Gelenekselcilik ve Yenilikçilik


Gelenekselcilik; geçmişte ortaya konan İslâm düşüncesi alanındaki çalışmalara (yani geleneğe) birinci planda önem veren, geçmiş düşünce ve yorumlara, yeni yorumlar karşısında “üstünlük tanıyan” bir eğilimdir. Bu eğilim, bugünkü meselelere geçmişte çözüm arar ve geçmişi mutlak otorite kabul eder. Zira gelenek, onlara göre serâpa bir hikmet ürünüdür.
Gelenekselcilik; geçmiş otoriteleri eleştirmez, bilakis onları yüceltir, hatta dokunulmaz addederek kutsallaştırır. İslâm düşüncesinde köklü değişiklikler yapılmasına karşıdır. Bu sebeple Kur’ân ve Sünnet’e birtakım otoritelerin aracılığı olmadan doğrudan gidemez; gitmekten korkar; böyle yapılmasını hatalı bulur.
Gelenekselciliğin nihai amacı, ne olursa olsun geçmiş kültürü (geleneği) savunmaktır. Kısaca geleneğe tabîdir, onun tahakkümü altındadır. Bireyselcidir; toplumsal projeler üretme peşinde koşmaz. Geleneğin taklidini savunur, Batının taklit edilmesini de şiddetle reddeder.
Gelenekselcilik; rasyonaliteyi, İslâmî-Kur’ânî olan ve olmayan diye hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın takbih eder (çirkin görür). Sezginin önemini vurgular, tasavvufî eğilimi oldukça fazladır.
Yenilikçilik ise; geçmiş kültüre (geleneğe) değer vermekle beraber onun aşırı derecede yüceltilip kutsallaştırılmasına karşıdır. Kendi düşüncesini ve anlayışını merkeze alır, geleneği bu anlayışın ışığında değerlendirir, eleştirir, kabul veya reddeder.
Yenilikçilik; Kur’ân ve Sünnet’in etrafındaki yorumları değil, bizzat kendilerini esas alır; geleneksel yorumları ikinci plana koyar. Geleneğin kendi düşüncesinden daha değerli ya da doğru olduğu görüşünü kabul etmez. Kısacası gelenek ona değil, o geleneğe hükmeder.
Yenilikçilik; tenkitçi düşünceyi temel alır; dinde değil, “dinin yorumlarında” yenilik yapılmasını savunur.
Yenilikçilik; sadece klasik yöntemlerle yetinmez, yeni metodolojiler tesis etmeyi amaçlar. Nihai amacı; İslâm’ı alternatif bir toplumsal proje, hatta hayatın tamamını kuşatan bir proje olarak sunmaktır. Yöntemi; seçmeci ve eleştireldir. Geleneğin ya da yeni düşüncelerin her ikisinin de “ kabul ya da reddine” aynı ölçüde karşıdır.
Öte yandan gelenekselcilik, nispeten entellektüel bir tavır iken “muhafazakarlık” onun biraz daha kaba şeklidir. Muhafazakârlar, genelde mevcut olan geleneksel fikirleri tüketirler, üretim azdır.
Diğer taraftan Yenilikçilik, entellektüel bir tutum olup, devamlı kendini yenileyen bir yapıya sahiptir. Ancak Modernizm ile aynı değildir. Batı eksenindeki klasik dönem İslâm Modernizm’inden de ayrılır. Zira yenilikçi düşünce, Batıyı esas almaz, onu eleştirir, hatta onu inceleme konusu yapmaya çalışır.
Yenilikçilik, kendisini Batı düşüncesine alternatif olarak görür. Kısaca, Batılılaşmaya karşıdır. Ancak gelenekselci düşünce onu, klasik dönem İslâm Modernizm’yle karıştırır ve “elinde hiçbir ciddi delil olmadığı halde önce yaftalar, sonra kendi uydurduğu yalan ve iftiralara kendi inanır” ve yenilikçileri “Batıcı olmakla” suçlar, itham eder, gözden düşürmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışır.
Gelenekselcilik ve Yenilikçilik, zamana bağlı kavramlar olmayıp tamamen birer “zihinsel-düşünsel tavır”dır. Bir düşünce asırlar öncesine ait olduğu halde “yenilikçi” olabileceği gibi; yeni bir düşünce de “gelenekselci-muhafazakâr” olabilir.
Yenilikçilik düşüncesinin geleneksel ismi “Tecdid”dir. Bu anlamda Yenilikçilik, “tecdid” düşüncesinin “müceddidler” geleneğinin bir devamıdır ve bu manada kendisi de geleneğe aittir. Bu yüzden Yenilikçilik, gelenekselcilerin iddialarının aksine gelenekten kopuş değildir.
Diğer taraftan hem Gelenekselcilik hem de Yenilikçilik, tekdüze ve homojen bir yapı değildir. Her iki eğilimin, belli farklılıktaki düşüncelerinden oluşan birer spektrumu vardır. (M. Hayri Kırbaşoğlu’nun buraya kadar aktardığımız görüşlerinin ayrıntıları için bkz. İslâm Düşüncesinde Sünnet Eleştirel Bir Yaklaşım, Ankara Okulu Yay., Ankara, 1999, s. 277-278)
Sonuç olarak, kıyamete kadar hem gelenekselciler hem de tecdidi savunanlar olacaktır. Çünkü üretilen fikir ve düşünceler pazarda satışa çıkarılır. İnsanların sorduğu sorulara en iyi, en doğru ve en güvenilir cevapları verenler kazanır. O yüzden fikirler, özgür ortamda çarpıştırılmalı ve gerçeklerin ortaya çıkartılmasına imkân sağlanmalıdır. Mü’minler de hakikatin tecellisi için “olan yanlışları” değil, “olması gereken doğruları” savunmalıdır. Önemli olan, her iki kesimin temsilcilerinin kavga ve hakaret etmeden konuşmayı başarabilmeleridir. Zira fikrine güvenen tartışmaktan ve sorulan sorulardan rahatsızlık duymaz; şiddete başvurmaz; “Söyletmen vurun” mantığı ile hareket etmez. Bu nedenle müceddidlere düşen en büyük vazife; “kökleşmiş algıyı yıkmak için iyi temellendirilmiş kuvvetli gerekçeler üretmek ve sağlam temeller üzerine bina edilmiş, sahih, muteber ve güvenilir dinî bilgileri sonuna yaşamaya ve savunmaya devam etmektir. (11.03.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN      
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evlilik Kader midir? I (361)

Evlilik Kader midir? II (362)

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!