Zirvede Esen Sert Rüzgârlar ve İplik Eğiren Kadın (266)
Zirveye ulaşan ve orada uzun yıllar başarılı hizmetler yapmayı planlayan
bir lider hayatının her anında çok dikkatli olmak zorundadır. Eğer o lider,
uzun uğraşlar sonucu çok önemli konumlara gelmeyi başarmışsa, etkilediği
çevreler varsa, aldığı kararlar pek çok insanın hayatını ilgilendiriyorsa onun bin
düşünüp bir söylemesi ve çok doğru kararlar alması gerekir. Aksi halde zirvede
esen sert bir rüzgâr onun küçük hatalarını affetmez, ayağını yere çok sağlam
basmadığı için de aşağıya doğru yuvarlanması daha çabuk gerçekleşir. Bu
itibarla yaşadığı toplumda kanaat önderi olan, emir ve tavsiyelerine harfiyen
uyulan, karar mekanizmalarında yer alan, sözü sohbeti dinlenen, düşünce ve
fikirleriyle topluma yön verenler mutlaka uzun istişareler sonucu ortak aklı
devreye sokarak nihai karar almalı ve bunları ilan etmelidir. Bir iki kişiyi
dinleyerek karar almak böyle kimselerin felaketi olabilir.
Zirvede olanlar veya zirveye talip olanlar bilmelidirler ki, hem şeytanlaşmış
insanlar hem de içlerinde görmedikleri ama varlığını hissettikleri,
fısıltılarını/vesveselerini işittikleri şeytanî sesleri bir o kadar azılı,
güçlü, hain ve alçaktır. Bu nedenle yüksek mevkilere gelmiş kimselerin tüm bu
şeytanları yenebilmeleri için “yüksek ahlâkî karaktere” sahip olmaları ve
İslâmî değer yargılarını içselleştirip eksiksiz uygulamaları gerekir.
Çünkü böyle bir kimsenin şeytana uyarak şehvetine yenik düşmesi, öfkesini
kontrol edememesi, gözünü para hırsı bürümesi, daha da yüksek makamlara göz
dikmesi ve haksız yere inatlaşması halinde sadece kaybeden kendisi olmaz. Bu
ahlâkî zaafları nedeniyle körü körüne peşinden sürüklediği kitleler de
kaybeder. Bu ahlak yoksunu lider/hoca efendi insanların da vebalini üstlenerek
“aşağıların aşağısına” yuvarlanır. Dolayısıyla burada bir suçlu aranacaksa o
kimse, zirveye gelmeyi başarmış, ancak daha sonra ciddi yanlışlar yapmış,
hatasında ısrar etmiş mezkûr “sözde liderden/hoca müsveddesinden” başkası
değildir.
Ehem ile mühimi karıştıran, pire için yorgan yakan, ayağını yorganına
göre uzatmayan, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olan, hak etmediği makamlara
göz diken, verdiği sözleri unutan, büyük laflar eden, küçük hesaplar yapan,
kolay çark eden, büyük düşündüğünü zanneden, milyonların ya da milyarların
hayatını, umutlarını ve geleceklerini tehlikeye atan, ayı ile (ABD/AB/Çin/Rusya/İsrail)
aynı yatağa girdiğini bir türlü fark edemeyen bir lider ya da yönetici zirvede
esen o sert rüzgârla alaşağı olup dünyasını zindana çevirebilir, ahiretini
kaybedip hüsrana uğrayanlardan olabilir.
Görüldüğü üzere bir insan yaptığı eylemlerle, niyetiyle, samimiyetiyle, sözleriyle
kendi kaderini kendisi şekillendirmekte, cennetini ya da cehennemini kendisi
hazırlamaktadır. Dolayısıyla liderin etrafında bulunup da onu görüşleriyle etkileyen
kimselerin güçlü bir karaktere sahip olmaları, ulvî hedeflere talip olmaları,
İslâm’ın izzet ve onuruna leke sürecek her türlü şaibeli davranıştan
kaçınmaları icap eder. Bir lider, etrafına böyle kimseleri getirmiyor, yalakalarla,
sahtekârlarla ve dalkavuklarla iş görüp onlarla mutlu oluyorsa, hatalarını
söyleyenleri ödüllendirmek yerine “hain” ve “ajan” diyerek damgalıyor ve
etrafından uzaklaştırıyorsa, bu sözde lider sert esen o rüzgârlara karşı en
sağlam tutamaklarından birini daha kaybetmiş ve kendi çöküşünü daha da
hızlandırmış olur.
Hak etmediği halde zirveye bir şekilde gelmiş ya da getirilmiş lider/şeyh,
büyük hizmetler yapma fırsatını/şansını içindeki şeytânî sese yenik düşerek kaybediyor
ve firavunlaşıyorsa, kendisine sunulan imkânları heba ediyorsa suçlaması
gereken yalnızca kendisidir. Tarih, kendini “vazgeçilmez/mükemmel” zanneden
böyle tiplere her dönemde şahitlik etmiştir ve bundan sonra da edecektir.
Kur’ân-ı Kerim, dünyevi menfaatler uğruna Yüce Allah’a verdiği sözü unutan, ilkenin, hakkın ve haklının
yanında değil, gücün, güçlünün ve servetin yanında yer alan kimseleri, “uzun emekler sarf ederek eğirip büktüğü
ipliği küçük bir nedenden dolayı tekrar çözüp bozan/söken kadının durumuna” benzetmekte
ve böyle yanlış kararlar alanlara sağlıklı tefekkür tavsiyesinde bulunmaktadır.[1]
Ancak Kur’ân ile arasına manevî engeller koyan, dünyanın geçici
güzelliklerine ve makamlarına aldanan, daha çok güç ve servet elde etmek
isteyen, menfaatlerini önceleyen ve küçük hesaplar yapan kimselerin bu uyarıyı
işitmesi ya da anlaması çok zor olmaktadır. Zira kalpleri taşlaşmaya başladığı
için uyarıların oralarda yankı bulması giderek zorlaşmakta, hatta imkânsız hale
gelmektedir. Öyleyse akıllı bir mü’min “zararın neresinden dönülürse kârdır”
diyerek acı bir fren yapmalı, günahlarından ve hatalarından derhal
vazgeçmelidir. Bununla birlikte fâsık veya mücrimin yanlışlarını savunduğu,
iyice yoldan çıktığı ve İblis gibi inatlaşarak kaybedenlerden olmaya başladığı
da ayrı bir gerçektir.
Sonuç olarak, zirvede esen sert rüzgârlar, İblisleşmeye başlayanları her
zaman tepetaklak etmiş ve aşağıların aşağısına yuvarlamıştır. Bundan sonra da
yuvarlaması adetullahın tabiî bir sonucudur. Öyleyse herkes kendisini esfel-i
sâfilîn’e götüren süreci bizzat kendisinin nasıl tetiklediğine ve
olgunlaştırdığına bakmalı, suçu Yüce Allah’a
havale etme kolaycılığından artık kurtulmalıdır. Böyle biri tövbeye yönelmek ve
uyarılardan ders almak yerine, üstüne üstlük yanlışında hikmet aramaya
başlamışsa bu kimseye söylenecek tek şey “Selam!!!”dan başkası değildir.
(07.02.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder