Cin İnsanlara Musallat Olur mu?
Daha önce bu köşede “Cinler, Cinciler, Üfürükçüler ve Şeytanlar Kimlerdir!” başlıklı bir makale
kaleme almış ve cinler hakkında özet ve özlü bilgiler vermiştik. Ancak görünen
o ki cin problemi aynen devam etmekte ve insanlar cinlerle ilgili yarım yamalak
“dinî bilgilere (!!)” inanarak hem kendilerine
hem de çevrelerine büyük zararlar vermektedirler.
Biz o yazımızda kısaca şunları söylemiştik:
Câhiliye dönemindeki
cinciler, kendilerinin özel cinlere ve şeytanlara sahip olduklarını, bunların
semadan haber getirdiklerini, metafizik âlemle irtibat kurma özeliklerinin
kendilerine bahşedildiğini, böylece gaybı bildiklerini iddia eder, insanları
buna inandırır ve sömürürlerdi.
Günümüzde de tüm dünyada
cinciler, üfürükçüler, büyücüler, muskacılar, falcılar, kâhinler, medyumlar, astrologlar
ve benzeri tüm sahtekârlar aynı şeyleri söyleyerek insanları kandırmaya devam
etmektedirler. Çünkü insanın gaybı öğrenme merakı onu istismara açık hâle
getirmekte, böylece hakikatlerden kolayca uzaklaşmasına neden olmakta, “cin
terimi” etrafında oluşturulan korku, mitolojik unsurlarla beslenerek artmakta
ve dinî bilgisi yetersiz insanları esir almaktadır.
İnsanoğlu başına
sıkıntılar geldiğinde Yüce Allah’a değil de bu cincilere sığınmakta, üfürükçülerden
medet ummakta ve çok büyük bir yanlış yapmaktadır. Dolayısıyla böyle insanların
ahiretlerini kaybedecekleri aşikârdır. Çünkü İmam Şâfiî; “Her kim bir cin
gördüğünü yahut cinlerle görüştüğünü söylerse yalan söylemiştir ve yalan
söyleme suçuyla cezalandırılır” diyerek önemli bir gerçeğin altını çizmiştir.
Aynı şekilde günümüz İslâm âlimlerinden Prof. Dr. İlyas Çelebi de “cinleri
ancak Peygamberlerin görebileceğini, son Peygamber Hz. Muhammed’den sonra
cinleri gördüğünü iddia edenlerin doğru söylemediğini ve bunlara asla itibar
edilemeyeceğini” ifade etmiştir. Tüm bu uyarılara rağmen hâlâ sahtekâr
cincilere inanan insanlar hiç masum değildir ve onlar da çok büyük bir vebal
altındadırlar.
Zira bu namus
fukaralarının kast ettiği ve kullandıklarını söyledikleri “cinler” başka bir
âlemde/ başka bir boyutta imtihan olmaya devam eden cinlerdir. Söz konusu
cinlerin bu dünyaya gelebilmeleri ve insanlarla görüşebilmeleri asla mümkün
değildir. Bu görüşmeyi yaptığını iddia edenlerin hepsi istisnasız “yalancı
ve sahtekâr”dır. Bu itibarla Müslüman olduğunu söylediği halde hâlâ cinlerle
görüştüğünü iddia eden kişi ya Kur’an ve Sünnet’i bilmemekte ya da bu iki
kaynağın emirlerini ciddiye almamaktadır. Şu sûreyi bir kez daha hatırlamamızda
yarar vardır:
“De ki: (Gerek
görünen varlık olan şeytanlaşmış) insanlardan ve (gerekse) görünmeyen
varlık (olup da) insanların sadırlarında/ göğüslerinde (sürekli) onlara
(kötü düşünceler) fısıldayan sinsi ayartıcının (insanın nefsine
kodlanmış takvâ programına değil de, fucûr yazılımına uygun hareket etmesini
isteyen, işi gücü gizli gizli
vesvese vermek olan, ama hakikati/ Kur’ân’ın ilkelerini duyunca sinen ve susan çok iyi gizlenmiş
şeytânî sesin) şerrinden (bitip tükenmek bilmeyen tuzaklarından, hile ve
desiselerinden, süslü yalanlarından, yanlış yönlendirmelerinden,
dürtüklemelerinden ve kışkırtmalarından) insanların Rabbine, insanların
Melikine, insanların İlâhına sığınırım.”(Nâs, 114/1-6).
Kanaatimizce insanı
kandırmaya ve ayartmaya çalışan, bunun için de sürekli ilginç öneri ve
tekliflerde bulunan, yanlışlarını/ hezeyanlarını süslü, haklı ve doğru gösteren
ve insanın apaçık düşmanı olduğu Kur’ân’da haber verilen “şeytan/
vesvâsi’l-hannâs/ garûr”, insanın dışında başka bir yerde değil, bizzat her
insanın kendi sadrında/ göğsündedir. Onun orada olmasının temel nedeni de
insanın imtihan ediliyor olmasıdır. Nitekim onu ve dışarıdaki insan
şeytanlarını düşman bilen ve onları yenmeyi başaran cenneti elde edecektir.
Bir kez daha ifade
edelim ki, Arapçada “cin” teriminin “ateşten yaratılan akıl ve sorumluluk
sahibi varlık, melek, görünmeyen, yabancı, maharetli/ usta/ uzman, gözle
görülmeyen küçük varlık, mikrop/ virüs/ bakteri, ilk defa görüldüğünde insanı
şaşırtan canlı” gibi çok çeşitli anlamları vardır.
Kanaatimizce Nas
sûresinde “cin” kavramı “görünmeyen” anlamında kullanılmıştır. Tıpkı aynı
kökten gelen “cenin” teriminin de böyle bir kullanımı söz konusudur. Zira “cenin”
de anne karnında görünmediği ama varlığı bilindiği için “cenin” olarak
adlandırılmıştır. Yine aynı kökten gelen “cünûn (akıl hastalığı/ delilik)” ile
“cinnet” kavramları da böyledir. Zira bunlar da görünmezler ama varlıkları
bilinir; çünkü neden oldukları problemler insanın davranışlarına yansır ve
başka insanlar da bunu gözleriyle görürler. Bu nedenle mezkûr sûredeki “cin”
kavramına eğer “ateşten yaratılmış ve başka âlemde imtihan edilen akıllı ve
sorumluluk sahibi varlıklar” manası verilecek olursa anlam tamamen bozulur,
Kur’an’ın kast etmediği bir sonuca ulaşılır ve Yüce Allah’ın hitabının/
mesajının doğru anlaşılması güçleşir. Böylece içinden çıkılması kolay kolay
mümkün olmayan problemlerin zuhuruna neden olunur ve cincilerin eline de tepe
tepe kullanmaları ve insanları aldatmaları için malzeme verilmiş olur.
Dolayısıyla bütün
benliğiyle Yüce Allah’a inanıp teslim olmayan, O’na tekrar döneceğini idrak
etmeyen ve O’nunla sağlıklı bir ilişki/ iletişim kuramayan insanoğlu, “cin”
terimiyle neyin kast edildiğini çok iyi bilmek ve anlamak zorundadır. Mutlaka
işin doğrusunu öğrenmek ve zihninde oluşan şüpheleri gidermek/ izale etmekle
görevlidir. Eğer yanlış şeyler öğrenerek “cinlerden” ve “cincilerden medet
ummaya” başlamışsa suçlu sadece ve sadece kendisidir. Zira bir insan temiz
ve helal olmayan gıdalarla beslenirse kendini zehirler ve hayatını kaybetme
riskiyle karşı karşıya kalır. Aynı şekilde zararlı bilgi/ düşünce/ inanç/
görüş/ fikir/ ideoloji ile de beslenirse ruhunu kirletir, sağlıklı tefekkürün
hakkını veremez, zekâsını köreltir, muhakemesini yok eder, doğru kararlar
alamaz ve kendine yazık eder.
Sonuç olarak, dinî metinlerde geçen “cin”
teriminin nerede, nasıl, niçin ve hangi anlamda kullanıldığı çok iyi
bilinmelidir. Aksi halde ne Kur’an’ı ne de hadisleri doğru anlamak mümkün
olabilir. “Cin” kavramını yanlış anlayarak, onu tek anlama hapsederek,
bu zamana kadar ortaya çıkmış hatalı görüşlere itibar ederek, körü körüne bunları
savunarak, gerçeğin peşinde koşmayı reddederek ve işin kolayına kaçarak hatada
ısrar edenler kaybetmeye mahkûmdurlar, demiştik.
Daha önce
yaptığımız bu uyarıları bir kez daha hatırlattıktan sonra şu gerçeğin altını kalın
çizgilerle tekrar çizelim ki, “cinlerin insanlara musallat olması diye bir
şey” asla söz konusu değildir. Bu tür iddialar vahyin aydınlatmadığı Câhiliye
zihniyetinin ürünü basit/ seviyesiz/ bozuk/ sapkın/ batıl/ zararlı düşüncelerdir.
Nitekim Câhiliye devrinde insanlar, cinlerin insanlara musallat olduğuna,
cinlerle evlenildiğine, kötü cinlerin insanın üzerine çökebildiğine, onu
boğabildiğine, uçurumdan aşağı atabildiğine ve öldürebildiğine inanırlardı. Yine
bu devrin insanları, cinlerin gökten bilgi çalıp falcılara, kâhinlere ve
arraflara verdiklerine, cinlerin hayvan suretine girebildiğine, özellikle yılan
suretinde insanlara göründüklerine inanırlardı.
İşte bu
tür yalan yanlış bilgileri hâlâ din diye anlatan bir takım kimseler yüzünden
insanlar cinlerden korkmakta ve ruhsal problemler yaşamaktadırlar. Bu tür zırvaların
etkisiyle ruhunun çalışma düzenini bozan imanı zayıf kimseler kendi kafalarından
cin üretmekte, “halüsinasyonlar görmekte”, açık kalan pencereden içeri giren
rüzgârın savurduğu perdenin arkasında cinlerin olabileceğini hayal etmekte,
vehimlere kapılmakta ve buna da inanmaktadırlar. Bu hezeyanları dinleyen birtakım
cahiller de “bu halüsinasyonları/ varsanımları/ sanrıları/ var sanmaları” “cinlerin
varlığına delil olarak” getirmekte, cinlerin bu dünyaya gelebilecekleri
yalanına böylesine “pespaye/ indî/ zannî şeyleri kanıt olarak”
göstermekte, “körler sağırlar birbirini ağırlar” misali birbirlerini avutmakta,
bu masalları dinleyen kimi açıkgöz cinciler de “Sana cin girmiş, sana cin
musallat olmuş, onu ben çıkartırım, benim cinlerim var, şu kadar paranı alırım,
seni o cinden ancak ben kurtarırım, o cini ben yakarım” diyerek ağlarına
düşürdükleri bu gibi cahilleri kandırmakta ve maddî ve manevî sömürmektedirler.
Dolayısıyla
tüm bunlara sebebiyet verenler Allah indinde kesinlikle sorumlu olduklarını/
olacaklarını bilmelidirler. Bir başka ifadeyle Câhiliye zihniyetinden tevarüs
eden bu zararlı fikirleri/ hurafeleri hâlâ “hadis” diye naklederek cinleri
yanlış tanıtanlar da, “âyetleri” çalakalem yorumlayarak cin terimine yanlış anlamlar
yükleyenler de, bu eksik ve hatalı bilgileri din diye millete anlatanlar/ satanlar
da, araştırma zahmetine katlanmadan hemencecik bu hurafelere inananlar da, bütün
bunları fırsat bilerek insanları sömüren cinciler de mesuldürler. Bu
yaptıklarının bedeli her birine mahşer günü mutlaka ama mutlaka ödetilecektir.
Ayrıca
sebeplere dokundurtmayarak sonuçlardan şikâyetçi olanlar da bu yaşananlar da
büyük pay sahibidirler ve onlar da bu büyük vebalden kurtulamayacaklardır. Çünkü
dokundurtmadıkları bu uydurulmuş yalanlar pek çok gerçeğin üzerini örtmekte ve
İslâm’ın da doğru anlaşılmasını güçleştirmektedir. Nitekim sağlam muhakeme
ışığında bu sorunları tespit etmeyenler ve eleştirel aklı devre dışı bırakanlar
hiçbir zaman değişemezler. Değişemedikleri zaman da gelişemezler. Gelişemeyince
de insanlığa son din İslâm’ın doğru ve güvenilir dinî bilgisini sunamazlar. Böylece
hurafelerden de kurtulamazlar.
Öte
yandan elbette “ateşten yaratılmış, başka bir âlemde ve oranın şartlarına
özgü koşullarda imtihan edilen, akıl ve sorumluluk sahibi cinler” vardır. Bizim
kanaatimize göre onların da kendi ırkları, dilleri, renkleri, kendi içlerinden
çıkmış peygamberleri ve kutsal kitapları mevcuttur. Ancak onların “trilyonlarca
ışık yılı öteden” insanların yaşadığı bu dünyaya gelebilmeleri kesinlikle mümkün
değildir. Peygamberler dâhil tüm insanlar, cinleri ancak ve ancak mahşer
meydanında görebileceklerdir. Onların da cenneti hak edenleri cennete,
cehennemi hak edenleri cehenneme gideceklerdir.
Yani çok
anlamlı kelimelerden olan “cin” kavramına doğru ve yerinde anlam vermek gerekmektedir.
“Cin” teriminin “ateşten yaratılan akıl ve sorumluluk sahibi varlık, melek,
görünmeyen, yabancı, maharetli/ usta/ uzman, mikrop/ virüs/ bakteri” gibi
çok çeşitli anlamları olduğunu söylemiştik. Hiçbir araştırma zahmetine
katlanmadan, siyak ve sibaka bakmadan, âyet ve hadislerde geçen “cin” terimini
ilk gördüğü anda ona “tek anlamı yapıştıran” ve iyi bir şey yaptığını
zanneden sözde âlimler/ hoca müsveddeleri hem kendilerine hem de İslâm’a büyük zarar
vermekte ve tüm insanlığa yazık etmektedirler.
Bizim araştırmalarımıza
göre Hz. Peygamber’in getirdiği Kur’ân’ı dinleyen ve İslâm’ı kabul eden “cinler”
(yabancılar) Taberî’nin de ifade ettiği üzere “Nusaybin yöresinde
yaşayan, o zamanlar ticaret maksadıyla Mekke’ye gelen, tahrif edilmiş Yahudi
inancına mensup Mekke’ye yabancı” kimselerdir. Nitekim Cin sûresinin mezkûr
âyetleri, bu kimselerin Hz. Peygamber’le tanıştıktan sonra İslâm’ı kabul ettiklerini,
şehirlerine döndükleri zaman halklarını uyardıklarını ve Yahudi din adamlarıyla
giriştikleri mücadeleleri haber vermektedir. Özetle, Hz. Peygamber’in tebliğini
dinleyen mezkûr “cinler” Mekke’ye yabancı olan ve bu şehre dışarıdan gelen
kimselerdir. Mekkelilere göre onlar cindir, çünkü yabancıdır, oraya misafir
olarak gelmişlerdir. Eğer âyet ve sahih hadisler anlaşılmaya çalışılırken, “asırlardır
mevcut olan ve kaynaklarda bulunan bu anlamlar” göz ardı edilir ve körü
körüne yanlışta ısrar edilirse çok yanlış sonuçlara ulaşılması kaçınılmaz olur.
Böylece İslâm yanlış tanıtılır; insanlara cinlerin musallat olduğunu iddia edenlerin
ekmeğine yağ sürülür ve bu işin vebali de çok büyük olur.
Yine cin
kelimesinin anlamlarından bir diğeri de “gözlü görülmeyen çok küçük canlı,
mikrop, virüs, bakteri” demektir. Örneğin Hz. Eyyûb çok büyük acı, elem,
eziyet, bitkinlik, yorgunluk ve bezginlik hissetmesine neden olan hastalığını Yüce
Allah’a arz ederken kendisine “şeytanın” dokunduğunu söylemiştir ki (Sa’d,
38/41) onun kast ettiği “şeytan” hastalanmasına neden olan mikroptur. Yine Hz.
Peygamber, “cinin/ şeytanın” çöplüklerde ve pis yerlerde yaşadığını söylemiş ve
ashabını temizlik konusunda uyarmıştır ki, onun kast ettiği “cin” mikroplardır.
Yine Hz. Peygamber “cinin/ şeytanın” esnerken insanın ağzından içeri girebileceğini,
bu yüzden esnerken ağzın kapatılması gerektiğini söylemiştir ki, onun kast
ettiği “cin/ şeytan” havada uçuşan ve hastalıklara neden olan virüslerdir/ bakterilerdir.
Yine Hz. Peygamber evde artan yemeklerin ağzının kapatılmasını, aksi halde içine
“cinin/ şeytanın” gireceğini söylemiştir ki onun kast ettiği “bazı sürüngenler
vasıtasıyla kaplara bulaştırılabilecek” mikroplardır. Yine Hz. Peygamber “cinin/
şeytanın” insanın tırnakları arasında olabileceğini söylemiş ve ellerin sık sık
yıkanmasını tavsiye etmiştir ki, onun kast ettiği “cin” insan sağlığına zarar
veren ve gözle görülmeyen mikroplardır/ virüslerdir. Yine Hz. Peygamber, büyük
abdesti yaptıktan sonra kemik parçalarıyla veya tezekle taharetlenilmemesini, -çünkü
o zamanlar şimdi ki tuvaletler yoktu- zira onlarda “cin/ şeytan” olabileceğini
söylemiş ve bunu yasaklamıştır ki, onun tezeğin/ kemiğin üzerinde olabileceğini
söylediği “cin” insan sağlığına zararlı ve gözle görülmeyen küçücük mikroplardır.
Özetle, Hz. Peygamber’in sözlerinde geçen “cin/ şeytan” kavramına hep aynı
anlam verilirse ““gözlü görülmeyen çok küçük canlı, mikrop, virüs, bakteri” gibi
anlamlar göz ardı edilirse, asırlardır sözlüklerde mevcut olan bu
anlamlar devre dışı bırakılırsa, körü körüne yanlışta ısrar edilirse, İslâm’ın
yanlış tanıtması kaçınılmaz olur. Böylece insanlara cinlerin musallat olduğunu
söyleyenlerin ekmeğine yağ sürülür ve bu işin vebali de çok büyük olur.
Yine cin kelimesinin anlamlarından bir diğeri
de “maharetli, usta, işinin ehli, gözü açık, cin gibi adam!” demektir.
Hz. Süleyman’ın çalıştırdığı “cinler” işte böyle kimselerdir. Yani “işini
profesyonel yapan, dalgıçlıkta maharetli, becerikli, hamarat, işinde usta,
mahir mimarlardır, kısaca cin gibi adamlar”dır. Bir başka ifadeyle bunlar Hz.
Süleyman’ın ülkesine başka beldelerden çalışmak için gelen yabancı ustalardır/
işçilerdir/ uzman kişilerdir. Bu nedenle âyetlerde geçen ve Hz. Süleyman’ın
çalıştırdığı söylenen cinlere “başka bir âlemde imtihan edilen cinler” anlamı
verilirse “maharetli, usta, işinin ehli, gözü açık, cin gibi adam veya
yabancı” şeklindeki manalar göz ardı edilirse, Arap dilinde asırlardır
olan ve kullanılan bu anlamlar devre dışı bırakılırsa, körü körüne yanlışta
ısrar edilirse Kur’ân-ı Kerim’in yanlış yorumlanması kaçınılmaz olur. Böylece “Hz.
Süleyman’ın da cinleri vardı, onları çalıştırıyordu işte!” diyen ve bu
yanlış bilgiden hareketle “insanlara cinlerin musallat olduğunu söyleyenlerin”
ellerine koz verilir, ekmeklerine yağ sürülür, onlar da bu malumatlara bakarak
insanları kolayca kandırırlar. Buna neden olanlar da ahiret günü bu büyük vebalden
asla kurtulamazlar.
Özetle,
Arapçadaki “cin” kelimesi çok anlamlı kelimelerden biridir. Eğer Kur’ân ve
Sünnet’e bütüncül yaklaşılmaz, siyak ve sibak göz ardı edilir, akl-ı selim devre
dışı bırakılırsa doğru sonuçlara ulaşılamaz ve insanlara “cin”ler hakkında doğru
ve güvenilir bilgiler verilemez. Câhiliye zihniyetinden tevarüs eden tortularla/
uyduruk/ çürük/ mesnetsiz bilgilerle meselelere yaklaşılmaya devam edilirse hiçbir
doğru sonuca ulaşılamaz. Kendi temel kaynaklarında geçen “cin/ şeytan”
kavramına doğru dürüst bir anlam veremeyenleri hiçbir gayr-i Müslim ciddiye
almaz. Çünkü kendi metinlerini anlamaktan aciz olanlar başkalarına örnek olamaz.
Böylece tüm dünyaya model/ tanık/ şahit olması gereken Müslümanlar görevlerini
hakkıyla yapmadıkları için de vebalden kurtulamaz. (12.02.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder