Kur'an ve Sünnet, Kadına Yönelik Şiddeti Reddeder -1-
İslâmiyet,
hem Câhiliye dönemindeki dinî anlayışa hem de yerleşik örf ve adetlere nispetle
kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda çok mühim değişiklikler yapmış ve
kadınlara önemli haklar tanımıştır. Kadınlar da erkekler gibi Allah’ın
yeryüzündeki halifesidir. Kur’ân-ı Kerim, kadın ve erkeğin “nefs-i vâhide”den
yani; “ilk canlı, ilk öz ve ilk cevherden” yaratıldığını, “insan olarak”
aralarında hiçbir farkın bulunmadığını ve Allah katında her ikisinin de
sorumluluklar yönünden eşit ve aynı değere sahip olduğunu haber vermiştir.
Allah
Teâlâ, kadın ve erkeğin huzurlu ve mutlu bir hayat sürmelerini temin etmek ve
neslin devamını sağlamak amacıyla birbirini tamamlayan iki çift olarak
yaratmış, eşiyle huzur bulması için aralarına
meveddeh (içini dinî değerlerin doldurduğu sevgi) ve rahmeti yerleştirmiş;
kadınların evlenirken kocalarından sağlam bir teminat aldıklarını söylemiş;
erkeklere hanımlarına iyi davranmalarını emretmiş
ve boşanırken bile güzellikle ayrılmalarını tavsiye etmiştir.
Hz.
Peygamber de Kur’ân’ın çizdiği bu çerçeveye uygun olarak; “Kadın ile erkeğin
bir bütünün iki eşit parçası olduğunu” söylemiş, kadınların sorunlarıyla
yakından ilgilenmiş, kocalarıyla anlaşmazlığa düşen kadınlara arabuluculuk
yapmış ve kendisi de aile yaşantısıyla onlara iyi bir rol model olmuştur.
Hz.
Peygamber, bir yolculuk esnasında kervanda bulunan kadınları “kristallere”
benzeterek kervanın genç sürücüsü Enceşe’den “narin ve nazik olarak tanımladığı
kadınları” incitmemesi için develeri yavaş sürmesini istemiştir. Yaşanan bu
olay, Hz. Peygamber’in kadınlara bakışını ve onlara verdiği değeri açıkça
göstermektedir. Bununla beraber hadisin râvîsi Ebû Kılâbe’nin çevresindekilere
söylediği; “Resûlullah’ın kullandığı bu kelimeyi şimdi sizden birisi kullansa,
onunla alay edersiniz/ dalga geçersiniz” şeklindeki sözü, İslâm toplumunun
Hz. Peygamber’den sonra geldiği noktayı ve geriye gidişi göstermesi bakımından
kayda değerdir.
Gerçekten
de İslâm toplumlarında kadına yönelik uygulamalar her zaman Kur’ân ve Sünnet’in
çizdiği çerçevede şekillenmemiş, zaman zaman eski kültür ve gelenekler egemen
olmuştur. Bazen kökleşmiş ataerkil aile anlayışı ve bu anlayış çerçevesinde
kadın haklarını kısıtlayan telakkîler âyet ve hadislerin yorumlanmasında etkili
olmuş, bazen de sıhhati şüpheli rivâyetler bu tür yorumların yapılmasına müsait
bir zemin hazırlamıştır. Tarihte ve günümüzde kadınlara ayrımcılık ve haksızlık
yapılmışsa bu, İslâm’dan değil toplumların geleneklerinden kaynaklanmıştır.
Çünkü İslâm’ı kabul eden birçok kavim, geçmiş dinî inanç ve geleneklerini bir
çırpıda terk edememiş, bunları yeni dine taşımış, üstelik erkekleri
ilgilendiren bazı konularda “örf ve adetler dinden daha baskın” çıkabilmiştir.
İslâmiyet
esas itibarıyla tek evliliği önermiş, ancak adaletli davranmak şartıyla
gerektiğinde çok evliliği de müsaade etmiştir. Bu bakımdan teaddüd-ü zevcât bir
“emir” değil, “şartları oldukça ağır bir ruhsat”tır. Dört kadınla evlilik,
kadınların haklarını ihlal eden ve sorumsuzca kullanılan bir kurum değil,
zarurî ve geçerli sebeplerin bulunduğu durumlarda başvurulması gereken bir
“çare”dir. Nitekim bu teorik imkâna rağmen İslâm toplumlarında çok evliliğin
yaygın olmadığı da bilinmektedir.
Şöyle
ki; Hanbelî mezhebine göre kocalarının ikinci evlilik yapmasını istemeyen kadınlar,
bunu nikâh esnasında şart koşma hakkına sahiptirler. Kadınların ileri sürdüğü
bu şart bağlayıcı olup kocanın ikinci eşle evlenmesini imkânsız hâle
getirmektedir. Uygulamada bunun azımsanamayacak kadar çok örneği mevcuttur.
Ancak Batı’da bazı kimseler, İslâm’ın çok eşliliğe müsaadesini “bir emir” gibi
algılamakta, sonra da bu algılarını/ varsayımlarını İslâm’a mal ederek bunu ön
yargıyla eleştirmekte ve İslâm hakkında olumsuz bir imaj yaymaya
çalışmaktadırlar. Onların bu tavırları, ya art niyetten ya da İslâm hakkındaki
eksik ve yanlış bilgilerinden kaynaklanmaktadır. Ancak şurası da ayrı bir
gerçektir ki, Müslümanlar arasında “birden fazla kadınla evlenen erkeklerin
sayısı, Batı’da kadınlarla evlilik dışı cinsel ilişki yaşayan erkeklerden çok
daha az”dır.
Bu
makalede Nisâ sûresi 34. âyet ile Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde “yatağına
başkasını alan kadınla ilgili söylediği söz”de geçen “darebe” fiiline verilen
anlam üzerinde durulmuş ve bu bağlamda kadına yönelik şiddet olgusu
değerlendirilmiştir.
Bütün
toplumlarda olduğu gibi İslâm toplumlarında da karı-koca arasında bir
anlaşmazlık çıkması durumunda sorunun nasıl halledileceği konusu önemli bir
problem teşkil etmektedir. Böyle bir durumda kocanın karısı üzerinde ne gibi
bir hakkı ve yetkisi olduğu hususu en fazla tartışılan mevzuların başında
gelmekte ve konu genellikle Nisâ suresi 34. âyet bağlamında ele alınmaktadır.
Dikkatlice
bakıldığında görüleceği üzere bu âyet, kocasına karşı “nüşûzlarından korkulan
kadınlar”ı konu edinmekte, doğrudan “nâşize
kadınlar” ifadesi bile kullanılmamaktadır. Dolayısıyla aradaki bu fark
oldukça önemlidir. Çünkü mezkûr âyet, eşler arası “özel bir durum”a dikkat
çekmekte ve “nüşûz” vâki olduğunda yapılması gerekenleri anlatmaktadır. Bir
başka ifadeyle, kocaya “nüşûz” problemini fark
ettiği an yuvayı yıkılmaktan kurtarması için bazı “önleyici tedbirler” alması
tavsiye edilmektedir. Bu itibarla, “özel bir sorundan” bahseden âyetin sosyal
hayatta kadın-erkek ilişkisini düzenleyen “temel bir yöntem” gibi algılanması ve
öyle aktarılması doğru değildir.
Öte yandan klasik yorumcuların
çoğunluğu, “nüşûzundan korkulan kadına” ilk
önce nasihat edileceğini, hatasından dönmemesi halinde yatakların ayrılacağını,
bunun da etkili olmaması halinde ise hafifçe dövülebileceğini (darb) ifade
etmektedir. Böyle bir yoruma/ sonuca ulaşılmasında ise “nüşûz” ve “darb”
kelimelerine verilen manaların oldukça etkili olduğu görülmektedir. Nitekim bu
kelimeler “birden çok anlama sahiptir” ve kanaatimizce ilahî mesajın doğru
anlaşılabilmesi için âyette geçen “darb” ve “nüşûz” kavramlarına verilecek mana
doğru tespit edilmelidir.
Nüşûz Kavramı ve
Anlamları
Genel
olarak “itaatsizlik” manası verilen “nüşûz” kelimesi, “aile huzurunu bozacak
şekilde eşine kafa tutmak, isyan etmek, üstünlük taslamak, gözü dışarıda olmak
ve normalin dışına çıkmak” gibi anlamlara gelmektedir. “Nüşûz, “eşler arası
sadakati zedeleyip şiddetli geçimsizliğe yol açan davranışlar” şeklinde de
tanımlanmaktadır. Mezkûr âyette geçen “nüşûz” kavramının kapsamına “kendisini kocasından üstün görerek ona karşı
incitici ve aşağılayıcı davranışlar sergileyen, kocasının evin reisi/ kavvâm
(yönetici) olmasını bir türlü hazmedemeyen, ona karşı sözel, psikolojik ve
duygusal şiddet uygulayan veya kocasına karşı sadakatsizlik yaptığı hususunda birtakım emareler beliren, eşine
ihanet ettiği şüphesi bazı delillerle güçlenen” kadınların dâhil
edilmesi söz konusu olabilir.
Çünkü
bir yerde “korkudan” söz ediliyorsa orada “bazı emarelerin” bulunması gerekir.
Sağlıklı bir insan durup dururken, sebepsiz yere bir şeylerden korkmaz.
Dolayısıyla âyette geçen “nüşûzundan korkulan
kadınlar” ifadesi doğru anlaşılmalıdır. Bu nedenle “kadının
sadakatsizlik ve iffetsizlik yaptığına dair bazı iz, işaret ve belirtilerin
ortaya çıkması” söz konusudur.
Bu arada
şu hususu tekrar hatırlatmakta yarar vardır: Nisâ suresi 34. âyet, dürüst ve
erdemli davranışlar ortaya koyan saliha kadınları değil, tam aksine “nüşûzundan
korkulan kadınları” ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bu âyeti gerekçe
göstererek, böyle bir suç işlemeye yönelmemiş iffetli ve namuslu kadınları
yaptıkları küçük hatalar nedeniyle dövmek yahut bu âyete dayanarak “kadına
yönelik şiddeti savunmak” kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir.
Bir
kısım meallerde “nüşûz” kelimesine “dikbaşlılık”, “hırçınlık”, “serkeşlik” veya
“kötü niyet” gibi çeşitli anlamların da verildiği görülmektedir ki,
kanaatimizce bu tür yorumlar da eksik, hatalı ve abartılıdır. Zira bu tür
ifadeler, kocanın keyfi davranışlarına kapı aralayabilecek mahiyettedir. Böyle
genel ifadeler, her tarafa çekilebilir ve erkeklerin şiddete başvurmalarına
imkân/ zemin hazırlayabilir. Dolayısıyla bize göre “nüşûz” kavramına “iffetsizlik
ve sadakatsizlik” anlamının verilmesi halinde söz konusu sorun en aza
indirilebilir.
Nitekim
mezkûr âyetin başlarında “sâliha kadınların Allah’a gönülden bağlı olanlar ve
Allah’ın korumasını emrettiği iffet ve namuslarını kocalarının gıyabında da
koruyanlar” olduğu ifade edildikten hemen sonra “nüşûzundan korkulan kadınlar”
konusuna geçilmektedir ki, “nüşûz” kavramına “iffetsizlik ve sadakatsizlik”
anlamının verilmesi halinde siyak ve sibak arasındaki uyum da böylece sağlanmış
olmaktadır. Çünkü “iffetsizlik ve sadakatsizlik”, “cinsel konularda aile hukukunu
çiğneyerek var olanla yetinmeyip zinaya yeltenmek” şeklinde de açıklanmaktadır.
Bu nedenle aile huzurunu ve birliğini bozan böyle hayâsız bir davranışın
sürdürülmemesi ve aile yuvasının yıkılmaktan kurtarılması için bazı önleyici
tedbirler içeren söz konusu “üç aşamalı plan”ın devreye sokulması
gerekmektedir.
Kanaatimizce
Nisâ suresi 34. âyet, “bir yaptırım, seçenek veya cezalandırmadan” söz
etmemekte, aile yuvasının dağılmasını önlemek için eşler arasında “üç aşamalı
bir planın” devreye sokulmasını tavsiye etmektedir. Nitekim bu plan, usûlüne
uygun işletildiğinde çözümün sağlanacağı ve kadının hatasını fark ederek
yanlışından dönebileceği âyetin devamından anlaşılmaktadır. Çünkü âyet; “Eğer itaat ederlerse, (hatalarını fark
edip pişman olur ve dürüst davranırlarsa) artık onların aleyhine başka bir yol
aramayın (haddi aşmayın, onları incitmeyin, bu konuyu sürekli gündeme getirip
aleyhlerine kullanmayın!)” uyarısını yapmaktadır. Bu nedenle yarattığı kullarının hangi durumlarda
ne tür tepkiler ortaya koyacağını en iyi bilen Yüce Allah’ın verdiği bu mesaj
doğru anlaşılmalıdır. Çünkü Yüce Allah, toplumun en küçük yapı taşı olan ailede
sorun çıkmasını istememekte, çıkarsa da çözümüne ilişkin “doğru, yerinde,
tutarlı yol ve yöntemleri” önceden haber vermektedir. Nitekim ancak huzurlu bir
ailede yetişmiş imanlı ve ahlaklı bireyler tüm dünyaya İslâm’ı temsil ve tebliğ
edebilir; yeryüzünde hukukun üstünlüğünü sağlayabilir; insanlığa model ve tanık
olabilir. Bu itibarla, karı-koca ilişkilerinin yerlerde süründüğü, her gün
kavgaların yaşandığı Müslüman bir ailenin tüm dünyaya örnek olabilmesi ve
erdemli nesiller yetiştirebilmesi neredeyse imkânsızdır.
Bu arada
akla şöyle bir soru gelebilir: “Peki söz konusu iffetsizliği/ sadakatsizliği
yapan bir koca ise ve karısıyla yetinmeyerek başkalarıyla zinaya kalkışmışsa
-ama bu durum dört güvenilir şahitle tespit edilememişse- yapılması gereken
nedir?” Böyle bir durumda olması gereken şey; o kötü fiili işleyen ya da işleme
ihtimali güçlü bir şekilde ortaya çıkan adamın karısıyla “karşılıklı anlaşma
yolunu seçerek” (en-Nisâ, 4/128) aradaki sorunu çözmesi, hatasını fark etmesi,
günahına pişman olması ve bu yanlışından bir an önce vazgeçmesidir.
Konuyu
haftaya kaldığımız yerden işlemeye devam edeceğiz. (19.02.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder