zaman vaaz etmekten uzaklaştığım
için senin beni suçlamaya hakkın var mı? Beyinsiz herif! Dön ve kendine bak!
İsteme istemeye vaaz etmekten vazgeçtiysem bil ki bunda senin gibi aptalların
da bir payı vardır ve senin gibi ahmaklar yüzündendir!”
Görüldüğü üzere sırf Allah rızası için camide
kürsiye çıkıp vaaz ettiğinizde her türlü tehlikeye ve saldırıya açık açık hale
geliyorsunuz ve savunmasız kalıyorsunuz. Bu nedenle daha önceki tecrübelerim
bu şartlar altında bana vaaz etmemenin daha doğru ve sağlıklı bir karar olduğunu
ve olacağını söylüyor.
Zira daha önceki tecrübelerimden öğrendiğim iki
söz var ve ben bu iki sözü hiç ama hiç unutmuyorum. Özellikle son iki yıldır
her gün bu iki söz üzerinde düşünüyorum. Nitekim 1999 yılında doktorayı
kazandığımızda bazı hasetçilerin/ ikiyüzlülerin saldırılarına maruz kalmış,
epey üzülmüş ve yıpratılmıştım. O zamanlar bu iki veciz sözü ezberlemiş ve
kendime hayat prensibi edinmiştim. Bu sözler şunlardı:
Haklı olmak yetmez hakkı koruyacak tedbir ve
temkin şarttır.
Tedbirli olmak, ahmakça teslimiyetten her zaman
iyidir.
Dolayısıyla bu yazıyı kaleme almaktaki amacımız;
neden vaaz etmediğimizi merak edip sürekli bizi sorularla rahatsız edenlere bir
cevap vermek, tarihe not düşmek, bu çağda yaşayan müslümanların halini ortaya
koymak ve böylece gelecek nesillere bir mesaj vermektir. Çünkü artık herkese
neden vaaz etmekten vazgeçmek zorunda bırakıldığımızı anlatarak zaman öldürmekten
bıkıp usandım. Artık onları bu yazıyı okumaya davet edeceğim. Okurlarsa
nedenlerini görecekler, okumazlarsa da fazla umurumda olmadıklarını bilmelerini
isterim. Zira onlar benim yazdıklarıma değer vermeyerek beni adam yerine
koymamışlarsa ben de onları hiç ama hiç adam yerine koymam ve gerekirse defterden
de silerim. Zira vefasızlara ve nankörlere ayıracak bir saniyem bile yoktur.
Özetle, herkes şunu bilsin ki, ben en son
vaazımı Kars’ta 29.07.2016 Cuma günü Dâvud el-Karsî Camii’nde yaptım. O gün
bugündür aldığım bu kararın arkasında durdum, duruyorum ve durmaya da devam
edeceğim. Bu bir ilkesel karar olduğu için tüm ülkede hiçbir camide artık vaaz
etmedim; etmiyorum; yapılan vaaz etme tekliflerini de nezaketle geri
çeviriyorum. Aldığım bu karar sadece beni bağladığı için tüm dostlarımın
bunu böyle bilmesini istiyorum. Onların küsüp alınmalarını da doğru bulmuyorum.
Zira sadece onların camilerinde değil hiçbir camide vaaz etmiyorum. Dolayısıyla
bu kararımı onların da anlayışla karşılayacaklarına inanıyorum.
Çünkü vaaz etmeme kararı keyfi bir karar değil,
alınması benim açımdan üzüntü verici ama zorunlu bir karardır. 1999-2000
yıllarında münafıklardan yediğim darbenin bir kez daha tekrarlanmaması için
alınmış bir tebdirdir. Zira bir müminin aynı delikten iki kez
ısırılmayacağı Hz. Peygamber’in ikazıdır. Kanaatimizce bu kadar emare
belirmişken hala vaaz etmeye devam etmek, ikinci kez aynı delikten ısırılmayı
kabullenmek anlamına gelecektir.
Bu nedenle “Bu adam neden vaaz etmiyor?” diye
bizi suçlamaya kalkışacakların “Biz ne yaptık da bu hocayı vaaz etmekten
uzaklaştırdık/ kaçırttık!” demeleri gerekmektedir. Bu kararımızın
gerekçeleri üzerinde düşünmeyerek hâlâ bizi suçlamaya kalkışacak kimselere ise
asla hakkımızı helal etmediğimizi ve etmeyeceğimizi söylemek isterim.
Sonuç olarak, bundan böyle kitaplarımızla, köşe
yazılarımızla, ilmi makalelerimizle, tebliğlerimizle ve konferanslarımızla okuyucularla
buluşmaya ve görüşlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz. Vaaz etme işini daha iyi
yapacak genç nesillere bırakacağız. Bu nedenle camilerde vaaz etmekten imtina
ettiğimizi/ ertelediğimizi herkesin bilmesini ve bu konuda artık bizi rahatsız
etmemesini temenni ediyorum. Bundan böyle neden vaaz etmediğimizi sormak yerine
“Yeni kitabınızı/ ilmî makalenizi okuduk, diğeri ne zaman çıkıyor/
çıkacak?” diye sormalarını bekliyorum. Bu bakımdan bizim fikirlerimizi/
düşüncelerimizi merak edenlerin yazdıklarımıza müracaat etmelerini ve bizden artık
vaaz etme talebinde bulunmamalarını istirham ediyorum. (14.04.2017)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder