Kur'an ve Sünnet, Kadına Yönelik Şiddeti Reddeder -3-


Kur’an ve Sünnet’in “Nüşûzundan Korkulan Kadına” Yönelik Tavsiyesi
Yukarıda da ifade edildiği üzere hem bu zamana kadar yapılan uygulamalarda hem de “darebe” fiilinin geçtiği âyet ve hadislere hâlâ “dövmek” anlamının verilmesinde ısrar etmek, Kur’ân ve Sünnet’e bütüncül bakılamamasından kaynaklanmakta, her iki kaynağın doğru anlaşılmasını güçleştirmekte ve İslâm’ın imajının zedelenmesine de yol açmaktadır. Bu nedenledir ki biz, “darebe” fiilinin hem mezkûr âyette hem de yukarıdaki hadiste “dövmek” anlamında değil “evden uzaklaştırmak”, “mekân değiştirmek”, “ayrılık” manasında kullanıldığı kanaatindeyiz. Bu bakımdan, “nüşûz yaptığından korkulan kadınlar”dan söz eden mezkûr âyette tavsiye edilen “üç aşamalı planın” şu şekilde anlaşılması ve uygulanmasında fayda mülahaza etmekteyiz: 1. Etkili iletişim 2. Cinsel yalnızlık 3. Mekânsal ayrılık.
“Etkili iletişim” ile kast edilen; erkeğin nüşûz yaptığından endişe duyduğu karısıyla nazik ve kibar bir şekilde konuşması, ona değer verdiğini hissettirmesi, bunları yaparken dost ve samimi olduğunu göstermesi, bu yuvanın yıkılmasını istemediğini ona anlatması, eşini düşünmeye sevk edecek sorular sorması ve hatasını fark edip yanlışından döndürmeye çalışmasıdır. Ayrıca erkeğin karısının anlattıklarını dinlemesi, onu anlaması, onun sitem ettiği bazı davranışlarını ve yanlışlarını düzelteceğine dair karısına söz vermesi ve bu şekilde yuvalarının yıkılmaması konusunda hanımını ikna etmesidir.
“Cinsel yalnızlık” ile kast edilen ise; etkili iletişimle sorunun çözülemediği ikinci aşamadır. Bu aşamada karı ve kocaya aynı evde olmalarına rağmen bir müddet ayrı yataklarda yatarak cinsel birliktelikten uzaklaşma, işin önemini ve ciddiyetini bu şekilde daha iyi kavrama (farkındalık) zemininin hazırlanmasıdır. Aralarındaki iletişimi koparmadan “insanca konuşarak” evliliklerini kurtarma, kendi hataları üzerinde düşünme ve daha doğru kararlar alma fırsatının sunulmasıdır. Sevilmeye, dokunulmaya, takdir edilmeye ve onaylanmaya erkeğe göre çok daha fazla ilgi ve ihtiyaç duyan bir kadının bu aşamada yanlışını fark ederek “nüşûz”undan dönmesinin kuvvetle muhtemel olduğu söylenebilir.
“Mekânsal ayrılık” ile kast edilen ise; ilk iki aşama sonuç vermediğinde eşlerin boşanmaya doğru giden süreci tersine çevirebilmeleri, boşanmanın olumsuz sonuçlarının neler olabileceğini yakından gözlemlemeleri, yuvanın yıkılmaması hususunda çok daha ciddi kafa yormaları maksadıyla ikisinden birinin bir başka eve taşınması, bir kaç ay daha bu şekilde düşünmelerine ve birbirlerinin değerini daha iyi anlamalarına imkân sağlanmasıdır. Nitekim aile içi sorunların çözümü için süreye ihtiyaç bulunduğu bir gerçektir. Çünkü süre tanımanın “tarafların sağlıklı düşünmesine ve doğru karar vermesine” imkân sağladığı bilinmektedir.
Bu üç aşamalı plana rağmen hâlâ sorun çözülememişse, alınan dinî ve psikolojik destek fayda vermemişse, aileler tarafından tayin edilen hakemler başarılı olamamışsa artık o eşlerin mahkemeye başvurmaları ve boşanmaları elzem olmuştur. Bu çift, hâkim kararıyla boşanır ve herkes kendi yoluna gider. Kimse artık bir diğerini suçlayamaz ve ileride de pişman olduğunu söyleyemez. Çünkü her iki tarafta bütün haklarını sonuna kadar kullanmış, belirlenen süreçleri tamamlamış ve kendi kararlarını özgür iradeleriyle kendileri almışlardır. Bunun sonuçlarına da her ikisinin birlikte katlanması artık boyunlarının borcu olmuştur.
Sonuç olarak, bu çalışmada da bir kez daha görülmüştür ki İslâm dini, kadına yönelik şiddete asla onay vermemekte, dayağı bir çare olarak tavsiye etmemekte ve eşlerin karşılıklı sevgi, saygı ve sadakate dayalı olarak evliliklerini sürdürmelerini öğütlemektedir. Sadakatsizlik ve iffetsizlik gibi bazı özel durumların ortaya çıkması halinde de sırasıyla “etkili iletişimi, cinsel yalnızlığı ve mekânsal ayrılığı” devreye sokarak eşlerin düşünmelerine ve hatadan dönmelerine önemli bir imkân hazırlamaktadır. Bütün bunlar sonuç vermediğinde de eşlerin boşanmalarına herhangi bir yasak getirmemektedir. Çünkü sorunları yok saymak ya da görmezlikten gelmek sorunların daha da büyümesine veya yeni problemlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu nedenle gerek mezkûr âyette gerekse hadiste geçen “darebe” fiiline “dövmek” anlamı yerine “mekânsal ayrılık” manasının verilmesiyle Kur’ân ve Sünnet’in maksadının daha iyi anlaşılması, aile yuvalarının yıkılmaktan kurtarılması, boşanmaların en aza indirilmesi, dayağın ortadan kaldırılması ve nihayet “kadına yönelik şiddet bahanesiyle” İslâm’a yapılan saldırıların da bitmesi söz konusu olabilir.
Bu bakımdan, kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak için uzun yıllar üzerinde düşünerek ulaştığımız bazı sonuçları/ tavsiyelerimizi şu şekilde ifade edebiliriz:
1. Gerekli hukukî düzenlemeler bir an önce yapılarak -gerekçesi her ne olursa olsun- dayağa/ şiddete başvuran erkeklerin/ kadınların en etkin ve caydırıcı bir şekilde cezalandırılmaları sağlanmalıdır. Bu yapılırken Batılı değer yargılarıyla üretilen/ tercüme kanunlar değil, İslâm’ın öngördüğü ilke ve kurallar ışığında hazırlanan yasalar devreye sokulmalıdır.
2. TV dizilerinin senaryoları mutlaka uzman psikolog, pedagog ve ilahiyatçılardan oluşan bir ekip tarafından denetimden geçirilmeli, çocukların gelişimini etkileyen, ailenin huzurunu bozan ve toplumun değerlerini dinamitleyen bölümler çıkartılıp ayıklanmalıdır. Aileler ve yetkililer, çocukları ve gençleri şiddete teşvik eden bilgisayar oyunlarıyla, yazılı, görsel ve sosyal medyada şiddeti özendiren haberler/ programlar konusunda çok daha dikkatli ve duyarlı olmalıdır.
3. İntihar haberleri gibi kadına yönelik şiddet haberlerinin de ilgi çekici ve özendirici olduğu akıldan çıkartılmamalı ve şiddet içerikli bu tür görüntülerin “reyting uğruna” tekrar tekrar ekranlardan gösterilmesinin önüne mutlak yasal tedbirlerle geçilmelidir.
4. Kadına yönelik şiddetin en önemli nedenlerinden biri olan “alkol ve uyuşturucu madde” kullanımıyla daha etkin mücadele edilmeli, bu konuda Yeşilay, medya ve diğer sivil toplum örgütleri üzerlerine düşen vazifeyi hakkıyla yapmalıdır.
5.  Dinî değerlerin korunmasına ve maneviyat eğitimine ağırlık verilmeli, kadını ve çocuğu kaba kuvvet kullanarak “terbiye etme metodunu” (!) tavsiye eden “metinler” doğru anlaşılmalı, İslâm’ın sahih ve güvenilir bilgisi insanlara en güzel şekilde sunulmalıdır. Yanlış yorumlanan bazı dinî metinler gerekçe gösterilerek “erkeklerin fiziksel üstünlüğü, hukuksal üstünlüğe” dönüştürülmemelidir.
6.  Bazı TV programlarında erkek düşmanlığı yapan, erkeklerin saygınlığını aşındıran tavır ve yaklaşımlar sergileyen feministlere fırsat verilmemeli, bunun yangına körükle gitmek olduğu unutulmamalı ve kışkırtıcı yayınlar yapan bu gibi medya organlarına karşı gerekli yasal düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
7.  Aile içi şiddetin artmasında eşler arası etkili iletişimin bulunmayışının önemli bir rolünün olduğu hatırdan çıkartılmamalı, ailelere ve evlenecek çiftlere hem evlilik öncesi hem de sonrası iletişim konusunda uzman dindar kimseler tarafından seminerler verilmelidir.
8.  Erkekler ve kadınlar aynı yuvayı ve yatağı paylaştıkları eşleriyle bağırmadan, çağırmadan ve kavga etmeden konuşmayı öğrenmelidirler. Özellikle kadınlar, kendilerini kışkırtan ve erkeğin karşısında hakaret ederek, aşağılayarak ve bağırarak konuşmayı öğreten yerli ve yabancı filmlerdeki sahnelerden etkilenmemeli, bu tür filmlerin ve tiyatro sahnelerinin “dolduruşuna” kesinlikle ama kesinlikle gelmemelidir. Aksi halde kadına yönelik şiddet giderek artacaktır. Bunun sorumlusu ise “dinî metinlerin yanlış yorumlanması” değil bu tür filmlerin kitleleri olumsuz anlamda etkilemesi ve şekillendirmesi olacaktır.
9.  Sağlıklı bir din ve ahlak eğitimi alan bireyler kendilerine, ailelerine, çevrelerine, ülkelerine ve tüm insanlığa faydalı olabilirler. Bu nedenle ailede, okulda, kışlada ve camide genç nesillere ciddi, doyurucu, kapsamlı ve kuşatıcı eğitimler verilmeli, vicdanî gelişimini tamamlamış ve empatiyi içselleştirmiş insanların topluma kazandırılmasına yönelik çalışmalara hız ve ağırlık verilmelidir.
10. Kötü örneklerden daha ziyade iyi örneklerin toplumda yaygınlaştırılması için “örnek aileler topluma rol model” olarak sunulmalıdır.
Kısaca ifade edilecek olursa, kadına yönelik şiddeti ve kötü muameleyi önlemek için yapılması gerekenler bellidir. Bu toplumsal hastalığı yenmek için hem kamuoyuna hem de ilgili kurum ve kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Huzur, emniyet ve güven toplumu olmak, tüm dünyaya İslâm’ı en güzel şekilde tebliğ ve temsil etmek, her türlü haksız şiddetle mücadele etmek ve model bir İslâm toplumu oluşturabilmek için Kur’ân ve Sünnet’in ilke, emir ve yasaklarının doğru şekilde anlaşılması ve uygulanması yeterli olacaktır. (04.03.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN      
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evlilik Kader midir? I (361)

Evlilik Kader midir? II (362)

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!