Muhammed et-Tahir İbn Âşûr’un Sünnet Tasnifi (337)
Sünnet, Hz. Peygamber’e nispet edilen söz, fiil ve takrirlerdir. Yani;
onun yaşam tarzıdır; sürekli ve devamlı olarak yaptığı davranışlardır. Nitekim
kelime sözlükte “yol ve gidişat” anlamlarına gelmektedir. Sünnet, “ara sıra ve gelişigüzel yapılan şeyleri
değil, âdet niteliğinde devamlı ve sürekli, aynı zamanda bilinçli davranışları”
ifade eder.
Tarihi süreç içerisinde Hz. Peygamber’in sünnetinin bağlayıcılığı
konusunda farklı yaklaşımlar olmuştur. İslam âlimleri, Hz. Peygamber’in
sünnetinin tamamına mı yoksa bazılarına mı “mutlaka uyulması gerektiği”
konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu nedenle onlar ilk asırlardan itibaren sünneti
bağlayıcılık açısından çeşitli sınıflandırmalara tabi tutmuşlardır. Mesela İbn
Kuteybe (ö. 276/889) bağlayıcılık açısından sünneti “üç kısma” ayırırken, Şah
Veliyyullah ed-Dehlevî (ö. 1176/1762) Hz. Peygamber’in davranışlarını “iki ayrı
başlıkta” incelemiştir.
Çağdaş yazarlardan Muhammed et-Tâhir İbn Âşûr ise sünneti bağlayıcılık
açısından detaylı bir tasnife tabi tutmuş ve sünneti “on iki (12) kategoride”
değerlendirmiştir.
Şimdi bu kategorileri yakından inceleyelim.
1. Teşrî (Yasama). Hz. Peygamber’in sünnetinin büyük
çoğunluğu bu kısma dâhildir. Çünkü onun amacı, insanlara uymaları gereken
ahkâmı bildirmektir. Ahkâm konusunda Hz. Peygamber’e uymak zorunludur. Mesela
namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, haccın nasıl yapılacağı buna
örnek olarak verilebilir.
2. Fetvâ. Hz. Peygamber’in dinî konularda kendisine sorulan
sorulara verdiği cevaplar bu kısma dâhildir; bu fetvalar da ümmeti bağlayıcıdır.
3. Yargı (Kadâ). Hz. Peygamber’in ihtilaflı bir konuyla ilgili
olarak iki taraf arasında verdiği hükümler bu kısma girer. Bu da yasama
niteliğinde olup bağlayıcıdır.
4. Devlet başkanlığı (el-İmâra). Devlet başkanı olarak yaptığı
bazı davranışlardır. Mesela Hz. Peygamber; “Harpte bir düşmanı öldüren o
düşman üzerindeki silah, mal ve teçhizatı alma hakkına sahip olur” sözünü “devlet başkanı sıfatıyla”
söylemiştir. Bu bakımdan öldürülen düşmanın üzerindekileri almak ancak “devlet
başkanın verdiği izinle” mümkün olabilir. Devlet başkanı izin vermediği
takdirde hiçbir kimsenin düşmanın üzerindeki eşyayı alması caiz değildir.
5. İyi ve güzel şeylere teşvik (Hedy). Bu kısma giren Hz.
Peygamber’in davranışlarının mutlaka yerine getirilmesi zorunlu değildir. Ancak
yapılması uygun olur. Hz. Peygamber’in “kölelere (savaş esirlerine) yediğinden
yedirmek giydiğinden giydirmek” sözü “en iyiye teşvik” amacıyla söylendiğinden
aynı şeylerin yedirilip giydirilmesi zorunlu değildir. Zorunlu olan köle ve
cariyenin insanca yaşayabileceği şekilde ihtiyaçlarını karşılamaktır.
6. Arabuluculuk (Sulh). İki tarafın rızasına dayanarak iki tarafı
da anlaştırmaktır. Yargıdan farklıdır. Çünkü iki tarafın rızasına dayalı olarak
ortaya konulan çözümü içerir. Mesela Hz. Peygamber iki sahabî arasında
alacak-verecek meselesindeki ihtilafı çözmek için zengin alacaklıya “alacağının
yarısından vazgeçmesini” tavsiye etmiştir. Ancak onun bu sözüne bakarak
“alacaklı olan herkes, borcunun yarısından vazgeçmek zorundadır” şeklinde genel
bir hüküm çıkarmak kesinlikle mümkün değildir.
7. Fikir danışanlara yol göstermesi. Hz. Ömer, Allah rızası için
bir adama cihatta kullanılmak üzere bir at verir. O at kaza sonucu sakatlanınca
mezkûr şahıs atı geri satmak ister. Atın ucuza satılmasını istemeyen Hz. Ömer
tekrar o atı satın almak ister ve konuyu Hz. Peygamber’e danışır. Bunun üzerine
Hz. Peygamber’in; “Bir dirheme bile verse o atı satın alma, zira
sadakasından cayan kusmuğunu yiyen köpek gibidir” dediği rivâyet edilir.
Kanaatimizce Hz. Muhammed, Hz. Ömer’e insanlar arasında “yanlış anlaşılmalara”
mahal vermemek amacıyla böyle bir yol göstermiş olmalıdır. Nitekim onun bu alış-verişi yasaklaması haram
olduğundan değil toplumda yanlış anlaşılmalara sebebiyet verme ihtimali
nedeniyledir. Nitekim fakihler bu tür bir alış-verişin geçerli/caiz
olacağını kabul etmişlerdir.
8. Nasihat. Örneğin Fatıma
bint Kays, Hz. Peygamber’e gelerek kendisiyle evlenmek isteyen Muaviye b. Ebî
Süfyan ile Ebû Cehm hakkında bilgi ister. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ebû
Cehm’in “eli sopalı/şiddete meyyal” birisi, Muaviye’nin ise “cimri” olduğunu
söyler. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in bu sözüne bakarak ikisiyle de evlenmenin
caiz olmadığı anlamını çıkartmak mümkün değildir. Çünkü onun bu sözü kendisine
danışan bir hanım sahabîye nasihatten ibarettir.
9. İnsanları en mükemmel olana yönlendirme. “Hasta ziyareti,
cenazeyi takip, selamı yayma, davete icabet” gibi emirler ashabı en mükemmele
yönlendirme amacı taşıdığından “farz niteliğinde” kabul edilmez; edilirse
müslümanlar zora sokulmuş olur. Bu nedenle İslâm âlimleri bu gibi emirlerin
farziyet ifade etmediği kanaatine varmışlardır.
10. Yüce hakikatleri telkin. Hz. Peygamber sadakanın önem ve
faziletini anlatmak için “Uhud dağı kadar altınım olsa, üç dinar kalıncaya
kadar onu sadaka olarak dağıtırdım” diyerek sadakanın önemine dikkat çekmiş
ve ümmetini infaka çağırmıştır. Ancak Ebû Zerr ise bu hadise bakarak “bunun tüm
ümmete şamil olduğunu söylemiş ve mal/para/servet biriktirmeyi” doğru bulmamıştır.
Lakin Hz. Osman, onun bu anlayışını yanlış bulup itiraz etmiştir. Gerçekten de
bu hadisten (bir zamanlar Hz. Peygamber’den valilik görevini isteyen ve Hz.
Peygamber tarafından ehil görülmeyerek isteği geri çevrilen) Ebû Zerr’in
istinbat ettiği gibi bir hüküm çıkartmak asla mümkün değildir. (Günümüzde
bazıları, “sol ilahiyat” kavramının arkasına sığınarak “Ebû Zerr’in zenginlik
karşıtı bu söylemlerini” kendisine sütre/kalkan edinmekte, Ebû Zerr’in hem Hz.
Muhammed hem Hz. Ömer hem de Hz. Osman tarafından eleştirildiği/uyarıldığı
gerçeğini bilerek gizlemekte, onu tüm yönleriyle tanıtmaktan kaçınmakta, adını
istismar ederek gençleri etrafına toplamakta ve din simsarlığı yapmaktadır.)
11. Tehdit ve Azarlama. Hz. Peygamber, tehdit ve ikaz kastıyla bazen
mübalağa içeren sözler söylemiştir. Onun bu tür mübalağalı ifadelerini zahiri
manasına bakarak anlamak/algılamak yanlış olur. Örneğin Hz. Peygamber; “Cemaate
gelmeyenlerin evlerini başlarına yıkmak istediğini” söylemiştir ki, bunu
gerçek anlamıyla düşünmek yanlış olur. Bu sözün söylenmesinin amacı, “cemaatle
namazın önemini vurgulamak ve cemaatle namaz kılma konusunda gevşek davranan
müslümanları ikaz etmekten” ibarettir.
12. Yaratılış icabı ve maddî ihtiyaçlar gereği yaptıkları. Bunlar
Hz. Peygamber’in bir insan olarak ortaya koyduğu davranışlar olup ümmetin
tamamını bağlamaz. Yeme içme tarzı,
yediklerinin ve içtiklerinin cinsi, giyim kuşam tarzı, yolda yürüyüşü, hayvana
binmesi, sağ yanı üzere uzanıp uyuması, hurma aşılama konusundaki tavsiyeleri
bunlardandır. Bu konular “dinî bir nitelik” taşımadığından ümmetin bu konularda
Hz. Peygamber gibi davranması gerekmez. Zira bu davranışlardan amaç “ne dinî
bir hüküm ortaya koymak ne de müslümanlardan kendisi gibi davranmalarını”
istemektir. Nitekim fıkıh usulünde bir kaide olarak “Hz. Peygamber’in insan olarak (yaratılış gereği) ortaya koyduğu
davranışlarının ümmeti için bağlayıcı olamayacağı” kabul edilmiştir.
Görüldüğü üzere verilen tüm bu örnekler “sünnetin tamamının bağlayıcı
olmadığını” açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla
sünnete uymak demek, Hz. Peygamber’den gelen her şeyi hiçbir ayrıma tutmadan ve
bağlayıcılık açısından hepsini “aynı düzeyde görerek” harfi harfine ve adeta
robot gibi taklit etmek değildir. Hiçbir ciddi İslam âlimi böyle bir
fikri savunmamıştır. Dolayısıyla sakal bırakmak, sarık sarmak Arapların
giydiğine benzer kıyafetler giymek, yerde yemek yemek, elle yemek, camilerdeki
halıyı kaldırıp toprak zeminde namaz kılmayı teklif etmek vs. davranışlar “taklitçilik” olup böyle bir anlayışın
kabul edilebilmesi mümkün değildir.[1]
Sonuç olarak, yapılan bu sınıflandırmadan da anlaşılacağı üzere “sünnetin
tamamının bağlayıcı olduğunu” söylemek mümkün değildir. Bu bakımdan
bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti doğru anlamak hem ümmete
büyük kolaylık sağlayacak hem de İslam’ın daha doğru tanıtılmasına zemin
hazırlayacaktır. (10.07.2015)
Yorumlar
Yorum Gönder