Çocuklara Tecavüz Edip Öldürenler Kesinlikle İdam Edilmelidir! (290)
Yüce Allah, kısasta (suça denk ceza) hayat olduğunu haber vermiştir.[1] Bu
bakımdan bir insan, bir başka insanı kasten öldürüyorsa kendisinin de “devlet
tarafından yargılandıktan sonra” kesinlikle öldürüleceğini bilmelidir. Kazara
bir başka insanın ölümüne sebebiyet veren kişi ise hak ettiği ceza neyse ona
çarptırılmalı, maddi ve manevî bedel mutlaka ödetilmeli, onun da belirli süre
hapishanede kalması sağlanmalıdır.[2]
“Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır. İdam cezası hiçbir şekilde
olmamalıdır” şeklindeki söz çok boyutlu düşünülmeksizin gelişigüzel
söylenmiş basit bir sözdür. Elbette ecel tamamlandığında, bir başka ifadeyle
ömür tüketildiğinde görevli melekler gelerek insanın canının alacak,[3] ruhunu
bedenden ayıracak ve “beşerî ruhu” ait olduğu yere götüreceklerdir.[4] Yani
Allah’ın verdiği canı yine Allah alacaktır. Ancak yeryüzünde bozgunculuk
çıkartan, İslâm düşmanlığında sınır tanımayan, haksız yere insanları öldürenin de
idam cezasına çarptırılması Yüce Allah’ın emridir.[5] Zira yeryüzünde barış, adalet ve huzurun
sağlanabilmesi için bu tür suçları işleyenlerin öldürülmesi/hayatlarına son
verilmesi akl-ı selimin ve bozulmamış vicdanın tabiî bir gereğidir.
Sağlıklı tefekkürün hakkını veren kişi ancak bu hakikati idrak edebilir;
mağdurun acısını hissedip onun yanında yer alabilir, haktan yana tavır
koyabilir. Ancak sağlıklı düşünmekten yoksun, empatiyi (duygudaşlığı)
içselleştirememiş birisi ise “caniye, seri katile, alçak teröriste” acıyarak
onun ölüm cezası almaması ve sadece ömür boyu hapis yatması gibi gayr-i adil,
basit ve seviyesiz tekliflerde bulunabilir.
Oysa burada tercih hakkı maktulün yakınlarına aittir. Öldürülenin yakınları,
dilerlerse o caninin de öldürülmesini talep eder veya kan bedeli olarak
belirlenen diyeti alır veyahut affetme yoluna gidebilir.[6] Dolayısıyla
hariçten gazel okuyanların boş söylemleri inandırıcı ve ikna edici değildir. Tek
taraflı alınmış duygusal kararın dışa yansımasıdır. Maktulün ve yakınlarının
haklarını göz ardı eden sakat mantığın hezeyanlarıdır.
Oysa bütüncül bakış ise hem maktul yakınları hem de uzun vadede kamunun
yararını gözetir. Dolayısıyla “Yaşam
hakkı kutsaldır” söyleminin arkasına sığınarak/saklanarak maktulün de yaşam
hakkı olduğu gerçeğini unutmak/unutturmaya çalışmak tam bir ikiyüzlülüktür.
Böyle tek taraflı bakış eksik, sakat, problemli, mantıksız, ilkesiz ve
tutarsızdır.
Nitekim 77 kişiyi tasarlayarak öldüren hıristiyan caniye 25 yıl gibi
komik hapis cezasının verilmesi o ülkede gerçek adaletin olmadığının ve maktul
yakınlarının vicdanlarının kanatıldığının/sızlatıldığının apaçık bir
göstergesidir.
Dolayısıyla yaşı kaç olursa olsun (3, 5, 7, 9, 11, 13 vs.) bir kız veya
erkek çocuğuna tecavüz ederek öldüren kişiye idam cezası yerine “ağırlaştırılmış
ömür boyu hapis cezası” verilmesini savunmak vicdanları sızlatır. Zira böyle
bir tavır, artık çocukların güven içinde park ve sokaklarda koşup
oynayamayacağı, gülüp eğlenemeyeceği günleri beraberinde getirir. Kendi çocuklarının yaşam güvenliğini
sağlayamayan müslüman toplumun ise tüm dünyaya örnek/model olması imkânsız hâle
gelir.
Bu bakımdan haksız yere bir
insanı öldüren kimse, kendisinin de kesinlikle devlet tarafından öldürüleceğini
bilmelidir.[7] Bu tür canilere
hapis cezası değil, tam aksine en kısa sürede yapılacak adil yargılamadan sonra
derhal idam cezası verilmeli ve uygulanmalıdır. Bu katil, o masum çocuğu
öldürdüğü yerde/mekânda kurulacak idam sehpasında sallandırılmalı yahut
elektrikli sandalyeye oturtulmalı, bir kısım insan da bu sahneye “canlı olarak”
şahit olmalı, katil/cani öldürülürken kimseyi “yersiz acıma duygusu”[8] kaplamamalıdır.
Ayrıca o esnada çekilecek
görüntüler medya aracılığıyla tüm dünyaya servis edilmeli, adil, bağımsız,
tarafsız ve şeffaf yargılama sonucu suçu sabit olan böyle bir çocuk katiline/caniye
Türkiye’de nasıl “caydırıcı bir ceza verildiğini” tüm dünya bilmelidir.
Burada utanılacak, sıkılacak, çekinilecek ve korkulacak bir durum yoktur.
Zira bu suça Türkiye’de böyle bir cezanın verildiğini/verileceğini bilen herkes
ona göre hareket eder ve ayağını denk alır. Böylece Hindistan, Pakistan, Çin ve
benzeri ülkelerde kadınlara/kızlara tecavüz ederek onları acımasızca öldürenler
böyle bir cezalandırmadan haberdar olur; bu ibretlik ceza oradaki halka örnek
teşkil eder; belki yıllar sonra söz konusu ülkelerde de idam cezası bu şekilde uygulanmaya
başlanır. Kanaatimizce bu da tüm insanlığın
yararına olur.
Diğer taraftan böyle bir katile/caniye uygulanacak idam cezasını “büyük
bir vahşet” olarak göstermeye ve engellemeye çalışmak, “Hangi çağda yaşıyoruz!” gibi komik söylemlerle zihinleri çelmek de
yanlıştır. Bu tür hırıltılar çıkartan, saçmaladıkları
halde düşünce/fikir ürettiklerini zanneden, mağdurların yaşam haklarını göz
ardı edenler, aklı ve vicdanı kapkara olmuş, bir başka ifadeyle “şeytanlaşmış
kimselerden” başkası değildir.
Bu tipler, genellikle sırf kendilerini düşünen, fildişi kulelerinde oturan,
iyilikleri değil kötülükleri yaygınlaştıran, empatiden uzak, bencil, narsist, hedonist,
kâfir, münafık, putperest ve müşriklerdir. Bunlar, her dönemde olmuş ve hep aynı
tür konuşmalar yapmışlardır. Ancak ne zaman ki işin ucu kendilerine dokunmuş, o
zaman akılları başlarına gelmiş ve bu seferde “Bu katiller derhal idam edilmeli!” diye feryat etmiş, bağırıp
çağırmışlardır. Dolayısıyla bu adamların/kadınların zırvalarına itibar
edilmemeli, dikkate ve ciddiye dahi alınmamalıdır.
Öte yandan, nefret ve hakaret
içermeyen, toplumu kin ve düşmanlığa sevk etmeyen düşünce/fikir suçlarına
kesinlikle “idam gibi geri dönüşü mümkün olmayan ceza” verilmemelidir. Herkesin
düşüncesini özgürce ifade edebileceği ortamlar sağlanmalıdır. Uyduruk belgelerle,
teknoloji sayesinde üretilmiş sahte delillerle/montajlarla/dublajlarla, yalancı
şahitlerin tanıklığıyla masum insanlar idama veya ademe (yokluğa) mahkûm
edilmemeli, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki her türlü engel ortadan
kaldırılmalıdır.
Ancak eleştiri sınırlarını aşan, kişinin şahsiyetini alenen tahkir ve
tezyif eden, nefret ve hakaret suçu içeren yazı, söylem ve karikatürlere de
asla müsaade edilememeli, bunlar basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemeli
ve böyle yapanlara da caydırıcı cezalar neyse o verilmelidir. Zira mutlak
özgürlük yoktur. Bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde diğerinin özgürlüğünün
biteceğini/sınırlandırılacağını herkes bilmelidir. Pervasızca ona buna saldırıp
iftira ve hakaretlerde bulunanlar hak ettikleri ceza neyse mutlaka ona
çarptırılmalıdır.
Sonuç olarak, “kısasta hayat olduğu” gerçeği kıyamete kadar geçerliğini
koruyacak şaşmaz, eskimez ve değişmez bir hakikattir. Nasıl kangren olmuş bir organı kesmek tüm vücudu kurtarmak için elzem ise
suçu sabit olmuş seri katillere/canilere idam cezası vermek de huzur isteyen toplumlar
için şarttır. Çünkü iradesini şeytanının kontrolüne teslim ederek “şeytanlaşmış
bir insan müsveddesini” ortadan kaldırmak hakkın, adaletin, merhametin, akl-ı
selimin ve bozulmamış fıtratın tabiî bir gereğidir. Dolayısıyla meseleye tek
taraflı ve yüzeysel bakarak bu canilere “idam” yerine “hapis cezası” istemek,
böylece geniş halk kesimlerini yanıltmak ve yanlış kararlar almalarına neden olmak
büyük vebaldir. Çünkü bu tür yanlış fikirleri ortaya atan ve bunları pervasızca
savunanlar yazdıkları/söyledikleri her şeyden âhiret günü mutlaka hesaba
çekileceklerdir. Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa bunun karşılığını, kim de
zerre miktarı kötülük yapmışsa veya yapılmasına göz yummuşsa yahut buna zemin
hazırlamışsa o da bunları görecek ve karşılığını mutlaka alacaktır.
(25.07.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder