Şehitler Ölmez! Çünkü…(359)

 

Günümüzde aydın geçinen kimi zalimin/münafığın/fâsıkın/mücrimin Yüce Allah’ın âyetleriyle alay ettiği, “şehitler ölmez” cümlesini dillerine doladığı, meseleyi bir türlü anlamaya yanaşmadığı, pozitivist/materyalist bir zihniyetle hareket ettiği ve kesinlikle ahiret gününe inanmadığı görülmektedir. Dolayısıyla böylelerinin ders almalarını sağlamak için şehitlerin ölmeyeceğiyle ilgili âyetleri hatırlatmakta, açıklamakta ve uyarmakta fayda mülahaza ediyoruz.

Âyetleri birlikte okuyalım.

“Allah yolunda öldürülen (şehit)lere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”[1]

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Allah'ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere; “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair müjde vermek isterler. Onlar Allah'tan gelecek olan nimet ve keremin, Allah'ın mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.”[2]

Elbette bu âyetlerin kast ettiği şehitler “Allah yolunda mücadele ederken, O’nun ilkelerine uygun yaşarken ve o prensipleri hayata hâkim kılmak için canıyla ve malıyla bu uğurda mücadele ederken öldürülen veya ölen kâmil mü’minlerdir.” Yoksa bazı insanların “keyfi bir tarzda” dillerine doladıkları türden “şehitlerle” ilgili değildir. Bir başka ifadeyle kendi sahte davaları, ideolojileri, güç tutkuları veya sahte “izm”leri uğruna ölen veya öldürülenler ile Allah Teâlâ yolunda savaşırken şehit olanlar kesinlikle “bir/aynı/eşit/denk” değildir. Zira sahte ile gerçek asla bir ve eşit olamaz.

Yani kendi şahsî ihtirasları, egoları ve yönetme arzuları nedeniyle ölümlerine neden oldukları gafillerin/sefihlerin/sefillerin “şehit” olduğunu iddia eden zavallılar yanılmaktadır ve onların anladığı manada bir şehitlik İslam’da zaten yoktur. İnsanları teselli etmek için ortaya attıkları “demokrasi şehidi”, “basın şehidi”, “özgürlük şehidi”, “barış şehidi”, “falan şehidi” gibi kavramlar kendi uydurdukları terimlerdir ve bunlara aldananlar da büyük bir yanlış yapmaktadır. Çünkü bu türden bir şehitlik ne Kur’ân’da ne de sünnette söz konusudur. Dolayısıyla şehitliğin kriterlerini belirleyen “kerameti kendinden menkul adamlar/sahte şeyhler/yarım hocalar/dedeler/babalar/ahuntlar/melleler/sözde aydınlar/gazeteciler vs.” değil Kur’an ve sahih sünnetin şaşmaz ve değiştirilemez külli kaideleridir.

Uydurma rivayetlere veya mitolojilere bakarak ona buna bol keseden şehitlik dağıtan yarım hocalar/çakma ilahiyatçılar bu yaptıklarının bedelini ahirette mutlaka ödeyeceklerdir. Kısaca herkes, şehitlik konusunda ölçü koyamaz; koyarsa bu saçmalamak/zırvalamak olur; zırva ise tevil götürmez; dolayısıyla bunlara kananlar sadece beyinsizlerdir.

Bu girişten sonra yukarıdaki âyetlerden çıkarttığımız sonuçları şöyle ifade edebiliriz:

1. Gerçek anlamda şehit olanlar, ruhlarını görevli meleklere teslim ederken hiçbir acı hissetmez, öldükten sonra karşılaştıkları o dehşet verici manzaralar karşısında hiç korkmaz ve hiçbir üzüntü duymazlar. Üstelik onlar, o kadar mutludurlar ki, hakiki manada şehit oldukları için kendilerinden sonra gelip de kendileri gibi şehadet şerbetini içecek salih mü’minlere “şehit olurken hissettikleri o güzel duyguları anlatmayı ve sonrasında karşılaştıkları güzelliklerin müjdesini vermeyi” çok ama çok isterler. Dolayısıyla hakikî şehitlerin ruh halini tasvir eden Kur’ân’ın bu âyetleri doğru anlaşılmalıdır.

2. “Şehitler ölmemiştir” çünkü onlar hayatlarını ortaya koyarak hakikate şahitlik etmiş ve “bir kilometre taşı/yön levhası” olmuşlardır. Onlar öyle mükemmel bir iş başarmışlardır ki o iş nedeniyle amel defterlerine sevaplar akmaya devam etmekte ve bu sayede manen rızıklandırılmaktadırlar. Yani maddî bir rızık söz konusu olmayıp manevî azıklarla/sevaplarla cennetteki dereceleri daha da katlanarak artmaktadır. Hal böyle olunca, onlar sanki diri gibidir ve amel defterlerine sevaplar akmaya devam etmektedir. O yüzden sanki onlar “hiç ölmemiş gibidir.” Dolayısıyla bütün bunları anlamak istemeyenlerin dinî ve manevî değerlerle hiçbir ilgilerinin olmadığı çok rahatlıkla ifade edilebilir. (Kanaatimizce İslam’a hiç inanmayanların ya da yarım gönüllü inanan ikiyüzlülerin “samimi dindarların değerlerine” dil uzatmaları, Allah’ın âyetleriyle alay etmeleri “bir nefret ve hakaret suçu” olarak değerlendirilmelidir.)

3. “Şehitler ölmemiştir” çünkü onlar Yüce Allah’ın emirlerine tam bir teslimiyet göstermiş ve korkusuzca ölüme gitmişlerdir. Onlar şehit olmuştur ama geride kalanların yaşamasına imkân sağladıkları için ölmemişlerdir ve manen diridir. Çünkü inandıkları din uğruna hayatlarını feda etmiş, ama kendilerinden sonra gelenlerin hayatta kalmasına vesile olmuşlardır.

4. “Şehitler ölmemiştir” çünkü onlar geçici dünya güzellikleri yerine kalıcı olan ahiret hayatına yatırım yapmış ve sonsuz olan ahiret yurdunda iyi bir yer tutmanın yolunu aramış ve bulmuşlardır. O yüzden şehitlerin ölmedikleri ve yaptıkları o mükemmel iş nedeniyle manen diri oldukları ortadadır; ancak bunu anlamak için Yüce Allah’a ve ahiret gününe tam iman gerekir. İman etmeyenlerin veya sadece diliyle iman ettiklerini söyleyenlerin bu hakikati anlayabilmesi/fark veya idrak edebilmesi elbette zordur/imkânsızdır.

5. Her lisanda olduğu gibi Türkçede de; “O kimse ölmemiştir, kalbimizde yaşıyor” ifadesiyle “mezkûr kimsenin çok önemli işler yaptığı, çok sevildiği ve çok değerli bir insan olduğu” kast edilir; oysa o insan ölmüştür; bedeni toprak olmuştur; bunu herkes çok iyi bilmektedir. İşte Arapçada da benzer kullanımlar söz konusudur. Dolayısıyla “Şehitler ölmemiştir, bilakis diridirler” ifadesiyle “onların çok büyük işler başardığı, takdiri ve övgüyü hak ettiği, manen gönüllerde yaşadığı” kast edilmiş olabilir. Ancak şehitler de herkes gibi ölmüş,[3] ruhları ruhlar âlemine intikal etmiş ve bedenleri de bu dünyada kalmıştır.

6. “Şehitler ölmemiştir” çünkü onlar Yüce Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerden olmayı ve ahiret günü zirvede bulunmayı hak etmişlerdir. Bu eşsiz nimetlere Allah yolunda şehit olmaları nedeniyle kavuşturulmuşlardır. Şu âyetleri birlikte okuyalım:

“Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, (hakikatten hiç sapmamış) sıddıklar, (Allah yolunda hayatını vakfeden ve canını imanına şahit kılan) şehitler ve (İslam'ın emir ve yasaklarına eksiksiz uyan) salihlerle beraber olacaklardır. İşte onlar ne güzel arkadaştır! Bu, ihsan ve ikram Allah'ın lütfudur. (Bu ihsan ve ikrama mazhar olanların kadrini Yüce) Allah'ın biliyor olması yeter.”[4]

“Allah'a ve peygamberlerine inananlar var ya, işte onlar hem özü sözü doğru kimselerdir (hakikatten hiç sapmamış sıddıklardır) ve hem de Allah'ın huzurunda tanıklık edenlerdir (her türlü fedakârlığa hazır olanlardır). Onların hem mükâfatları hem de nurları vardır...”[5]

Sonuç olarak “hakikî şehitler”, şehit olurken hissettikleri o güzel duyguları kendileri gibi şehit olacak mü’minlere anlatmayı ve sonrasında karşılaştıkları güzelliklerin müjdesini vermeyi çok isterler. Onlar din, vatan, namus ve bayrak uğruna hayatlarını feda ederek hakikate şahitlik etmiş ve bir kilometre taşı olmuşlardır. Bu yüzden de amel defterlerine sevaplar akmaya devam etmekte ve cennetteki dereceleri daha da yükseltilmektedir. Onlar şehit olmuş ama geride kalanların yaşamasına imkân sağlamışlardır. Bu yüzden de büyük bir iş başarmış, adeta ölmemiş ve manen diridirler. Onlar geçici dünya hayatının güzellikleri yerine kalıcı olan ahiret hayatına yatırım yapmış ve sonsuz olan cennet yurdunu kazanmışlardır. Yaptıkları bu büyük fedakârlık sayesinde de Yüce Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerden olmayı ve ahiret gününde zirvede bulunmayı hak etmişlerdir. (11.12.2015)



[1] el-Bakara 2/154.

[2] Âl-i İmrân 3/169-171.

[3] Her nefis ölümü tadacaktır...” Âl-i İmrân 3/185; el-Ankebût 29/57.

[4] en-Nisâ, 4/69-70.

[5] el-Hadîd 57/19.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!

Evlilik Kader midir? II (362)

Uydurma Rivâyetler ve Mehmet Akif Ersoy’un Uyarısı (236)