Hz. Peygamber Kimseye Surat Asmamıştır! (358)
İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu Abese Sûresi’nin ilk iki âyetini
yorumlarken bazı rivayetleri esas almış, surat asan kimsenin Hz. Peygamber olduğunu, bu yüzden de Yüce Allah tarafından
azarlandığını iddia etmişlerdir. Ancak bu görüşe katılmayan âlimler de olmuş ve
ciddi deliller ileri sürmüşlerdir. Onların
bu delillerine bakarak kimin doğru yorum yaptığını -söylediğini değil- tespit
etmek sağlıklı tefekkürün hakkını veren kimselere düşmektedir. Bu nedenle
yapılması gereken “delillerin
kalitesine bakmak” ve üzerinde “sağlıklı
tefekkür yaparak” gerçeğe ulaşmaya çalışmaktır.
(Kanaatimizce bir kimsenin emek sarf etmeden ve üzerinde yoğunlaşmadan Kur’ân-ı
Kerîm’i anlayabileceği iddiası içi boş bir söylemdir. Çünkü Kur’ân’a gereken
değeri vermeyenlerin Kur’ân’ı hak ettiği şekilde anlayabilmeleri asla ve kat’a
söz konusu değildir.)
Öncelikle bu sûrenin ilk on ayetini zikredelim.
“O
(kibirli adam) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanına âmâ/kör geldi
diye…”[1] “Ve (sana gelince ey
Nebî!) Sen nereden bileceksin o (müşrikin) arınacağına dair bir ihtimal
bulunduğunu veya alacağı öğüdün kendisine bir yarar sağlayacağını? Fakat kendi
kendine yettiğini sanan o kimseye gelince: Sen bütün ilgini ona yönelttin. Oysa
onun arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat sana büyük bir iştiyakla gelen
var ya: -ki o Allah’a saygıda kusur etmez- İşte sen onu ihmal ediyorsun!”[2]
Görüldüğü üzere ilk “iki âyetin” muhatabı
Mekkeli zengin bir kodaman iken, diğer “sekiz âyetin” muhatabı Hz.
Peygamber’dir.
Bu âyetlerde Yüce Allah, “sosyal statünün ve
zenginliğin kişinin değerini belirlemede etkili olamayacağını, aksine arınmak
için gayret gösteren kimseye öncelik verilmesi gerektiğini” Hz. Peygamber’in şahsında tüm mü’minlere bildirmekte, bütün
ilginin zenginliği nedeniyle bir kimseye gösterilmesini doğru bulmamakta ve
adeta; “Ey Nebî! Böyle yapmak sana yakışmadı” diyerek onu uyarmaktadır.
Bu ikazla “varlıklı ve hatırlı kişilerle daha fazla ilgilenilirse onların iman
edebilecekleri yönündeki yaygın kanaatin yanlışlığı” da ortaya konulmuş olmaktadır.
Görüldüğü üzere 3 ila 10. âyetlerde Hz.
Peygamber, “suratını astığı, yüzünü ekşittiği ve sırtını çevirdiği için değil,
tam aksine bütün ilgiyi adı geçen zengine yönelttiği ve fakir âmâyı bir müddet ihmal
ettiği için” eleştirilmiştir. Onun bu zellesinin âyetle haber verilerek
düzeltilmesi/ölümsüzleştirilmesi Hz. Peygamber’in de bir insan olduğunu, hata
yapabileceğini, hatadan nasıl tövbe edip dönüleceğini ümmetine göstermek/öğretmek
içindir.
Benzer şekilde Hz. Nûh da kâfir oğluyla ilgili
talebinde yanılmış,[3] Hz.
İbrahim müşrik babasının bağışlanması isteği zaman hata etmiştir.[4]
Her ikisinin de duaları/yakarışları Yüce Allah tarafından reddedilmiş ve tıpkı
Hz. Muhammed gibi onlar da uyarılmışlardır. Zira bütün peygamberler beşerdir; “görevleri haricindeki konularda onların da yanılma
ihtimalleri” mevcuttur. Nitekim Hz. Âdem yasak meyveden yemiş,[5]
Hz. Mûsâ yumruk atarak bir adamın ölümüne sebebiyet vermiş[6]
ve Hz. Yûnus görev yerini izinsiz terk etmiştir.[7]
Ancak bu peygamberlerin tamamı hatalarını anlamış, pişman olmuş, tövbe etmiş ve
affedilmişlerdir.
Şu halde, mezkur âyette geçen “surat asan kimsenin” Hz. Peygamber
olamayacağına ilişkin delillerimizi şöyle sıralayabiliriz:
Birinci delilimiz şudur:
Abese Sûresi’nde geçen “abese (عَبَسَ)
“suratını astı, yüzünü ekşitti” ve “tevellâ (تَوَلّٰى)
“sırtını dönüp uzaklaştı” fiillerinin benzerleri Müddessir Sûresi 22 ila 23.
âyetlerde de “abese (عَبَسَ) “surat astı,
yüzünü ekşitti”, besera (بَسَرَ)
“kaşını çattı”, edbera (اَدْبَرَ)
“arkasını döndü” kelimeleriyle ifade edilmekte ve benzer bir olaydan söz
edilmektedir. Nuzül sebebi rivayetleri dikkatlice incelendiğinde görüleceği
üzere hem Abese hem de Müddessir Sûresi’nde söz konusu menfi davranışı
sergileyen kişi “İslâm’a davet edilen ama kendine özel ayrıcalık bekleyen
zengin bir kodamandır.” Görüldüğü üzere
her iki sûrede de “benzer
kelimelerle bir müşrikin/kafirin davranış tarzı” ortaya konulmakta ve mü’minler
bilgilendirilmektedir. Bu bakımdan âyetin âyetle tefsiri ve Kur’ân’a
parçacı değil bütüncül yaklaşımlar insanı güvenilir sonuçlara götürür.
Dolayısıyla gözleri görmeyen fakir birisi geldi diye kaşını çatan ve sırtını
dönen kişi Hz. Peygamber değil Mekkeli bir müşriktir.
Konuyla ilgili ikinci delilimiz ise
şudur: “İlk iki âyette” surat asan ve sırtını dönen özneden “o” diye söz edilirken, “müteakip
âyetlerde” söze, “sen” diye
başlanılmaktadır. Bu da çok önemli bir
tespittir. Çünkü ilk iki âyetle sonraki âyetlerin “öznelerinin farklı” olduğu
tespiti, gerçeğin peşinde koşanlar için son derece önemli bir ipucudur. Şu
halde 1. ve 2. âyetteki muhatap “o”
diye sözü edilen kibirli adam “Velid b. Muğire b. Şu’be veya Ubey b. Ka’b” iken, sûrenin 3. ve 4. âyetlerinin
muhatabı ise “sen” diye
kendisine hitap edilen Hz. Muhammed’den başkası değildir.
Bir başka ifadeyle; “O adam yanına kör geldi diye suratını astı ve
sırtını dönüp uzaklaştı” diye “üçüncü
bir şahıstan” söz edilirken, bir sonraki âyetin; “Ve (sana gelince ey Nebî!) Sen nereden
bileceksin o (müşrikin) arınacağına dair bir ihtimal bulunduğunu veya alacağı
öğüdün kendisine bir yarar sağlayacağını?” denilerek söze “sen”
diye başlanılması “iki ayrı özne”
olduğunu göstermektedir ki, böylesine güçlü bir delili görmezlikten gelmek ve hâlâ
hatada ısrar etmek doğru değildir.
Konuyla ilgili üçüncü delilimiz ise
şu âyetlerdir:
“Gerçek şu ki, [ey insanlar] size kendi
içinizden bir Elçi gelmiştir: Sizin
[öte dünyada] çekmek zorunda kalabileceğiniz sıkıntıdan ötürü kendini [zihnen]
büyük bir yük altında hisseden (ve hidayete erişmeniz hususunda) size çok
düşkün [ve] mü’minlere karşı şefkat ve merhametle dolu bir Elçi...”[8]
“Allah’ın rahmeti
sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın (ve onlar senin etrafında
toplandı). Eğer kaba-saba ve katı kalpli olsaydın onlar senin etrafından
dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlanma
dile. Toplumu ilgilendiren konularda onlarla müşavere et. Bir kere de karar
verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (O’na dayanıp güven). Şüphesiz
Allah tevekkül edenleri sever.”[9]
Görüldüğü üzere Yüce Allah, bu âyetlerde “Hz. Peygamber’in insanlara karşı son derece şefkatli, merhametli, nazik
ve kibar olduğunu, onların hidayete ermelerini arzuladığını, üzerlerine
hassasiyetle titrediğini, katı kalpli olmadığını, kimsenin kalbini kırmadığını,
aksi halde çevresindekilerin dağılıp gideceklerini” haber vermektedir.
(Nitekim Kur’ân-ı Kerîm bütün peygamberlerin insanlara karşı yumuşak kalpli
olduklarını haber vermektedir. Örneğin Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Şu’ayb ve
Hz. Yahya’nın yumuşak kalpli olduklarıyla ilgili şu âyetlere bakılabilir:
Tevbe, 9/114; Hûd, 11/75, 87; Meryem, 19/12-13; Saffât, 37/101-102)
Kanaatimizce Abese Sûresi’nin ilk iki âyetini yorumlayan ve Hz.
Peygamber’i surat asan ve âmâya sırtını dönen kimse olarak tanıtan İslam
bilginleri, Tevbe Sûresi 128 ile Âl-i
İmrân Sûresi’nin 159. âyetini
göz ardı etmiş, bazı zayıf veya uydurma rivayetleri esas alarak yüzünü ekşiten
ve surat asan kişinin Hz. Muhammed olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa insanlara her zaman yumuşak davranan ve
katı kalpli olmadığı mezkûr âyetlerle açıkça haber verilen Hz. Peygamber’i “yüzünü
ekşiten ve surat asan biri” olarak tanıtmak doğru değildir. Çünkü böyle
bir davranış yukarıdaki âyetlerin ifade ettiği manaya terstir. Ayrıca “tüm toplumlara rahmet”[10]
ve “üsve-i hasene olan birisinin”[11]
kişiliğini/karakterini/ahlâkını da tam
olarak yansıtmamaktadır. Yine Abese Sûresi’nin 1. ve 2. âyetini bu
şekilde yorumlamak Hz. Peygamber’i olduğundan çok farklı ve yanlış tanıtmaktır
ki, bu da çok büyük bir vebali omuzlamaktır. Dolayısıyla Hz. Muhammed suratını
asmamış, Mekkeli müşrik kodamana daha fazla ilgi göstermiş ve âmâyı bir süre ihmal
etmiştir. Yani onun Rabbi tarafından uyarılma/azarlanma gerekçesi, suratını
asması değil “görme engelli birine yeterince ilgi göstermemesi ya da alaka göstermekte
geç kalmasıdır.”
Sonuç olarak, Kur’ân ahlâkı ile ahlaklanan Hz. Peygamber’in bir engelliye
surat asması, yüzünü ekşitip ona sırtını dönmesi veya onu küçük görmesi asla
söz konusu değildir. Suratını asan “Mekkeli zengin bir müşrik”tir. İnsanlıktan
nasibini almamış bu adam kendisi gibi
seçkin, varlıklı ve itibarlı birisinin “gözleri görmeyen fakir biriyle eşit
görülmesini”, kendi yanına kadar gelebilmesini, aynı anda muhatap alınmasını
hazmedememiş ve kibrinden dolayı çekip gitmiştir. Dolayısıyla Abese Sûresi’nin ilk iki âyetinin muhatabı her
asırda böyle davranan ve davranacak olan tüm müstekbir mütreflerdir. Abese Sûresi
3 ila 10. âyetlerin
muhatabı ise Hz. Peygamber ve her dönemde onun izinden giden ve gidecek olan müslümanlardır. Tekrar ifade edelim ki, surat asıp giden kibirli adam Hz.
Peygamber değil Mekkeli zengin kâfirdir; bu narsistin/hedonistin ismi o kadar da
önemli değildir. Çünkü âyette eleştirilen söz konusu zihniyet mensupları
kıyamete kadar var olmaya devam edecektir. Şu halde, hem Hz. Peygamber’den hem
de onun ümmetinden istenen ve beklenen, “arınmak ve İslâm’ı öğrenmek için
iştiyakla gelen, Yüce Allah’ı tanımak isteyen ve O’na saygıda kusur etmeyene
her zaman önem ve öncelik vermek, onlara yeteri kadar zaman ayırmak ve asla
ihmal etmemektir.” Ancak sosyal konumuna ve servetine güvenerek kendini
müstağni gören ve şımaranlara da en güzel örnek olmaya, yumuşak bir dil
kullanmaya ve güzel bir metot ile onları da İslam’a davet etmeye aralıksız
devam etmektir. (04.12.2015)
Yorumlar
Yorum Gönder