Kur'an ve Sünnet, Kadına Yönelik Şiddeti Reddeder -2-
Darb Kavramı ve Anlamları
Nisâ
suresi 34. âyette geçen “darebe” fiilinin birçok anlamı vardır. Bu kelime; “bir
şey üzerine bir şey oluşturmak, yollarda ayakla iz oluşturmak, rızık, ticaret
veya savaş amacıyla sefere çıkmak, tuvalete defi hacet yapmak için hızlı
gitmek, bir yere bir şey dikmek, bir şeyi bir şeye çarpmak, karıştırmak, suda
yüzmek, bir şeyi kaldırmak, el ile işaret etmek, sıkı tutmak, kavgadan ve
belâdan kaçmak, bir yere varıp dikilmek, örnek vermek, gezmek, engel olmak,
kazanmak, mühürlemek, mahkûm etmek, uzaklaştırmak, ayırmak, ayrılmak, kovmak,
vurmak, kabul ettirmek, terk etmek, def etmek, iptal etmek, salmak” gibi birçok
anlamı mündemiçtir. Lügat anlamları çeşitlilik arz eden “darebe” kelimesinin
Kur’ân’daki kullanımları bu manaların bir kısmını içermektedir.
Günümüz
Tefsir uzmanlarından Mehmet Okuyan, bu âyeti delil göstererek kadınların
dövülebileceği kanaati veya kabulünün “Kur’ânî dayanaktan yoksun” olduğu
görüşündedir (Okuyan, Mehmet, “Kadına Yönelik Şiddete Kur’ân’ın Bakışı”, OMÜİFD,
Samsun, 2007, Sayı: 23, s. 126). Bu itibarla, “darebe” fiiline her zaman ve
zeminde “dövmek” anlamının verilmesi uygun değildir. Çünkü hem geçmişte hem de
günümüzde sanki bu kelimenin başka hiçbir anlamı yokmuş gibi ilk akla gelen
“dövmek” anlamının verilerek “İslâm’ın kadını şiddete maruz bıraktığı” ve
“kadına ikinci sınıf varlık muamelesi” yaptığı tezini ısrarla işleyenlerin
elini güçlendirmek ve özellikle kadınların kafasını karıştırmak doğru değildir.
Çünkü “dövmek” Kur’ân’ın kast etmediği ve Hz. Peygamber’in de hiç yapmadığı ve
tavsiye etmediği bir durumdur. Nitekim gerek hadis kitapları gerekse Hz.
Peygamber’in hayatından bahseden eserler, onun eşlerini dövdüğüne dair hiçbir
olaydan söz etmemiştir. Eşi Hz. Âişe, Resûlullah’ın hanımlarını ve
hizmetçilerini dövdüğüne hiç rastlamadığını ifade etmiştir. (Müslim,
43/Fedâil, 20 (II, 1814), nr: 79; İbn Mâce, 9/Nikâh, 51 (I, 638)
Hz.
Peygamber; “Müslümanların en hayırlılarının eşlerine en iyi davrananlar”
(Tirmizî, 10/Radâ, 11 (III, 466); İbn Mâce, 9/Nikâh, 50 (I, 636) olduğunu, “Ancak
kötü kimselerin eşlerini döveceğini” (Ebû Dâvûd, 12/Nikâh, 42 (II,
608-609); İbn Mâce, 9/Nikâh, 51 (I, 638-639) söyleyerek ashabını bundan
sakındırmış ve toplumun genlerine iyice yerleşmiş bulunan dayağı tamamen
ortadan kaldırmak için mücadele vermiş ve bir keresinde de şunları söylemiştir:
“Siz eşlerinizi köle döver gibi dövmekten hiç utanmıyor musunuz? Gündüz
dövüp gece (hiç sıkılmadan onlarla) birlikte oluyorsunuz öyle mi?” (Buhârî,
67/Nikâh, 93 (VI, 153), 65/Tefsir, 91/1 (V, 83-84); Müslim, 51/Cennet, 13 (III,
2191), nr: 49; İbn Mâce, 9/Nikâh, 51 (I, 638).
Görüldüğü
üzere İslâmî kaynaklarda kadın dövmeyi eleştiren, böyle bir tavır içinde
olanları azarlayan ve kınayan “sahih ve hasen hadisler”in yanı sıra, dayağı
tavsiye eden “zayıf ve mevzû rivâyetler” de vardır. Bu itibarla, Hz.
Peygamber’den nakledilen güvenilir hadislere itibar etmek ve uydurma olanlarını
terk etmek gerekmektedir. Aksi halde hem Hz. Peygamber’i hem de son din İslâm’ı
yanlış tanıtmak kaçınılmaz görünmektedir.
Diğer taraftan kadınları dövmenin Câhiliye toplumunda olduğu,
Kur’ân’ın sadece bu “fiilî durumu” beyan ettiği, Kur’ân ve Sünnet’in böyle bir
uygulamayı korumak ve sürdürmek gibi bir tavrının olmadığı, “dövün!” ifadesinin
teşvik içermediği, aksine kadınların haklarını tedricen iyileştirme sürecinin
ilk ayağına işaret ettiği şeklinde de yorumlar yapılmaktadır. (Güner, Osman, “İslâm Düşüncesinde Kadına Yönelik Şiddet
Söylemine Bir Bakış”, OMÜİFD, Samsun, 2007, Sayı: 23, s. 58-59)
Öte yandan yapılan çeşitli araştırmalarda da ortaya çıktığı
üzere “fizikî, psikolojik ve sözel şiddet” kullanarak sonuç almaya kalkışmak
sorunlara geçici çözüm sağlamaktan öte herhangi bir anlam taşımamaktadır. İdeal bir İslâm toplumunda baskı, şiddet ve zor kullanmalara yer
yoktur. Bunlar kısa vadeli/ anlık/ geçici tedbirlerdir. Çünkü insanlar hiçbir
zaman dayakla ve sopayla eğitilememişlerdir. Dayak yemekten korktuğu için bazı
davranışlarını değiştiren ya da değiştirmiş görünen kimse aslında hatasını
anlamamıştır. O, sadece baskı altına alınmış, susturulmuş ve sindirilmiştir. Bu
kimse, bulduğu ilk fırsatta aynı yanlışları tekrarlayacak ve benzeri suçları
yeniden işleyebilecektir. Dolayısıyla doğru, kalıcı ve ideal olan; insanların
zihin dünyasına sarsılmaz, şaşmaz ve eskimez evrensel hukuk ve ahlak ilkelerini
yerleştirmek, bunların kalıcı davranışlara/ erdeme dönüşmesini sağlamak, sahih
ve güvenilir bilgilerle, doğru yol, yöntem ve metotlarla insanları ikna etmek
ve böylece onların hakikati bulmalarına yardımcı olmaktır. Karşılaşılan
sorunların şiddete, dayağa, despotluğa ve kabalığa başvurulmadan da
çözülebileceğini onlara öğretmektir.
Şimdi
Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde “yatağına yabancı bir erkeği alan kadına
yapılması gerekeni” açıklarken kullandığı “darebe” fiiline verilen anlam
üzerinde duralım.
Kadına Yönelik Şiddete Delil
Olarak Gösterilen Hadis
Müfessirlerin
büyük çoğunluğu, nasıl Nisâ suresi 34. âyette geçen “darebe” fiiline “hafifçe
dövün!” anlamını vermişlerse, hadisçilerin büyük bir kısmı da Veda Hutbesi’nde
“yatağına başkasını alan kadına” verilecek cezayı ifade ederken geçen “darebe”
fiiline “hafifçe dövün!” manasını vermişlerdir.
Hadiste Geçen “Darb”
Kavramı
Hz.
Peygamber’in Veda Hutbesi’nde şöyle dediği haber verilmektedir: “...Kadınlar
hakkında Allah’tan korkun! Onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız. Allah’ın
sözü uyarınca namuslarını helal kıldınız. Onların sizin yataklarınıza sevmediğiniz
bir adamı almamaları ve namuslarınızı korumaları sizin onlar üzerindeki
haklarınızdandır. Eğer böyle bir şey yaparlarsa onları hafifçe (darb) dövün.
Sizin de onların geçimini ve giyimlerini sağlamanız onların sizin üzerinizdeki
haklarındandır...” (Müslim, 15/Hac, 19 (I, 889-890), nr: 147; Ebû Dâvûd,
Menâsik, 56 (II, 462); Tirmizî, 44/Tefsir, 9 (V, 273-274); İbn Mâce,
25/Menâsik, 84 (II, 1025)
Yukarıdaki
rivâyette geçen “darebe” fiiline mezkûr âyetteki gibi “hafifçe dövün” manasının
verilmesi birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Kanaatimizce Hz.
Peygamber bu sözüyle mezkûr âyeti kast ederek “nüşûzundan endişe edilen kadına”
“nasihat ve yatağı ayırmanın” fayda vermediği durumlarda “bir müddet kocasından
ayrı kalarak mekân değiştirmesini” önermiş olmalıdır. Nitekim Tirmizî’nin
naklettiği rivâyette “Yataklarda yalnız bırakın!” ifadesi yer almaktadır.
Diğer
taraftan Hz. Peygamber, karısının başka bir erkekle yasak ilişkide bulunduğuna
dair -dört güvenilir şahit dışında- (en-Nisâ, 4/15; en-Nûr, 24/4, 7-9, 13) bazı
delillere veya iddialara ulaşan kocaya sorunu daha da içinden çıkılmaz hâle
sokan dayağa başvurmadan önce mantıkî ve insanî çözüm yolu olan “nasihati,
yataklarda ayrı kalarak bedensel ve duygusal teması kesmeyi ve nihayet ayrı bir
mekâna taşınarak çözüm yolları aramayı” tavsiye etmiş olmalıdır. Ancak Hz.
Peygamber’in Kur’ân ile uyumlu bu önerisinin bazı râvîler tarafından yanlış
anlaşılması veya mana ile rivâyet esnasında onun kast etmediği hususların
hadise idrâc edilmesi, böylece söz konusu kelimenin kaynaklara bu şekilde
girmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Mehmet
Okuyan, yukarıdaki rivâyetin oldukça problemli olduğunu şöyle ifade etmektedir:
“Bir kadın eğer yatağına bir başkasını almışsa onun yaptığı bu işin adı
zinadır ve cezası da Nûr suresi 2. âyette açıkça beyan edilmiştir. Bu âyetin
sonunda yer alan “Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah’ın dinini
veya hükmünü uygulamada sizi bir şefkat kaplamasın” ifadesiyle, rivâyette yer
alan “Onları (hafifçe) dövün” ifadesi kanaatimizce birbiriyle uyuşmamaktadır.
Kaldı ki yapılan bu iş eğer zina ise bu konuda sadece taraflardan birine yani;
kadına ceza verilip erkekten söz edilmemesi de rivâyetin güvenilirliği
noktasında kuşku uyandırmaktadır. Hadisin başında zikredilen “Allah’ın emaneti
olarak alınan kadının dövülebilmesi”ni kabul etmek, emanete verilen anlamı
değiştirmektedir. Emanet diye tanıtılan eşlerin dövülmesi emanete hıyanetten
başka nedir ki?” (Okuyan, “Kadına Yönelik Şiddete Kur’ân’ın Bakışı”, s. 124) Okuyan,
eşine uyguladığı şiddeti “dinî bir işlem” gibi göstermeye çalışanların yanlış
yaptığını ve bu eylemlerine Kur’ân ve Sahih Sünnet’ten delil getirebilmelerinin
de mümkün olmadığını ifade etmektedir. (Okuyan, “Kadına Yönelik Şiddete
Kur’ân’ın Bakışı”, s. 126-127)
Öte
yandan Kur’ân-ı Kerim, birbirleriyle anlaşamayan ve boşanmak zorunda kalan
eşlere bile “güzellikle ayrılın!” (el-Bakara, 2/229; et-Talak, 65/2)
emrini vermekte, onlara “insanca muamele ve karşılıklı haklara riâyeti” (el-Bakara,
2/228-241; et-Talak, 65/6-7) tavsiye etmekte ve asla şiddet çağrıştıran
ifadeler kullanmamaktadır. Bu bakımdan İslâm’ı hâlâ kadınlara dayak atılmasını
tavsiye eden bir din gibi göstermeye çalışmak doğru değildir. Çünkü Kur’ân ve
Sünnet, kadına yönelik şiddete hiçbir zaman pirim vermemiş, dayağa açık kapı
bırakmamış ve bunu bir seçenek/ yöntem olarak da sunmamıştır. Nitekim Hz.
Peygamber, eşine şiddet uygulayarak elini kıran Sâbit b. Kays’a oldukça sert
tepki göstermiş ve daha öncede benzer bir suçu işlediği anlaşılan Sâbit b.
Kays’a derhal eşini boşamasını söylemiştir. Görüldüğü üzere Hz. Muhammed’in
kadına yönelik şiddet konusundaki bu tavrı; onun “yol gösterici, aydınlatıcı ve
bilinçli davranışın tarzını yani; Sahih Sünnet’ini” ortaya koymaktadır. Şöyle
ki, “Afrâ b. Mu’avviz’in kızı Rubeyyi’den nakledildiğine göre Sâbit b. Kays,
hanımı Abdullah b. Ubeyy’in kızı Cemîle’yi dövüp elini kırmıştı. Erkek kardeşi
bu durumu Nebî’ye şikâyet edince Hz. Peygamber Sâbit b. Kays’ı yanına çağırtmış
ve ona: ‘Hanımınla ilgili alman gereken kararı alıp onu boşa(r mısın?)!’ dedi.
O da olumlu cevap verince Hz. Peygamber Cemîle’ye, bir iddet/ temizlik süresi
bekleyip ailesinin yanına dönmesini emretti.” (Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b.
Şu’ayb, Sünenu’n-Nesâî, Çağrı
Yay., İstanbul, 1992, 27/Talâk, 53 (VI, 186)
Bu
hâdisede Hz. Peygamber’in uygulamasından çıkartılan sonuç şudur: Eğer erkek
hanımını döverse bu zannedilenin aksine Nisâ suresi 34. âyetten aldığı bir hak
değildir. Çünkü dövmek makul bir davranış değil, aksine sonunda boşanmanın
olduğu haddi aşmadır. Eğer mezkûr âyet dövmeyi emretseydi ve dövmek normal bir
davranış olsaydı, Hz. Peygamber bu evliliği sona erdirmez, tam tersine
“Allah’ın bir emrinin yerine getirilmesi” olarak görür ve boşanmayı önermezdi. (Okuyan,
“Kadına Yönelik Şiddete Kur’ân’ın Bakışı”, s. 124)
Bilindiği
üzere Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Âişe de eşine sadakatsizlik yaptığı
iftirasıyla karşı karşıya kaldığı zaman Kur’ân’ın tavsiyesinde olduğu gibi
“geçici bir süre evden ayrılmış” ve kendisine herhangi bir şiddet
uygulanmamıştır. Bu itibarla, sadakatsizlik ve iffetsizlik suçlamasıyla
karşılaşan kadınlara da “dayak” yerine “evden ayrılma ve konunun vuzuha
kavuşması için bekleme” tavsiyesinin yapıldığı ifade edilebilir.
Diğer
taraftan “kadınlara dayak atılmasının bir emir değil, ilâhî bir müsaade” olduğu
şeklindeki savunmacı bir yaklaşımın da ciddi dayanaklardan yoksun görünmektedir.
Çünkü bu işlem, bir müsaade içeriyorsa nasıl olur da Yüce Allah’ın izin
verdiği bir şeyi Hz. Peygamber çirkin görür ve buna mesafeli durabilir? Üstelik
ashâbına kadınları dövmemelerini tembih edebilir? (Okuyan, “Kadına
Yönelik Şiddete Kur’ân’ın Bakışı”, s. 125)
Bu
bakımdan, pek çok anlamı bünyesinde barındıran bir kelimeye sürekli aynı manayı
vererek kadına yönelik şiddete meşrûiyet kazandırmak, Kur’ân ve Sünnet’i
birbiriyle çelişir göstermek ve ortaya çıkan tenakuzlara da inandırıcı ve ikna
edici deliller/ cevaplar sunamamak doğru değildir. Bu nedenle söz konusu âyet,
Kur’ân’ın ilk müfessiri ve uygulayıcısı Hz. Peygamber’in “fiilî sünneti”
doğrultusunda anlaşılmak ve yorumlanmak durumundadır.
Konuyu
haftaya kaldığımız yerden işlemeye devam edip inşallah bitireceğiz. (26.02.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder