Aklını Kullanmayan Atanın Her Söylediğine İnanılır mı? (315)
Babaların çocukları hakkındaki her söylediklerinin doğru olduğunu/olacağını
iddia eden ya da buna inanan insanların akıllarından bir sorununun olduğu
muhakkaktır. Çünkü eğer öyle olsaydı Hz. İbrâhim hakkında konuşan müşrik ve
putperest babasının her söylediğinin doğru olması gerekirdi. Oysa Kur’ân, böyle
sakat bir mantığı/zihniyeti şiddetle reddetmiştir. Zira Kur’ân’a göre önemli
olan soy, sop veya kan bağı değil, “akıl, mantık, muhakeme, evrensel hukuk ve
ahlâk ilkeleri ışığında” karar vermektir.
Nitekim inanmış bir babanın kâfir oğlu olabilirken, kâfir babanın da mü’min
bir oğlu olabilir. Birinciye örnek Hz. Nûh’un oğlu iken,[1]
ikinciye örnek Hz. İbrâhim’in babasıdır.[2]
Veya mü’min bir kocanın kâfir karısı olabilirken, kâfir bir kocanın mü’min
bir hanımı olabilir. Birinciye örnek Hz. Lût’un karısı iken,[3]
ikinciye örnek Firavun’un eşidir.[4]
Aynı şekilde kardeşlerin de birbirleri hakkındaki değerlendirmeleri her
zaman gerçeği yansıtmaz. Çünkü Hz. Âdem’in iki oğlu arasındaki kavganın
cinayetle sonuçlandığı,[5] Hz.
Yâkub gibi bir Peygamber’in oğullarının kıskançlıkla kardeşleri Hz. Yûsuf’u
kuyuya attıkları Kur’ân’ın bir ifadesidir.[6]
Dolayısıyla Kur’ân’ın bu gerçeklerinden habersiz olan süfehanın
babalarının, karılarının veya kardeşlerinin söylemlerine bakarak “oğullar,
kocalar veya kardeşler” hakkında gelişigüzel konuşmaları, sağlıklı olmayan
değerlendirmeler yapmaları, acele kararlar vermeleri
seviyesizliktir/edepsizliktir/cehalettir. Çünkü tarih boyunca “ilke eksenli değil, duygu eksenli” meselelere
yaklaşan ve akıllarını rafa kaldıranlar hiçbir zaman hakikate ulaşamamış;
sadece hakikate ulaştıklarını zannetmiş ve taraftarlarını da yanıltmışlardır.
Zira bu tipler gerçeğin peşine düşmemiş, aklı devre dışı bırakmış, atalarının
gittiği yanlış yoldan gitmiş, babaların çocukları hakkındaki bütün
tespitlerinin kayıtsız-şartsız doğru olduğu/olacağı izlenimini etraflarına
yaymaya çalışmışlardır.
Bu bakımdan ilke eksenli değil, duygu eksenli meseleye bakan ve
gerçekleri çarpıtarak taraftar toplamaya çalışan “hoca müsveddelerinin/çakma
ilahiyatçıların” bir İslam âlimi hakkında “duygusal konuşmalar yapan babasının
söylemini” ele alarak o âlimi itibarsızlaştırmaya/karalamaya/değersizleştirmeye
çalışmaları son derece yanlıştır. Böyle yapanlar tövbe etmeden ölmeleri halinde
gerçeklerin öğrenilmesini engelledikleri ya da geciktirdikleri için sorumlu
olacaklarını bilmelidir. Üstelik bunlar kul hakkı ihlali yapmaları nedeniyle de
ahiret günü tüm sevaplarını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya
kalabileceklerdir.
Dolayısıyla bir âlimi
eleştirirken, onun fikirlerini tartışma konusu yaparken babasının/karısının/kardeşinin/oğlunun
ne dediklerine değil, “Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerine bakarak karar vermek”
gerekir. O âlimin katılmadıkları fikrini daha sağlam bir fikirle/bilgiyle/düşünceyle/görüşle/belgeyle
çürütmek yerine “ilimden habersiz gafil babasının sözlerini gündeme getirerek”
oğlu itibarsızlaştırmaya çalışmak doğru değildir.
Öte yandan o âlimin ne dediğini anlamaya çalışmaktan aciz süfehanın
telaşla sağa sola saldırmaları da ibret verici bir durumdur. Hakaretle veya
yakın akrabaların önyargılı değerlendirmeleriyle sonuç alacaklarını
zannetmeleri hamakatten başkası değildir. Çünkü bu, onların yanlış yolda
olduklarının bir göstergesidir.
Aynı şekilde o âlimin her görüşünü değil, sadece tutarlı ve mantıklı
görüşlerini öneren başka bir İslâm âlimini de “Babasının bile reddettiği bir adamın fikirlerini tavsiye eden kimseye de
itibar edilmez” diyerek suçlamak zırvalamanın zirvesidir. Zira zırvanın
tevil götürmeyeceği, saçmalığın hiçbir şekilde savunulamayacağı bir gerçektir.
Bu bakımdan biyolojik babaların
oğulları hakkındaki duygusal söylemleri doğru değildir. Önemli olan ilke
eksenli hareket etmek ve kritik-analitik düşünerek doğru karar vermektir.
Kandırdıkları gençleri yanlarında tutabilmek ve gruplarına/hiziplerine/tarikatlarına/
cemaatlerine daha çok adam devşirmek için yalanlardan medet ummaya başlayan,
samimi İslam âlimlerini karalayarak “akıllı gençleri” kandıracaklarını
zanneden, gerçeklerin öğrenilmesinden rahatsızlık duyanlar tezgâhlarının
dağılacağından endişe ettikleri, başlarına gelecek “terk edilmişliği/yalnızlığı” fark etmeye başladıkları için telaşa
kapılmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanması nasıl mümkün değilse, akıllı
gençlerin de ilelebet kandırılması ve uyutulması mümkün değildir. Çünkü altının
kıymetini nasıl sarraf bilirse akıllı nesiller de er ya da geç doğruları görür
ve bunları savunanlara destek olur. Ancak cahil kalmayı seçen ve uyutulmaktan
memnun olan zavallılar ise gerçek âlimlerin değerlerini hiçbir zaman anlayamaz.
Zira kafataslarında beyin yerine bağırsak taşıyan ve zaman zaman
kulaklarından gaz çıkartanların gerçeğe ulaşması ve doğru kararlar verebilmesi
asla mümkün değildir. Bu sefihler, kandırmayı bir şekilde başardıkları genç
nesilleri daha fazla yanlarında tutup kurşun asker olarak kullanamayacaklarını
anladıkları an saldırıya geçer. Yüce Allah’ın mükemmel bir surette yarattığı
beynini hiç kullanmayarak sulandıran ve pervasızca sağa sola saldıran/çemkiren,
kendilerini uyaranlara özür borçlu olduklarını unutanlar, tam bir gaflet ve
dalalet içindedir. Bu zavallıların iftira ve gıybet ettikleri kişilerle
helalleşmeden dünyadan ayrılmaları halinde ahiret günü “müflislerden olmaları”
kaçınılmazdır.
Sonuç olarak, babalar da yanılabilir; seviyesine ulaşamadıkları
oğullarının fikirlerini anlayamayarak onları yanlış tanıtabilir; haset ve
kıskançlık duygularıyla hareket edebilir. Ancak rakiplerini sindirmek, etkisiz
hale getirmek, taraftarlarını yanlarında tutabilmek için bu tür babaların
zavallı söylemlerine kadar düşen sefihlerin haline ise sadece ve sadece acınır;
acı acı gülümsenir; yeni yetişen nesilleri kaybetmenin, onları kolayca
kandıramamanın telaşıyla sağa sola saldırmalarına belki bir anlam verilebilir.
Ama burada esas sevindirici olan, genç nesillerin artık “sorgulamaya,
eleştirmeye ve hakikati aramaya” başlamış olmalarıdır. Bu bakımdan sağlam
muhakeme yeteneğiyle konuları analiz etmeye çalışan basiret ve feraset sahibi
genç kız ve erkeklerin sayılarındaki ciddi artış karşısında ise ancak Yüce
Allah’a hamd ve şükredilir. (30.01.2015)
Yorumlar
Yorum Gönder