Lafızcı Akımlar ve Bu Felaketten Çıkartılacak Dersler! (314)

 

Günümüzde Batılı güçlerin de desteğiyle Neo-Hâricîlik, Neo-Selefîlik, Neo-Vehhâbîlik gibi çeşitli akımlar ortaya çıkmıştır. Bunlar kendi ürettikleri yanlış din yorumlarını Selefîlik’i de kullanarak onaylatmaya ve her zaman haklı olduklarını iddia etmeye başlamışlardır. Bu sakat akımlar eskiden beri var olan mezhepleri/fıkıh ekollerini “bid’at üretmekle”, zühd hayatı yaşamaya çalışan mutasavvıfları -toptancı bir yaklaşımla- “dalaletle düşmekle”, akıl ve reyi öneren ulemayı da “zındıklıkla” suçlamış, kısaca kendilerinin dışında kalan herkesi tekfir etmekte herhangi bir mahzur görmemişlerdir.

Oysa Kur’ân ve sünnet ile doğru bir ilişki kurulmasının yolu ancak “akıl ve rey” ile mümkündür. Bu akımlar ise akla değil “nakle” önem vermişlerdir. Sahih hadisleri anlamaya çalışmak bir yana, kimin söylediği tam olarak belli olmayan her rivayeti/haberi hadis diye Hz. Peygamber’e atfetmiş” ve bunlara dayanarak Kur’ân’ı anlamaya çalışmışlardır. Aklı yok saydıkları, rivayeti önceledikleri ve körü körüne atalarının yanlışlarını savundukları için de Kur’ân’ı doğru dürüst anlayamamışlardır. Sağlıklı tefekküre bu kadar önem veren dini “akıl ve mantık kuralları” dışında anlamaya çalışmak onları iyice çıkmaza sokmuştur. O yüzden de Kur’ân ve sünneti anlama biçimleri her zaman sorunlu olmuştur. Lafzın ifade ettiği tek manaya odaklandıkları için Yüce Allah’ın maksadını/gayesini/muradını/amacını/hedefini bir türlü anlayamamış, anlamak için de hiçbir çaba sarf etmemişlerdir. Hz. Peygamber’in neden öyle söylediği ve davrandığını araştırmaya gerek duymadan “lafzın ilk anlamını esas alıp hüküm vermekte” bir sakınca görmemişlerdir.

Moğol istilasının İslam coğrafyasını kasıp kavurduğu o yıllarda doğan boşluktan faydalanan bu akımlar iyice güç kazanmışlardır. Sufîlerin bir takım yanlışlarını doğrudan şirkle irtibatlandırıp onlara cephe almış, böylece taraftarlarının sayılarını çoğaltmışlardır. Türbeleri ve mezarları yakıp yıkmışlardır. Kısmen haklı oldukları konular olsa da çok katı tutumları nedeniyle “en güzel mücadele metodundan” uzaklaşmış, kendilerini tek ve şaşmaz doğru/otorite kabul etmiş ve hakikatin sadece kendi tekellerinde olduğuna inanmışlardır.

Bu akımların bir kısmı Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecinde Batılılarla yaptıkları ittifakın bir karşılığı/sonucu olarak “yeni kurulan devletlerde siyasî ideoloji” haline gelmeyi başarmışlardır. Ele geçirdikleri yer altı servetlerini de kendi ideolojilerini yaymak için kullanmışlardır. Batılı ülkelerin de desteğiyle son yıllarda iyice palazlanmış ve İslâm’ı vahşet dini gibi göstermeye çalışanların oyuncağı olmuşlardır. Onların bu art niyetli çalışmalarında “yardımcı unsur/maşa/taşeron” olarak kullanıldıklarını bir türlü fark edememişlerdir. Çünkü akıl ile aralarına epey mesafe koydukları için yanlış üstüne yanlış yapmışlardır.

Kendi din anlayışlarına/yorumlarına inanmayan din kardeşlerini kâfir ilan etmekte herhangi bir beis görmemişlerdir. Kâfir ilan ettikleri din kardeşleriyle savaşmayı meşrû saymış, kendi kafalarına göre bir “cihat ve şehitlik anlayışı” geliştirmişlerdir. Oysa hakiki bir mü’min, “kıbleye yönelen ve müslüman olduğunu söyleyen birisini” tekfir edip onunla savaşamaz. Kısaca ifade etmek gerekirse “Ben müslümanım” diyen bir din kardeşini tekfir edip onunla savaşmayı cihat sayamaz ve onları canlı bombalar patlatarak öldürmeyi meşru göremez. Nitekim beline bağladığı bombaları bir camide patlatarak yüzlerce müslümanı katleden bir kişi nasıl şehit olacağını düşünebilir ki?

İşte bu akımlar, beyinlerini yıkadıkları gençlere öyle bir ideoloji aşılalamışlardır ki bu zavallılar cennete gideceklerine kesinlikle inandırılmışlardır. Batılı istihbarat örgütleri de asırlardır olduğu gibi günümüzde de bu akımları çok güzel kullanmış, İslam’ın kitlelerin umudu olmasını engellemiş ve bunların eylemlerini bahane edip insanları İslam dininden soğutmuşlardır.

Bu beyni uyuşturulmuş sefihlerin/kullanışlı aptalların eylemleri nedeniyle dünyadaki insanların zihinlerinde/kalplerinde İslam’a olan ilgi ve sempati gittikçe azalmıştır. Bunun bilincinde olan şer odakları da sahih/güvenilir/doğru İslam anlayışı yerine bu tür akımları desteklemiş, şımartmış, kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir.

Oysa dinin yorumları “yorum” olarak kalmalıdır. Yorum, yorum olarak kaldığı sürece bir problem yoktur. Ancak yorum, dinin yerine geçmeye başlayınca ciddi sıkıntılar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Görüldüğü üzere günümüzde İslam dünyasının en önemli sorunlarından birisi ve en önemlisi ehil olmayan kişilerin bu tür sahte din yorumlarıdır.

Nitekim “din üzerinden güç ve nüfuz devşirenler”, kendi yorumlarını din olarak dayatmış ve dinin genleriyle oynamışlardır. Bu dayatmacılar şahsî yorumlarını Kur’ân ve sünnetin yerine koymuş, hem Yüce Allah hem de Hz. Peygamber ile doğrudan görüştüklerini, Hz. Peygamber’in ruhaniyetinden istifade ettiklerini, ondan feyz ve ilham aldıklarını iddia edip yandaşlarını kandırmışlardır. Bu sahte şeyh, yarım hoca ve çakma halifelere inanan yüzbinlerce insan da doğru yolda olduklarını zannetmiş, ateşe koşan pervaneler gibi bu adamların peşinden gitmişlerdir. Zira çoğu beleşçi/kolaycı olduğundan el etek öperek, şeyhinin/hocasının eteğine tutunarak cenneti kazanacakları “palavralarına” inanmış ve kandırılmayı arzulamışlardır. O yüzden de din kardeşleri tarafından kendilerine yapılan her türlü uyarıya kulak tıkamış, aklı devre dışı bırakmış ve kendilerine emredilenleri yapmışlardır. Tıpkı Kur’ân’ın dediği gibi hocalarının/liderlerinin peşinde gitmekten oldukça memnun olmuşlardır.[1] Bu sefihler kendilerini uyaranlara teşekkür etmek yerine hakaret etmeyi ve onları ortadan kaldırmayı düşünmüşlerdir.

İşte bütün bunlardan dolayı aklı başında her müslümana düşen görev, bu akımlarla, ideolojilerle, sahte din adamlarıyla ve çarpık din yorumlarıyla aralarına ciddi mesafeler koymak, bunların “insanlık ve hukuk dışı eylemlerini” mutlaka lanetlemek ve en kısa zamanda “doğru bir İslam anlayışına” sahip olmak için gece gündüz çaba sarf etmek olmalıdır.

Sonuç olarak, kıyamete kadar gelecek tüm toplumlara (âlemlere) rahmet olarak gönderilen İslâm dininin “korku, şiddet, vahşet ve terör” diniymiş gibi gösterilmesi karşısında öncelikle müslümanların kendi akıllarını başlarına toplaması gerekir. Zira şeytana; “Neden şeytanlık yapıyorsun?” denilmez. Zira o mühlet istemiş, kıyamete kadar izin almış ve ekibiyle birlikte görevinin başındadır.[2] Bu bakımdan İblis’in/şeytanın peşinden gidenlere; “Neden şeytanın peşinden gidiyorsunuz? Neden şeytanlaşmış insanlara ittibâ ediyorsunuz? Onlar sizin düşmanınız! Aklınızı başınıza alın! Onların vesveselerine/iğvalarına aldanmayın! Dönün o yanlış yoldan! Nereye gidiyorsunuz? İşin kolayına kaçmayın! Sorumluluklarınızın bilincinde olun!” diye seslenilir. Bu nedenle şeytan ve taraftarları işlerini yaparken kendi vazifesini yapmayan müslümanların suçu tagûtlara, deccallere, müşriklere, kâfirlere, sahte hocalara, sahte şeyhlere veya çakma ilahiyatçılara atarak sorumluluktan kurtulacaklarını zannetmeleri yanlıştır. Dolayısıyla her müslüman işe önce kendinden başlamalı, imanını tahkiki hâle getirmeli, Kur’ân ve sünnetin ilkelerini doğru ve güvenilir kaynaklardan öğrenmeli, her din yorumunu din zannetmemeli ve sefihlerle arasına mesafe koymalıdır. Aksi halde kendi düşenin ağlamaya hakkı olmaz. Çünkü kolay ve zahmetsiz yoldan cennete girivereceklerini zannedenler her zaman kaybetmeye mahkûm olur. (23.01.2015)



[1] Rûm 30/32.

[2] el-A’râf 7/14-18; el-Hicr 15/36-43; es-Sad 38/71-85.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evlilik Kader midir? I (361)

Evlilik Kader midir? II (362)

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!