Öğrenci Evleri Meselesi (261)
İslâm'a göre ev, “nikâh bağı ile birbirine
bağlı çiftin ve yakınlarının oturdukları mekân, yuva ve barınak” manasına
gelir. Kız ve erkek öğrencilerin resmi nikâhları olmadığı halde “öğrenci
evleri” diye isimlendirilen evlerde birlikte yaşamaları İslâm ahlâk anlayışına
aykırıdır. Zira bu, yukarıdaki tanımdan da rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla gerekli hukukî şartları
taşımayan, terör ve fuhuş yuvası olarak kullanılan bazı öğrenci/örgüt evlerinin
devlet tarafından denetlenmesi bir zorunluluktur. Toplumun huzur ve refahı için
böyle evlere önleyici tedbir olarak müsaade edilmemesi gerekir.
Eğer nikâhsız bir çiftin yaşadığı yahut kız ve
erkek öğrencilerin birlikte kaldığı bir evde ülke için tehlikeli faaliyetler
yapılıyorsa, bu konuda ciddi şüphe ve bilgiler varsa bu evler denetlenebilir,
gayr-i meşru fiiller engellenebilir ve failler cezalandırılabilir. Zira hukuk devleti olmanın, kötülükleri ve
suçu önlemenin, su-i misale müsaade etmemenin ve vatandaşların huzur ve
emniyetini temin etmenin gereği budur.
Batılı sömürgeci güçlerin kendi ahlâk
anlayışlarına göre 18 yaşını doldurmuş bir kız ile erkeğin aynı evde birlikte
yaşamaları, cinsel ilişkide bulunmaları, hatta çocuk sahibi olmaları normaldir.
Zira onların savunduğu “muharref dinî ve ahlâkî değerler sisteminde” böyle bir
günah kavramı yoktur; ayıp kavramı ise görecelidir. Oysa bu düşüncenin İslâm
ahlâk anlayışıyla bağdaşmadığı ve çeliştiği açıktır. Böyle çarpık bir düzeni
savunduğu halde hâlâ müslüman olduğunu iddia eden kişinin dinini ciddiye
almadığı ve kâfirlerin değer yargılarını sahiplenip savunduğu açıktır. Çünkü Kur’ân,
kâfirlerin dost edinilmemesini isterken onların “değer yargılarının/yaşam
tarzlarının” sahiplenilmemesini kast etmektedir. Yoksa onlarla stratejik işbirliği,
diyalog veya ticaret yapmayı kast etmemektedir.
Bazı gençlerin “O senin ahlâkın, bana kendi
ahlâkını dayatamazsın” diyerek İslâm ahlâk anlayışına karşı çıkmaları ve
özgürlük adına ahlâksızlığı savunmaları kendileri açısından normaldir. Ancak
böyle tiplerin açıkça gerçeği söylemeleri ve müslüman olmadıklarını, Yüce
Allah’a inanmadıklarını, dinî ve ahlâkî hiçbir endişe taşımadıklarını
söylemeleri daha uygundur. Hem müslüman
olduğunu söylemek hem de bu tür düşünceleri savunmak yanlıştır. İslâm’ın
prensiplerini herkes kendi kafasına göre yorumlayamaz. Açıkça ve mertçe gerçeği
söylemek daha erdemlidir. Ayrıca toplumun değerlerini küçümsemeye, dinî
ilkelerle alay etmeye, bunları tahkir ve tezyif etmeye ve nefret suçu işlemeye
de kimsenin hakkı yoktur. Böyle yapanların cezalandırılması hukuk devleti
olmanın tabiî bir gereğidir.
Öte yandan aileyi tehdit eden bu gelişmeleri
sadece seyretmek ve bir şey yapmadan oturmak doğru değildir. Bugün bazı
filmlerde, bir takım tv programlarında ve “yasadışı örgütlerin öğrenci
evlerinde” şu düşünceler hem kız hem de erkek öğrencilere empoze edilmekte ve
beyinler yıkanmaktadır: “Ben artık on sekiz yaşımı doldurdum, bana ailem
karışamaz, özel hayatıma kimse müdahale edemez, istediğim kimseyle kalır ve
kanun yasaklamadıkça istediğimi yaparım, asıl yanlış olan bu özgürlüğe karşı
çıkmaktır…”
Böyle söyleyenler bana yıllar önce “evli iki
sözde sanatçının” şu laflarını hatırlattı. O günlerde bir muhabir sözde erkek
sanatçıya şöyle sormuştu: “Karınızın sanat için bir başka erkekle öpüşmesi,
sevişmesi ve aynı yatağa girmesi konusunda ne dersiniz? Yoksa eşinizi kıskanır
mısınız”? Komiklikler yapmakla mahir o sözde sanatçı cevap verdi kahkaha
atarak: “Eğer karım bunu sanat için yapacaksa bunda hiçbir sakınca yok. Tabi
ki bir başka erkekle yatağa girebilir, müstehcen sahnelerde rol alabilir,
sevişebilir, öpüşebilir. Gayet normal bir durum bu; çünkü biz çağdaş bir
aileyiz; ben eşimi kıskanmam. Kıskançlık gericiliktir, yobazlıktır.”
İçimden; “Acaba bu ahlâksızlar ne zaman
boşanacaklar ve nasıl bir hayat sürecekler çok merak ediyorum, bunları takip
edeceğim, bakalım neler olacak?” demiştim. Aradan daha iki yıl geçmemişti
ki medyada bir haber duyuldu. Bu iki “sözde sanatçı” boşanmışlardı. Şiddetli
geçimsizlik, sadakatsizlik, uyuşturucu ve alkol bu ahlâksızların “çok seviyeli(!)
ilişkilerini/birlikteliklerini” bitirmişti. Şaşırmamıştım, çünkü bekliyordum
böyle bir haberi. İffetsizlik,
onursuzluk, ihanet ve sadece erotik duygular üzerine kurulan böyle bir çıkar/menfaat
ilişkisinin yürümeyeceği zaten belliydi. Şu an her ikisini de hâlâ
izlemekteyim; ikisi de hayattalar, hâlâ birbirlerinden ayrılar. Biri iyice
kendini alkole vermiş borç batağında yüzüyor, icralık ve polis merkezlerinde
sabahlıyor. Diğeri ise ihtiyarladığı halde ahlâksızca yaşamaya ve
zamparalıklarına devam ediyor. O ikisi kendilerine verilen mühleti böylece
tüketiyor, tövbeye bile yanaşmıyorlar. Şimdi soruyorum: “Bunlar mı topluma örnek olacak sanatçılar?” “Ve cevap veriyorum: Hadi
canım sen de!!! Yürü git işine!!! Hadiiii!!!”
Dolayısıyla hem böyle söyleyen gençlere hem de
bu tür sözde sanatçılara itibar etmemek gerekir. Zira bu zavallıları birileri
kullanmakta, onlara bazı maddî imkânlar sunmakta, daha sonra işleri bitince bir
kâğıt mendil gibi buruşturup bir kenara atmaktadır. Bu itibarla, söz konusu
tavırlar ve söylemler İslâm ahlâk anlayışına terstir. Bir özgürlüğün kötüye
kullanılmasıdır. Çünkü böyle bir düşünceyi savunanların gayr-i meşrû yollardan
dünyaya getirdikleri bebeklerini öldürmeleri, tuvalete atmaları, bebeğin
kafasını kopartıp buzdolabında saklamaları, açlığa terk ederek ölümüne
sebebiyet vermeleri, poşete koyup cami avlusuna atmaları, evde yalnız başına
ölüme terk edip tatile çıkmaları bir vakıadır. Tüm bunlar bu ülkede yaşanmıştır.
Dolayısıyla bu
fecaatler karşısında sadece üzülmekle yetinmek, ancak bu kötü gidişe dur
dememek büyük bir vebaldir. Ayrıca böyle bir
umursamazlık ve vurdumduymazlık Kur’ân’ın “iyiliği emredip, kötülüğü yasaklama”
emrine karşı gelmektir ki bu da büyük bir yanlıştır. Bu nedenle İslâmî
değerlere alenen hakaret eden böyle kimselere karşı uyarı görevini yapmak
kadın-erkek her mü’mine düşer. Zira
haksızlıklar karşısında susmak dilsiz şeytan olmayı kabullenmektir.
Sonuç olarak, İslâm ahlâk anlayışına göre
nikâhsız birliktelik yanlıştır ve çok büyük bir günahtır. Medyada yansıtıldığı
şekliyle “Büyük bir aşk yaşıyorlar”, “Yeni bir aşka daha yelken açtılar”, “Seviyeli
birliktelik yaşıyorlar”, “Yaz aşkları”, “Evlilik aşkı öldürüyor canım!” gibi
kalıp cümlelerle gençlerin beyinlerini yıkamak, bu laflarla saf zihinleri
kirletmek, bu tür pislikleri yapmaya teşvik etmek, zinayı meşru ve haklı
göstermek doğru değildir. Tüm bunlar
karşısında “nesli, aileyi ve toplumu koruma” görevi devletindir. Ayrıca bu
konuda herkese vazife düşmektedir. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyen bir kimsenin
ilerleyen yıllarda büyük acılar yaşaması kaçınılmazdır. Zira böyle diyen
“çağdaş bir adam veya kadın”, günün birinde bu tür faaliyetlerin icra edildiği
terör örgütüne ait bir eve yakın komşu olabilir ve bu ev nedeniyle çok ciddi
zararlara maruz kalabilir. Patlayan bombalar nedeniyle canlarından olabilir
veya sakat kalabilir. Yahut kızının veya oğlunun böyle bir evde başkalarıyla
düşüp kalktığını, zina ettiğini, yasadışı örgütlerin oyuncağı olduğunu, “intihar
bombacısı” olmak üzere kandırıldığını, bir eylemde kullanılarak öldürüldüğünü
veya hapse düştüğünü öğrenebilir. Dolayısıyla herkesin çok dikkatli olması
gerekir. Çünkü böyle ahlâksız
birliktelikleri ve yasadışı işleri “özgürlük” bahanesinin arkasına saklanarak
geçmiş yıllarda körü körüne savunanlar, kuvvetle muhtemel aynı sıkıntılara
maruz kalabilir. İşte bu gibi kimselerin söz konusu türden felaketlerle
karşılaşmamaları için kötülükleri engelleme konusunda üzerlerine düşen vazifeyi
yapmaları gerekir. Aksi halde böyle bir sonla karşılaştıklarında ağlamaya,
üzülmeye ve sızlanmaya hakları yoktur. Çünkü bu sonu kendi söylem,
tavır, duruş, karakter ve kişilikleriyle çok önceden hazırlamışlardır. Bu itibarla, suçlamaları gereken “şeytan”,
“nefis”, “felek” ya da “kader” değil, bizzat kendileridir; geçmişte yapıp
ettikleridir; büyük konuşmalarıdır; düşünmeden söyledikleri sözlerdir.
Kötülükleri sahiplenip savunmalarıdır. Sahte değerlerin peşinden gitmeleridir.
Zan, ön yargı, taassup ve taklidin körü körüne takipçisi ve destekçisi
olmalarıdır. (06.12.2013)
Yorumlar
Yorum Gönder