Müttakî İnsan Mustafa KADIGOL’un Ardından (267)
Yaklaşık on yıl önceydi. İlk umre yolculuğumuz esnasında tanımıştık
Mustafa Abi ile. Sorumluluk sahibi,
imanlı, ihlaslı, çalışkan, cömert ve ibadet yapmaktan büyük zevk alan
hayırsever bir iş adamıydı o.
Mustafa Abi, taklitçiliği değil tahkiki imanı önemserdi. Çevresindekilere
herkesin imanını sağlamlaştırmasının ne denli önemli olduğunu anlatırdı. Bunun
da ilimle olacağına inanır ve araştırma tavsiyesinde bulunurdu. Okumayı ve tefekkürü çok severdi. Uzun
uğraşlar verdikten sonra hakkın ve doğrunun bulunacağına inanırdı. Körü körüne
başkalarının yanlışını savunmaktansa, emek ortaya koyduktan sonra “kalbe gelen
ilhamla” amel etmeyi öğütlerdi. Böyle yapan bir kulun imanının kemale ereceğine
inanırdı. Bu nedenledir ki tefrikaya, ayrımcılığa,
kutuplaşmaya ve bölücülüğe şiddetle karşıydı.
Mustafa Abi, çocuklarını büyütmüş, evlendirmiş, artık torunlarını seven
güzel bir insandı. Eşiyle çok mutlu bir evliliği vardı. O, tüm insanlara iyilik
yapma endişesini kalbinde taşır, ihtiyaç sahiplerini görüp gözetir, onları
sevindirir, kimseyi incitmez, doğru olduğuna inandığı şeyleri ise yılmadan sonuna
kadar savunurdu.
Mustafa Abi, çevresinde hayırsever bir insan olarak tanınırdı. Aza kanaat eder, lüksü ve israfı asla
sevmezdi. Yemeğin tabakta bırakılması veya çöpe dökülmesine
şiddetle karşı çıkardı. Bunu büyük bir israf olarak görür, itiraz eder, tabakta
kalan yiyecekleri mutlaka sıyırırdı. O; “Kim bilir belki de helal lokma
oradadır” derdi. Torunlarına da bu tavsiyede bulunur, onlara çok güzel
örnek olurdu.
Mustafa Abi, semt pazarında herkesin kolay kolay beğenmediği olgunlaşmış
veya zedelenmiş meyveleri satın alır, raf ömrü nerdeyse dolmak üzere olan bu
meyveleri çöpe atılmaktan kurtarırdı. O, bu duruma da çok sevinir, iyi bir iş
yaptığına inanırdı.
Zamanını çok güzel kullanır asla boş şeylerle ilgilenmezdi. Onu ya nafile
namaz kılarken ya Kur’ân okurken ya da Allah’ı zikrederken bulurdunuz. Gönlü
mescitlere bağlıydı. Camiden dışarı çıkmayı sevmezdi. Namazı cemaatle kılmak için adeta camiye koşarak giderdi.
Her yıl mutlaka Diyanet’in organizasyonuyla umre yolculuğuna çıkardı. Ve
giderken de pek çok insanı yanında götürür, onların bir kısmının masraflarını
da kendi cebinden karşılardı. Orada da tüm saatini Kâbe ve çevresinde
geçirirdi. Onunla altı kez umreye gitme imkânına sahip olmuş eski bir kafile
başkanı olarak bir günde tam 3 kez umre yaptığına şahit olduğumu söylemem
yanlış olmayacaktır. Ayrıca Mustafa Abi, kutsal topraklarda iken gündüzlerini oruçla, gecelerini ise ibadetle
geçirirdi.
Mustafa Abi, herhangi bir cemaat, tarikat veya cami derneğinin yardım
talebini asla geri çevirmez, hepsine de elinden geldiğince yardım ederdi.
Yaptığı yardımları da kimseye söylemezdi. “Rabbim biliyor ya yeter,
başkasının bilmesi ihlası zedeler, gerek yok ki!” derdi. Kimseyi
gücendirmez ve kapısına gelenleri asla boş çevirmezdi. Onun otuzdan fazla talebenin tüm eğitim ve öğretim
masraflarını üstlendiğini duyduğumda çok mutlu olmuştum.
O, sadece yurt içindeki fakir ve kimsesizleri değil, yurt dışındaki
ihtiyaç sahiplerini de düşünürdü. Mesela Mekke’nin arka sokaklarında fakirliğin
kol gezdiği Afganlı mültecilerin yaşadığı mahalledeki bir okulun altı aylık
ihtiyaçlarını karşılayacak bedeli bizzat benim vasıtamla oraya ulaştırmış ve
buna çok sevinmişti. 150 kadar öğrencisi ve 6 öğretmeni olan bu okula
gönderdiği parayı teslim ettiğimde okulun Afganlı yöneticileri ve hocaları çok
mutlu olmuşlardı. Onları sevindiren Mustafa Abi de onlarla sevinmiş, bana da
hayır dua etmişti. Daha sonraları o yardımları her gittiğinde bizzat kendisinin
ulaştırdığına ben şahidim. Zira o,
insanları mutlu ettikçe mutlu olmasını bilen salih bir insandı. Adı
geçen okul ve öğrencilerinin şimdi onun arkasından hatimler okuduğunu, ona
dualar ettiğini duyduğumda ise çok mutlu oldum.
Mekke’de Mescid-i Haram’da 79 no’lu kapının girişindeki sütunlar arasında
her Pazartesi ve Perşembe sofra kurdurur, bunun masraflarını kendi cebinden
karşılar, Müslümanların hurma ve zemzemle iftar açmalarını sağlardı. Hz.
Peygamber’in bu sünnetini ihya etmenin sevabının çok olduğuna inanırdı. Her yıl
Ramazan ayında aynı yerde onun iftar sofrası hep açıktı. Bu işi çok iyi
organize etmişti. Bir keresinde sofra kurma işinin bir yıllık masrafını bizzat
ben götürüp o işi orada deruhte eden Afganlı genç Musâ Muhammed’e teslim
etmiştim. Afganlı o gencin yaptığı bu hizmetin bedelini de unutmamıştı Mustafa
Abi. Ona da ayrıca yaptığı işin karşılığı olarak ücretini göndermişti. Bu iki
çocuk babası fakir Muhammed’in yüzündeki o gülümseyişi ve mutluluğu unutmam
mümkün mü? Eşimle beraber Mekke’nin kimsesizliğe terk edilmiş, adeta unutulmuş
kenar mahallerinden birindeki Musâ Muhammed ve ailesinin kaldığı o derme çatma
evi ziyarete gittiğimizde de çok mutlu olmuştu Muhammed ve eşi. İşte Mustafa
Abi, tüm bu insanları mutlu etmesini bilmiş ve onların hayır dualarını almayı başarmış bir Allah dostuydu, müttakî bir
insandı.
Mustafa Abi’nin Yüce Allah ile bağı çok sağlamdı. O’na gönülden inanır,
O’nun verdiği nimetlere sonsuz şükrederdi. O şükrettikçe de kendisine verilen
nimetler artardı. Kendisine verilen mal ve mülkü Allah yolunda harcamaktan asla
çekinmezdi. O, bu dünyadan da nasibini
unutmaz, ama yatırımını sadece ahirete yapardı.
Mustafa Abi, yaptığı işlerin merkezine hep Yüce Allah’ın rızasını
koyardı. Zira o, önceliklerini çok iyi tespit etmişti. Bu davranışlarıyla da çevresindeki pek çok insana iyi bir örnekti.
Mustafa Abi, her yıl Ramazan ayında Türkiye’deki eşine ve dostuna mutlaka
iftar açtırır, yüzlerce kişinin katıldığı iftar sofraları hazırlatırdı. Bundan
da büyük zevk ve memnuniyet duyardı. Herkese hayır dua eder ve hayır dualar
almaya çalışırdı. Son derece nazik ve
kibardı. Zira o Hz. Peygamber’i kendine örnek almıştı. Söyleyeceklerini
kırmadan söylerdi. Birlikte umre yaptığımız emekli başmüfettiş İsmet Oruç Abi,
onu bazen şakadan kızdırmak istediğinde de kızmaz, doğru bildiği şeyleri
ısrarla anlatmaya devam ederdi.
Mustafa Abi, tanıdığı tanımadığı tüm çocukları sevindirmekten de
hoşlanırdı. Küçük çocuklara fazla fazla
bayram harçlığı verir, bu güzel âdeti yaşatır ve onların da hayır dualarını
almasını bilirdi.
Mustafa Abi, sürekli Yüce Allah’a dua eder ve sadece O’ndan istenilmesini
tavsiye ederdi. Mesela “Allah’ım!
Seni tanımaklığımızı artır!” duasını hiç dilinden düşürmez, etrafına
da sürekli bu duayı yapmalarını tavsiye ederdi. Yine şu dualar da onun dilinden
hiç düşmezdi: “Allah’ım! Hâlimizi
namaz hâli üzere daim eyle! Namaz hâli üzere yaşamayı nasip eyle!”, “Allah’ım!
Bana vermiş olduğun tüm güzelliklerden din kardeşlerime, din kardeşlerime
vermiş olduğun tüm güzelliklerden de bana ver!”, “Allah’ım! Hak ve hakikat
üzere olmayı, hak ve hakikati idrak edenlerden olmayı ve hak ve hakikat üzere
yaşamayı bizlere nasip eyle!”
İşte tüm bu güzel dualar, onun Yüce Allah’a nasıl derin bir sevgi ve
saygıyla bağlı olduğunun apaçık bir delili ve işaretleridir.
Mustafa Abi, bu yıl Nisan ayında yine umreye gitme planları yapıyordu.
Ancak 28 Ocak 2014 Salı günü, 69 yaşındayken aniden aramızdan ayrıldı. Sağlığı
ve sıhhati gayet yerindeydi. Ancak vakit tamamlanmıştı. Rabbi onu artık yanına
istiyordu. Yüce Allah’tan geldiğine ve
O’na döneceğine gönülden inanan bu güzel insan için belirlenen süre/vade
dolmuş, Hz. Peygamber sevdalısı bu salih kul Rabbine kavuşmuştu.
Bir akşam Isparta’da eşiyle birlikte bir dost ziyaretine gittiği esnada,
yol yapım çalışmalarının devam ettiği yerden geçerken ayağının tellere
takılarak düştüğünü, hastaneye kaldırıldığını, tedavisi için uğraşıldığını,
ameliyata alındığını, hastanade bir müddet kaldığını, daha sonra evine
döndüğünü, ancak bir gün sonra vefat ettiğini öğrendim. Önce inanamadım, ama
gerçekler ne kadar acı da olsa kabullenmek zorundaydım. Nitekim doktorlar onun
için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı; ancak kader tecelli etmiş, Mustafa
Abi kimseye yük olmadan ve fazla acılar çekmeden çok sevdiği Rabbine
kavuşmuştu. Zira o Rabbiyle kavuşacağına gönülden inanıyor, o anı bekliyor ve
her zaman hazırlığını ona göre yapıyordu.
Mustafa Abi, ameliyattan çıktıktan sonra kendine gelirken “Allah Allah Allah!!!” diyerek
uyanmıştı. Bu durum, onun Allah sevgisinin büyüklüğünün başka bir delili olarak
gösterilebilir. Zira o, En Sevgili’yi
sürekli anmayı şiar edinmiş bir gönül eriydi.
Mustafa Abi, eşinin anlattığına göre ameliyat sonrası hiç acı hissetmediğini
söylemiş, doktorlara yaptıklarından dolayı teşekkür etmişti. O esnada bile
namazlarını bırakmamış, hiç aksatmadan Rabbine kulluğa devam etmişti.
Kırk altı yıllık muhterem eşi son anlarında bile onun hamde, zikre ve
şükre devam ettiğini ifade etmiş, çok sevdiği çorbayı içtikten sonra nasıl
Rabbine teşekkür ettiğini, arkasından da kendisinden helallik istediğini, onun
da; “Ne hakkım var bey! Esas senin bize
hakkın çok! Sen bize hakkını helal et! Benden yana hakkım sana helal hoş
olsun!” dediğini ifade etmişti. Görüldüğü
üzere Mustafa Abi, topluma her yönüyle örnek, değerli bir eş, saygıdeğer bir
baba ve sevilen bir dedeydi. Çünkü en yakınındakiler onu böyle
anlatıyorlardı.
Hastanede kaldığı süre zarfında ziyaretçileri hiç eksik olmamıştı. Eşi ve
dostu adeta hastaneye akın etmiş, geçmiş olsun ziyaretine koşmuşlardı. Doktorlar
ve hemşireler: “Biz böyle bir hasta ziyareti görmedik; ne kadar da çok
seveni varmış!” itirafında bulunmuşlardı. İşte ona olan bu ilgi ve sevgi,
nasıl mükemmel bir insan olduğunun bir başka delilidir. Mustafa Abi, başına
gelen bu ani kazadan sonra gerçekleşen tedavi süreci sayesinde tüm dostlarıyla
helalleşme imkânına sahip olmuştu. Herhalde bu da ona Yüce Allah’ın başka bir
lütfuydu.
Ben ise onu ölümünden 25 gün önce, 03.01.2014 Cuma günü evinin yanındaki Isparta
Terminal Camii’nde görmüştüm. Kars’ta görev yaptığım için izinli olarak
gelmiştim ve o camide sohbet etmiştim; o da vaazımı dinlemişti. Namaz çıkışı
kucaklaştık. “Kars’tan geldiğinde haberimiz olsun görüşelim” demişti. 1
Şubat Cumartesi akşamı tekrar geldiğimde onu ailece ziyaret etmeyi planlamıştık;
ama nasip olmadı. En son 12.01.2014 Pazar günü Mevlid Kandili’nde onu telefonla
aramış, kandilini tebrik etmiş, hayır duasını almış ve sesini duymuştum. O da
bu duruma çok mutlu olmuştu.
Mustafa Abi, dininin emirlerini ciddiye almış bir insandı. Nitekim bir
keresinde yanıma gelerek: “Hocam senden çok şey öğrendim. Ancak sizin
“Devlet ciddiyet ister” lafınızı hiç unutamıyorum. Ben bu sözden gereken dersi
çıkardım. Bana göre Rabbim de emirlerine sarılmamız, nehiylerinden sakınmamız
hususunda bizden ciddiyet bekler. O günden beri ibadetlerimde ve her işimde
ciddi olmaya ve yaptığım işin hakkını vermeye çalışıyorum” dedi. Nitekim
ben kafile başkanı olarak bu sözümle herkesin “yaptığı işi savsaklamadan ciddi
bir şekilde yapmasını” kast ediyor, zaman zaman umrecileri uyarıyor, konulan
kurallara uymaya, kul hakkı ihlalinden sakınmaya ve kimseyi bekletmemeye dikkat
çekiyordum.
“İnsanın karısı, canının yarısı!” sözümü de çok sevmişti Mustafa
Abi. O da eşine çok değer verir,
hanımını asla yanından ayırmaz, gittiği her yere beraberinde götürürdü. Zira
Mustafa Abi, bunun da Hz. Peygamber’in bir sünneti olduğuna inanırdı.
Mustafa Abi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her yıl üç yüz veya beş
yüz kişilik belli sayıda hac kontenjanı ayrılmasını, hacca ikinci, üçüncü veya
dördüncü kez gitmek isteyenlere böyle fırsat sunulmasını, bunun kura sonucu
belirlenmesini istiyordu. Çünkü kendisi de her sene bu kuraya katılmayı ve
çıkarsa “nafile hac yapmayı” arzuluyordu; ama nasip olmadı.
Yine Mustafa Abi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun
daha etkin olmasını, seferîlik
konusunu bir an önce karara bağlamasını, zekâtın nisabının en doğru ve anlaşılır şekilde güncellenmesini, talak ve nikâh gibi konuların daha
sağlam ve anlaşılır esaslara dayandırılmasını, kafa karışıklıklarının
giderilmesini ve halka doğru bilgiler verilmesini çok istiyordu. Ayrıca o,
Diyanet’ten her yıl İslâm âleminin aynı
gün bayram yapması için daha fazla gayret göstermesini bekliyor ve bu
arzusunu sürekli dile getiriyordu.
Mustafa Abi, toplumda gördüğü aksaklıkları düzeltmek için çaba sarf
ediyor, elinden gelen uyarıları yapıyor, gücü yetmediğinde ise Yüce Allah’a
havale ediyordu.
İşte böyle güzel bir insandı Mustafa Abi. Bu dünyada iyi bir hayat yaşadı; zira o Rabbini seviyor, salih ameller
yapıyor, hayırlı işlerde acele ediyordu. Onu yakinen tanıyanlar ahirette de hoş
bir hayat yaşayacağına ve cennetle ödüllendirileceğine inanıyorlar. Zira
onu sevenler gözyaşları ile uğurladılar. Isparta’da Asrî Mezarlık’ta on beş yıl
öncesinden hazırladığı kabrine onu saygıyla koydular. Arkasından hayır dualar
ettiler; rahmetle ve minnetle yâd ettiler. “Keşke ölmeseydi, ne güzel insandı!” dediler. “Oh be! Ne
iyi oldu, öldü de kurtulduk” demediler. Çünkü Mustafa Abi, örnek
yaşantısıyla herkesin takdirini, sevgisini ve gönlünü kazanmış salih bir
insandı.
Rabbim cümlemizi böyle ihlaslı
kullarından eylesin. Kederli ailesine sabırlar versin. Makamını cennet eylesin.
Cennette onu Peygamber Efendimiz’e komşu eylesin. Günahlarını af ve
mağfiret eylesin. Sevdiği ve razı olduğu kullarıyla cennette buluşmayı nasip
eylesin. Âmin ve’l-Hamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn. (14.02.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder